Şöyle bir fıkranın gazetede görülmesi okuyucuların ne derecelere kadar nazar ve ehemmiyetlerini açacağı ve ne kadar meraka sebep olacağı tafsile muhtaç değildir. Ertesi gün de bu olay hakkında gazetenin izahat vereceği beklenirken, izah yollu hiçbir şey görülememesi halkın merakını bir kat daha arttırmıştı.
Gerçi memlekette yalnız bir gazete bulunmayıp daha başkaları var ise de çaba göstermeden haber ve bilgi almak öyle her gazeteciye nasip olmaz. Bazıları birbirinden havadis almak âdetinde olmalarıyla, başka gazetelerin verdikleri bilgi şu ilk fıkradan fazlası değildi. Ziyade gibi görünen kısımları sadece yazan efendilerin kendi hayalhanelerinde buldukları vukuattan ibaret idi.
Daha ertesi, yani perşembe günü yine malum gazetede şu fıkra okundu:
Öreke Taşı’nda keşfini bir evvelki günkü nüshamızda bir nebzecik beyan etmiş olduğumuz müthiş ve garip cinayet hakkında Beyoğlu zabıtası tarafından gönderilen resmî tutanağı aynen yayınlıyoruz:
(…) Gazetesi matbaasına:
Muteber gazetenizin dünkü nüshasında Boğaz sonunda bulunan ve Öreke Taşı olarak bilinen kaya üzerinde on beş, on altı yaşlarında bir Müslüman kızı ile iki kişi de Maltalı veyahut Elenoz’un naaşları balıkçılar tarafından keşfolunduğuna dair bir fıkra dikkatimizi çekti. Zikredilen cinayet, Rumi takvimine göre ayın on altıncı pazar akşamı, yani pazartesi gecesi vuku bulmuştur. Sonra gelen pazartesi günü balıkçılar Büyükdere zabıtasına durumu ihbar etmeleriyle zikredilen zabıta tarafından tahkikine derhâl memurlar gönderildiği gibi olayın Beyoğlu merkezine de ihbar olunması üzerine merkez savcılarından Osman Sabri Efendi’nin emrine bir teftiş ve iki de çavuş verilerek derhâl cinayet mahalline gönderilmişlerdir. Malum savcı tarafından yazılan raporun bir sureti eklenmekle sizlere de gönderilmiştir. İcabının icrası konusunda…
Bir gazeteye gönderilen raporun icra olunacak icabı neden ibaret olabilir ki? Bu “icabının icrası” iki kelimeden ibaret bir sözdür ki kime hitap ediliyorsa manası “Aklına geleni yap!” demek olur. Gazetecinin aklında ise her şeyden evvel gazetesini doldurmak sureti yer tutmuş olacağı gibi evvelki günkü nüshasında yer alan fıkra zaten okuyucularının pek ziyade meraklarına sebep olduğundan ve ehemmiyetli nazarlarını çekmiş olduğundan, okuyucularının biraz daha ikna edilmesi için Savcı Osman Sabri Efendi’nin raporunu da aynen yayınladı:
Savcılık Tutanağı
Rumi takvime göre ayın on yedinci pazartesi günü savcılığın emri gereğince Teftiş Cemal Efendi, Ali ve Mustafa Çavuşlar ile birlikte Beşiktaş iskelesinden Rumeli sahilinin beş buçuk vapuruna binilerek Yenimahalle’ye ve oradan kayık ile Kanlıkaya’ya gidildi ve malum olan kayada o gece vuku bulan cinayetin tahkikatına girişildi.
Büyükdere merkezinden Teğmen Mehmet Ağa, yanında köy imamı, iki muhtar ve üç zaptiye olduğu hâlde bizden evvel cinayet mahalline vararak naaşların asıl yerlerini ve vaziyetlerini değiştirmek gibi hareketlerde bulunmuştur ki savcının varışından evvel bu gibi hareketlerin, daha sonra yapılacak olan incelemeleri zorlaştıracağı savcılığın malumudur. Bir cinayet mahalli ne hâlde ise, savcı varıncaya kadar o hâlin asla değiştirilmemesini kaç defadır arz ettiğim hâlde henüz olumlu bir neticesinin görülmemesi büyük üzüntüye sebep olmaktadır.
Her neyse, acizleri Kanlıkaya’ya vardığında naaşların hâl ve vaziyetleri önceden neden ibaret ise, yine o hâl ve vaziyete çevrilmekle incelenmeye başlandı.
Katledilen kızın hakikaten Müslüman olduğu, parmaklarındaki kına izlerinden anlaşılmaktadır. Kendisi on altı yaşından fazla tahmin olunamayacak kadar genç ve lepiska saçlı, gayet güzel ve elbisesi de temiz olduğundan öyle adi karılardan sayılamaz. Yanındaki katledilen erkeklerin ise Kefalonyalı oldukları, üzerlerinden çıkan evraktan ve özellikle kendilerine gönderilmiş olan Rumca mektupların zarfları üzerinde yazılı olan isim ve ikamet adreslerinden anlaşılmıştır ki birisi Leh Sokağı’nda oturan Petri ve diğeri de Galata’da Kemeraltı’nda Kosti’nin meyhanesi üzerindeki odalarda kalan Mihal’dir.
