Nöbetçilerden biri, uyku dolu gözlerini ovuşturdu, vakitsiz ziyaretçilerin yüzüne baktı, homurdandı:
“Mumlar söndü, bey uyudu, siz sohbete geliyorsunuz!”
“Öyle icap etti, Lala Bey’i mutlaka görmek lazım. Sen zahmet et de içeri gir, Dimitriyos’un geldiğini söyle.”
Dimitriyos, herkesin tanıdığı bir sima idi. Kimi bu adamın Nuh tufanında bilinmez bir dille ve bilinmez bir yazı ile yazılmış bir kitabı uzun yıllar çalışarak, Allah’tan da ilham alarak okuyup imana geldiğini kimi de kızını Cem’in sarayına peşkeş çekip hazineler düzmeye koyulduğunu söylerdi. Fakat onun büyük bir nüfuza malik olduğu biliniyordu. Bu sebeple nöbetçi çadırdan içeri girdi, bir post üzerine uzanarak kara kara düşünceler geçirmekte ve bir türlü uyuyamamakta olan Lala Yakup Bey’e haber verdi:
“Dönme Rum geldi, yanında biri daha var. Sizi görmek istiyor…”
Yakup Bey postun üzerinde doğruldu, taaccüp gösterdi:
“Dimitriyos mu geldi, ne münasebet?..”
“Ben de öyle dedim ama ayak diredi, beni zorla içeri gönderdi.”
Lala bir nebze düşündükten sonra emir verdi:
“Mumu uyandır, onu da çağır.”
Dimitriyos Sofyan, Cem’in talihini elinde tutan sert tabiatlı kumandanı hürmetle selamladı, vakitsiz ziyaretinden dolayı özürler dileyerek söze başladı:
“Sizi rahatsız ettim, affınızı dilerim. Fakat içim içime sığmıyor, yüreğimden kan gidiyor. Derdimi size de dökmezsem mutlaka çıldıracağım, inmeye uğrayacağım.”
Lala Yakup Bey, büyük bir hayret içinde, Dimitriyos’a oturmasını işaret etti ve telaşla sordu:
“Ne var, ne oluyor, fena bir haber mi aldınız?”
Dimitriyos, İren’i göstererek anlattı:
“Şevketlu efendimiz, Latince bir kitap bulmuşlar, merak edip tercüme ettirmek istemişler. Bu çocuğu gönderdim. Kitap Türkçeye çevrilirken ne deseler iyi?..”
“Ne demişler?”
“ ‘Evlat! Hazır ol, yarın savaş var!’ buyurmuşlar.”
“Ne çıkar bundan?..”
“Ne mi çıkar? Galiba latife ediyorsunuz, benimle eğleniyorsunuz…”
“Hayır. Ne eğleniyorum ne de şaka yapıyorum. Yalnız ne demek istediğini anlamıyorum.”
“Yarın savaş varsa efendimiz için tehlike var demektir.”
“Neden?..”
“Çünkü her savaşın sonu iki şekilden biri olur: Kazanmak, kaybetmek. Allah etmesin, biz kaybedersek ne olur?”
“Burasını düşünmek gülünçtür. Biz, icap ederse çarpışırız. Kazanırsak ne âlâ, bozulursak bahtımıza!”
“Kulunuz öyle düşünmüyorum, şevketlu efendimizin mutlaka kazanmalarını istiyorum!”
Lala Yakup Bey, acı acı güldü:
“Kazanmak, istemekle olsaydı şimdiden kendimizi galip sayardık, donanma kurardık. Ne yapalım ki yenmek ve yenilmek takdire bağlı!”
“Takdirin yanında tedbir de vardır. Biz velinimetimizi tehlikeden korumalıyız. Savaştan evvel etrafı kollayıp kendimize yardımcılar bulmalıyız.”
“Büyü mü kuralım, sihir mi düzelim, efsun mu okuyalım, ne yapalım?”
Dimitriyos iki dizüstü geldi:
“Lala Bey! Evvela can, sonra canan derler. Ben de ilkin sağlık, sonra şahlık diyorum. Şevketlu efendimizin sağ olması ve sağ kalması her şeyden üstündür. Taht meselesi ikinci kalır. Eğer biz, tahtı ön safa geçirip de hemen savaşa girersek efendimizin hayatını tehlikeye atmış oluruz.”
Lala Yakup Bey yüzünü ekşitti, Dimitriyos’un sözünü kesti:
“Peki ama ne yapalım? Onu söyle.”
“Söyleyeceğim beyim, söyleyeceğim. İlkin müsaade buyurun da geçmiş günleri düşünelim: Osmanoğulları’nda post kavgası yeni başlamıyor. Birinci Murat’ın oğlu Saveci Bey, yüz elli sene evvel bu çığırı açtı, babasının elinden saltanatı almak istedi, kellesini verdi. Çelebilerin boğuşması on bir sene sürdü. Süleyman, Musa, İsa bu uğurda can verip gitti. Büyük Mustafa, Küçük Mustafa, İkinci Murat’ın talihini yenemediler, taht yerine ağaç dalına çıktılar, asıldılar.68 Şimdi efendimiz o yok olası kardeşiyle karşılaşıyor. İkisinden birisinin ölmesi muhakkak!”
“Allah’ın dediği olur, ezelde yazılan yerini bulur!”
“Ben şevketlu efendimizin yaşamasını isterim.”
“Ben de isterim ama Azrail ile dostluğum yok ki Beyazıt’ın canını aldırayım, Cem Sultan’ı bin yıl yaşatayım. Bir kılıca hükmüm geçer, onu da Cem uğruna çekmiş bulunuyorum, kellem koltuğumda savaşa hazırlanıyorum.”
“Siz isterseniz efendimizi koruyabilirsiniz.”
“Hâlâ benim isteyip istemediğimi soruyorsun, canımı sıkıyorsun. Uzun lafı bırak da düşündüğünü söyle…”
“Düşündüğüm şudur: Savaşın önüne geçmek.”
“Nasıl geçelim, bu kalabalığı alıp geri mi dönelim? Yaydan çıkan ok, bir dahi tutulur mu?”
“Beyazıt’a dost görünüp kendisini kandırabilirsiniz, muharebeyi savsaklarsınız, sonra onun yanındakilerle anlaşmak yolunu bulursunuz, muharebesizce işi halledersiniz. Çelebi Mehmet’in Düzme Mustafa üzerine gönderdiği Beyazıt Paşa da öyle yaptı, ordusuyla beraber Mustafa tarafına geçti. Beyazıt’ın yanında yeni yeni Beyazıtlar yok mudur?”69
Yakup Bey bir kahkaha kopardı:
“Ne iyi fikir, ne iyi misal! Ben de Beyazıt Paşa gibi yapayım, onun gibi asılayım, öyle mi?”
“Yapmayın, yaptırmak yolunu bulun. Fakat icap ederse ve velinimetimizin menfaatine uygun düşerse bizzat da o işi yapmalısınız.”
Lalanın tahteşşuurunda kaynaşan müphem fikirler, emeller, arzular, ihtiyaçlar şimdi sıra sıra beynine yükseliyor, şekil alıyor ve nizam altında harekete geçiyordu. Beyazıt’la uyuşmak!.. Bu, ceffelkalem70 reddolunacak bir mülahaza değildi. Gerçi Dimitriyos’un teklifi, tamamen açık bulunmuyordu, uyuşmak kelimesiyle neyi istihdaf ettiği layıkıyla anlaşılmıyordu. Lakin şu fikir, etraflı surette işlenirse müspet neticeler elde edilebilirdi.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне