Osman Sabri denilen adam, orta boylu tavsifine uygun olduğu hâlde kendisini böyle tavsif edenler alçak boylu tavsifini, biraz nezakete aykırı gördükleri için onunla ilgili ilk bakışta biraz olumsuz düşünürler. Vücudu için cılız denilmesi de böyledir. Zira nezakete riayet edilmemesi lazım gelse cılız tabirini uygun görmek gerekirdi. Şu boya, şu vücuda göre ellerini, ayaklarını uzun uzadıya tafsile hacet kalır mı?
Bir buçuk metreden ibaret olan şu cılız vücut üzerinde ve özellikle “armut sapı” tabirine hakkıyla uygun olan bir gerdana saplanmış bulunan başını görseydiniz Osman Sabri Efendi’yi âdeta bir karikatür zannedersiniz. Bu kafayı sekiz arşın iki parmak uzunluğunda bir boya ve bir arşın iki parmak genişliğinde bir çift omuz üzerine takmalıydınız ki tenasübünü bulmuş olsun.
“Fizyonomi” yani ilm-i kıyafet, bazı kocaman kafalıları “mankafa” olmak üzere vasıflandırır. Hakkı da vardır. Çünkü bu kısım kafaların içindeki beyinleri ve zekâları o oranda azdır. Dolayısıyla bunlar boş bir sandıktan başka bir şeye benzemezler. Fakat içi dolu olan kocaman kafalıların beyin ve onun gereği olan zekâ zenginliğine, gözlerinden çıkan dikkatli bakışları işaret eder ki işte Beyoğlu savcılarından Osman Sabri Efendi’nin kafası da bu kafaların en mükemmellerinden birisiydi.
O ateşin gözler hem küçürek, hem yuvarlaktır. Kaşları gözler üzerine yığılmış denilebilecek kadar düşüktü. Bunların altındaki sivrice burun ile ince dudaklar ve yumru çene Osman Sabri’nin suratında şeytanlık derecesine varan zekâsının olduğunu gösterir.
Osman Sabri’yi hafifmeşrep bir adam görecek olsa bir kukla görmüş kıyasıyla derhâl kahkahayı koparacağı gelir. Fakat Osman Sabri öyle kahkahalarla karşılanacak maskaralardan olmadığını hâl ve tavrıyla herkese derhâl gösterir. Bu zamanın acayip suratından tebessüm denilen şey pek nadir olarak görülür. Ağzından “dıhk” denilen şeye benzer ses çıktığını hiçbir kimse işitmemiştir. Kahkahası ise bizzat kendisine de meçhuldür.
Gazeteci, Osman Sabri Efendi’nin önceki çalışmalarından ve sorgulamalarından ne dereceye kadar maharetli olduğunu duymuştu. Henüz yüzünü görmemiş olması, bu konuda bir mübalağa bulunmasına ihtimal verdirmekte iken, savcı efendideki kafayı, gözleri görünce abartıya hiç imkân olmadığını teslim etti. Kendi kendisine dedi ki:
“Öyle kendisini gazetede methettirmekle memnun olacak bir heveskâr önünde bulunmuyoruz. Bu adamdan istediğimiz malumatı alabilmek için başka türlü, hem de pek ehemmiyetli davranmalıdır.”
3
Gazeteci ile savcı ilk buluşmadaki malum olan hâl ve hatırdan sonra maksada geçmek için bir vesile olmak üzere yazar efendi dedi ki:
“Cinayet işlerinde tetkik gücünüz ve başarınızla dünyada meşhur olmuş iken Öreke Taşı cinayeti hakkında zabıtanın neşrettirdiği yazı sizi takdir eden pek çok zatlar tarafından şöhretinize münasip olacak kadar mükemmel görülmedi.”
“Gerçi pek noksandır.”
“Bendeniz sizinle henüz tanışma şerefine nail olmamış bulunduğum hâlde her şöhretin birinci muhibbi olmam sebebiyle şöhretinizi muhafaza için dedim ki: Böyle her tarafı acayip sırlar ile işlenmiş olan bir cinayetin mükemmel tahkikatı bir günde icra edilip tüm sırların ortaya çıkarılması mümkün olabilir mi?”
“İnayetinize teşekkürler ederim.”
“Gerçi yazınızı kâfi görmeyenler haklı olamazlarsa da mazur da sayılmazlar. Zira cinayetin dehşet ve garipliğine göre umumi merak öyle bir dereceye varmıştır ki bu konuda doğru bir habere ve biraz daha izahlara tüm insanların merakları çevrilmiş görünüyor.”
“Umumi merakın adliyeye bakan yönü pek yoktur.”