Genç kızın kimin nesi olduğunu her ne kadar tahkike çalışmış isek de bulabilmek mümkün olamamıştır. Bir de meydanda yaralı olarak her ne kadar bir kız ile iki Kefalonyalı bulunmuş ise de kayanın Anadolu cihetindeki sahili üzerinde birkaç yerde kan lekelerine rastlanmıştır. Acizane olan şüpheme göre bu kanlar diğer birkaç yaralıdan akmıştır ki yaraları hemen ölmelerine sebep olacak yaralardan olmadıkları gibi kayık ve sandallarına binerek kaçmışlardır.
Cinayet mahallinde mükemmel bir sofra takımı ile bir de ziyafet sonrasını gösteren bir hâl mevcut olduğundan oraya mehtap sefası icrasına gidilmiş olduğu hâlde sefa ehli arasında bir kavga çıkmasıyla işin bu cinayete dönüştüğü ilk acizane kanaatimdir.
İşbu müthiş cinayet hakkında tetkiklerimi tamamlama hususunda işe yarayacakları münasebetle cinayet mahallinde ne kadar eşya bulunduysa hepsi ve katledilenler de alınarak evvela Büyükdere’ye ve sonra Beyoğlu zabıtasına getirilmiş ve Kefalonyalı cesetler garipler hastanesine teslim olundukları gibi kızın naaşı da kadın hastanesine teslim edilmiştir. O konuda tüm tasarruf hakkı idarenin emrindedir.
Bazı havadis meraklıları vardır ki âlemin hâline dair gazetelerde okudukları fıkraları kendi meraklarına nispetle kâfi görmeyerek gazetehanelere kadar gelirler. Yazarları ile görüşürler. Gazetelere derç olunan vakalar hakkındaki malumat yalnız o kadardan ibaret midir? Yoksa daha ziyade malumat vardır da her ne mülahazaya mebni ise bu kadarcığını yazmakla mı yetinilmiştir? Buralarını sormaya başlarlar.
Bu gibi suallerin, zaten işleri başlarından aşmış olan biçare yazarları ne kadar rahatsız edeceğini bilseler, belki biraz insaf ederler ise de birtakımları da vardır ki malumat ve izahlar almakla dahi yetinmeyerek o meseleler hakkında yazarın bu konudaki fikirlerini ve daha doğrusu kanaatlerini de sormaya kadar varırlar.
Öreke Taşı meselesi ise hakikaten umumi meraka sebep olan garip bir hadise olmakla, Beyoğlu zabıtasının verdiği izahatın intişarından bir gün sonraki cuma gününün tatil olması da müsait görünerek gazetehaneye o kadar meraklı adamlar gelmiş ve her biri başyazarı o kadar suallere boğmuşlardı ki biçare yazar az kalmıştı ki ertesi günkü gazete için hiçbir şey yazamasın.
Şu kadar var ki bu sorgulamalar bir taraftan faydalı da oldular. Zira Büyükdere’den gönderilmiş olan evrak ile bir de Beyoğlu zabıtasının tutanağının içeriğinden başka, gazetece malumat olmadığı ve olayın ortaya çıkarılması için öyle pek fevkalade bir surette ehemmiyet verilmediği hâlde; gazete, insanların bu kadar merakını görünce bu acayip cinayetin sırlarının ortaya çıkarılması için büyük gayret sarf etti. Ayrıca yazmaya başladığımız bu romanın zeminini teşkil eden bu hadise, bir eser ortaya çıkarmaya da vesile oldu.
Gazeteci kısmı bir şeyin tahkik ve tetkikini cidden merak ederler ise, o şeyi etrafıyla öğrenmemeleri düşünülemez. Zira her tarafta dostları ve her dostlarının nezdinde nüfuzları vardır. Özellikle bu dostlar gazeteciye yanlış malumat verip de eksik ya da ziyade bir şeyin yazılmasına sebep olurlar ise sonradan birçok taraflardan tekzibi davet etmiş olacaklarını da bildiklerinden, gazeteci tarafından talep olunan malumatı mümkün mertebe en doğru olarak verirler.
Bizim gazeteci, Öreke Taşı Vakası hakkında en mükemmel malumatı almak için doğrudan doğruya Beyoğlu savcılarından Osman Sabri Efendi’ye müracaatı kararlaştırdı. Zira zabıtanın kendisine gönderdiği resmî tutanaklardan da malûmatın esası Osman Sabri Efendi’nin önceki incelemesi üzerine bina edilmişti.
O günkü cuma günü zabıtanın tatil olması o gün görüşmeye mâni olmuştu. Dolayısıyla ertesi günü yazar