CELÂLEDDİN: “Ah! Bilir misin ki bir mert; öyle bir bela, öyle bir dehşet içinde bulunur da kendini, dostunu ve belki -bazı kere- düşmanını çekişe çekişe mevtin pençesinden kurtarmaya çalışırsa ne kadar ömrü artar, nasıl gönlü açılır?”
NEYYİRE: “Bilirim! Seni o muharebenin, o kıyametin arasında gördüm de onun için bilirim! Hâlâ gözümün önündedir. Ordu yerine gelen asker, çadırın iplerine sarılmış idi. Oklar -ağaca hücum etmiş arı topu gibi birinin başı birinin kanadına yapışırcasına birbirine sıkışarak- vızlıya vızlıya etrafımda dolaşmaya başladı. Ben dakika dakika Azrail’i beklerken karşıdan kasırga gibi bir duman peyda oldu. Daha duman birkaç yüz adım uzakta iken yolumun uğrağında her ne varsa rüzgârından perişan oldu. Bir de duman yarıldı. Ne göreyim? Meğer o kara buluttan bir mehtap! Mehtap değil, gül çehreli, insan kıyafetinde bir melek saklı imiş! Bir melek ki insan kıyafetine girmiş de yine melekliği yüzünden akıyor. Gözlerimi bir türlü cemalinden ayırmak mümkün olmadı. Dalmışım… Hayran hayran hâlini, tavrını seyrediyordum. O kadar dalmışım ki çadırın önüne dökülen kanlar ayağıma gelmiş, eteklerime bulaşmış da haberim yok! Bir de hemen gözümün önünden kayboldun. Gittin! Hâlimi unuttum. Seni aramaya başladım. Etrafıma göz gezdirir dururken kulağıma bir dilfirip sada geldi! Meğer yanıma gelmiş de taht-ı revanımı emredermişsiniz! Yüzünüze baktım. Bütün bütün gaşyoldum! Vücudumun bir yerini hareket ettirmeye iktidarım kalmadı. Hatta bilirsiniz ya, dudaklarımı oynatıp teşekkür için bir kelime olsun söyleyememiştim. Aramızda topu topu üç beş adım yer vardı. Değil mi? Yüzünüze baktığım anda can evime bir ok atmış olaydın, mümkün değil, kalbime muhabbetinden evvel yetişemezdi! Zalim, sanki beni esir etmedin, öyle mi? Hangi cariyen benim gibi sana kulluk eder?”
CELÂLEDDİN: (latife yollu) “Azat olduğunu mu istiyorsun?”
NEYYİRE: “Allah esirgesin! Ben anlıyorum. Siz benden saklıyorsunuz. İhtimal ki yüzünüzü güldürebilirim diye, ömrümde bir kere latife edecek oldum. Mukabilinde beni ağlatıncaya kadar çalışacaksınız!”
İkinci Meclis
Evvelkiler, Kutbeddin
KUTBEDDİN: “Valideciğim! Niçin gözleriniz dolmuş? Evvel benim gözlerimde bir damla yaş görseniz darılırdınız! Dünyanın hâli değişti ise nineler ağlayacak, çocuklar susturmaya çalışacak kadar da mı değişti?”
NEYYİRE: “Gözlerim mi dolmuş? Belki toz kaçmıştır. Her gözü sulanan ağlamaz. Haydi aslanım! Dışarı git de eğlen! Ok at! Kılıç vur! Şiir oku! Elbette bir şey bulur eğlenirsin değil mi? Burada canın sıkılmıyor a iki gözüm?”
KUTBEDDİN: “Padişahım himmetinde, pederimin, validemin yanında iken neden canım sıkılsın?” (Kutbeddin çıkar.)
Üçüncü Meclis
Celâleddin, Neyyire
CELÂLEDDİN: “Bir latifemi bile çekemiyorsunuz…”
NEYYİRE: “Öyle ayrılıkla latife mi olur?”
CELÂLEDDİN: (kendi kendine) “Çehresi âdeta ölü rengi bağladı. Yine güzel, ruhtan, hayattan güzel!” (Neyyire’ye) “Dünyada senden sıkılmak, senden ayrılmayı istemek benim için mümkün müdür? Allah aşkına öyle hatıralara, öyle vahimelere aldanma da bir kere gönlüne sor! Bir kere vicdanına dikkat et!”
NEYYİRE: “Yok! Allah’ın aşkına yemin veriyorsunuz! Yalan söylersem korkarım. Cezasını muhabbetimde bulurum! Hâline baktıkça hatırıma bin vesvese geliyor. Fakat gönlüm bir türlü benden sıkıldığına, beni sevdiğine kail olmuyor. Allah’ım cemalinle bana tecelli etmişsin! Öve öve bir kul yaratmışsın! Bir hâlde yaratmışsın ki yüzünü Mecusiler görseler güneşi bırakır buna taparlar. O kuluna da beni nasip ettin! İnsan kadar âciz bir mahluk arasında “Celâl” kadar ali bir vücut yaratan kudretine, o kadar mümtaz yarattığın bir kulunun gönlünü “Neyyire” gibi değersiz bir biçareye meylettiren merhametine, topraktan, dikenden gül yetiştirdiğin gibi benden de Kutbeddin gibi bir melek vücuda getiren azametine sığınıyorum. Beni Celâl’imin muhabbetinden meyus, iltifatından mahrum etme!”
CELÂLEDDİN: (Neyyire’ye) “Ne kadar hazin, ne kadar garip dua ediyorsun? İşte beni de kendine benzettin! Kutbeddin görse âdeta ağlıyor zannedecek! Pederim, dünyanın en büyük padişahlığını kaybettiği zaman gözlerim bu kadar yaşarmamıştı!”
NEYYİRE: “Ah! Yine saltanat, nazarınızda saltanattan başka bir şeyin kıymeti yok! Padişahlığınız değil, padişahlık ümidiniz muhataraya düşmüş; dünyada söyleyecek ne varsa birisi gözünüze görünmüyor.”
CELÂLEDDİN: “Çocuk, ben kendim için mi teessüf ediyorum? Ben saltanat sürmek için pederimden memleket bulmaya mı muhtacım?.. Ecdadıma o mülkü kazandıran kılıç, acaba, benim elimde bir iş görmez mi? Şu daha düşman yüzü görmeden böyle bir vücut âlemi içinde bir adem köşesi bulacak kadar korkmakta maharet gösteren babam kadar olsun yer zapt etmeye muktedir değil miyim? Onun zapt ettiği yerlere padişahlığım kifayet etmez mi? Cihan mülkü sahihan bir tırnağına değmeyen Neyyire’min başına yemin ederim ki Celâl elinde birkaç kılıç, göğsünde