“Gerçi hakkınız var efendim! Merak edenlerin mahkemenin sonucunu beklemeleri gerekir. Fakat iş mahkemece sonuçlanıncaya kadar aylar geçeceği de şüphesizdir.”
“Yıllar bile geçebilir!”
Savcı efendinin cevaplarının pek kısa olması canınızı sıkmaya başladı mı? Hâlbuki cevapları yalnız kısa değil, âdeta cevap olmamak üzere tertip olunmuş müdafaalar gibidir.
Gazeteci buna dikkat ederek epeyce sıkılmaya başladı. Fakat can sıkıntısının bu konuda hiçbir faydası olamayacağı aşikârdır.
Asıl hüner savcıyı sorgulayarak ağzından birkaç söz almak ve o birkaç sözden hareketle cinayete dair bir hayli malumat almaktır. Dolayısıyla gazeteci dedi ki:
“Evet, yıllar dahi geçebilir. Zira gereken adamların iç içe girmesiyle sorgulanmaları epeyce uzun bir iş olduğu gibi hele caniler firarda olurlar ise iş daha da ziyade uzar. Öreke Taşı cinayetinin erbabından veyahut onların yardımcıları ve ortaklarından henüz üç kişiyi tutukladığınızı söylüyorlar.”
“Hiçbir kişiyi tutuklayamadık.”
“Acayip! Ölen Kefalonyalıların arkadaşlarından bazı adamları tutukladığınıza dair bize getirilen haberler yanlış mıdırlar?”
“Tümü!”
“Hâlbuki kızın yanında birtakım eşyadan başka yankesici hırsız takımından iki de adamın naaşı bulunması, canilerin takibi emrinde zabıtaya ve adliyeye pek ziyade hizmet edecek şeylerden sayılabilirlerdi.”
“Bu naaşlar o delillerden sayılamıyorlar.”
Yazar efendide can sıkıntısı artmaya başladı. Eğer, savcı şu cevapları onu küçümsemek gibi bir tavırla verseydi can sıkıntısının hiddet derecesine dahi varacağı aşikâr idi. Ancak Osman Sabri Efendi verdiği cevapları o kadar ciddi bir tavır ile veriyordu ki bunlardan başka hakikaten verilecek cevap olmadığını da o ciddi tavrıyla gösteriyordu.
O aralık bir teftiş memuru gelerek savcı efendiyi mutasarrıf paşanın çağırdığını haber verdi. Osman Sabri Efendi bu davete icabet hususunda ne kadar mecbur olduğunu gazeteciye anlatmak için yalnız “Sohbetinizin şerefinden ayrılmak zorunda kalacağımdan üzgünüm. Nihayet ben de emir tahtında çalışan bir memurum!” dedi. Büyük bir hürmet ile yazara veda ederek odadan çıktı.
Bu gidiş üzerine yazarın yerinde siz olsanız, siz de kızardınız ya!
Gerçi bizim yazar efendi hiç müteessir olmadı değil. Ancak kendisi gayet hakşinas ve kıymet bilen bir adam olduğundan Osman Sabri Efendi’nin hâl ve tavrına kızmak şöyle dursun, aksine memurluk sırlarını herkesten, özellikle bir gazete yazarından gizleyebilen memurun övgüye layık olacağını gönlünden hükmediyordu.
Savcı gittikten birkaç dakika sonra gazeteci de gazetehanesine gitmek için yerinden kalkıyordu. Hatta zihninden “Hiç olmazsa katillerin derdest olunamadığından ve kimler olduğu da bilinemediğinden bir fıkra yazılabilir.” diye bir de zihninden yazı tertip ediyordu. O aralık evvelce Savcı Osman Sabri Efendi’yi çağıran müfettiş tekrar kapıdan girerek dedi ki:
“Mutasarrıf paşa biraderiniz, teşrifinizi Osman Sabri Efendi’den haber alarak mülakatınızı arzu ediyorlar efendim!”
Bu davet yazarı epeyce sevindirdi. Zira Öreke Taşı cinayetine dair birkaç laf da mutasarrıftan kaparsa, zihninde tertip etmekte bulunduğu yazıyı bir kat daha tamamlamış olacağını hesap etti.
Beyoğlu mutasarrıfı o zaman Mecdettin Paşa isminde bir zat idi ki lafı olan mutasarrıflardan ne daha iyi ne daha fena olup “Beyoğlu mutasarrıfı” denildiği zaman hatıra nasıl bir adam geliyorsa öyledir. Fakat bu hâl yalnız memuriyet sıfatı olan Osman Sabri Bey gibi karikatür sayılabilmekten tamamıyla uzaktır. Boyca boylu, ence