Ayrıca, gayet gelişmiş aletler sayesinde Ay’ın yüzeyi tek bir bakılmadık nokta kalmadan incelendi ve çapı 2.150 mil, yüzeyi yerkürenin on üçte biri ve hacmi de kırk dokuzda biri olarak hesaplandı. Tek bir sırrı bile gök bilimcilerin gözünden kaçamadı. Bu hünerli âlimler şaşırtıcı gözlemlerini daha da ileri taşıdılar.
Şu anlaşıldı ki dolunay hâlindeyken Ay’ın bazı kısımları beyaz çizgili, diğer evrelerdeyken ise siyah çizgili olarak görülüyordu. Daha büyük titizlikle çalışıldı ve bu çizgilerin anlamı bulundu. Bunlar birbirine paralel olan yükseltiler arasına kazılmış uzun ve dar oluklardı ve genellikle yanardağ ağızlarını çevreliyordu. Uzunlukları on ila yüz mil arasında değişiyordu ve genişlikleri ise 1.600 yarda idi. Gök bilimciler bunları gedik olarak adlandırmaktan ileri gidemediler. Bu gediklerin kurumuş dere yatakları olup olmadığı konusuna bir açıklık getiremediler.
Amerikalılar bir gün bu jeolojik olguyu çözümlemeyi umuyorlardı. Ayrıca Münihli tanınmış bir profesör olan Gruithuysen’in Ay’ın yüzeyinde keşfettiği ve Ay’da yaşayan mühendislerin yaptığını öne sürdüğü paralel surların gerçekte ne olduğunun bulunması konusuna da el attılar. Bu iki konu ve bunlar gibi daha nicesi Ay’a ayak basmadan cevaplanamayacaktı.
Işık yoğunluğuna gelince; o konuda öğrenilecek bir şey kalmamıştı artık. Güneş ışığından 300.000 kat daha zayıf olduğu biliniyordu ve termometrelerce ölçülebilen bir ısısı da yoktu. “Solgun ışık” olayı olarak da bilinen konuya gelince… Ay’ın ilk ve son evreleri arasında görülen bu ışık, yeryüzünün Ay’a yansıttığı Güneş ışığının etkisiyle oluşmaktaydı.
İşte Dünya’nın uydusu hakkında edinilmiş tüm bilgi bundan ibaretti… Gun Club da bu bilgileri kozmolojik, coğrafik, politik ve ahlaki açıdan tamamlamaya hazırdı…
VI. BÖLÜM
BİRLEŞİK DEVLETLER’DE CAHİLLİK VE İNANCIN KEYFÎ SINIRLARI
Barbicane’in konuşmasının ilk sonucu, gecenin kraliçesi hakkındaki güncel bilgilerin tekrar gözden geçirilmesi olmuştu. Herkes harıl harıl çalışmaya koyuldu. İnsan Ay’ın ilk kez görüldüğünü ve daha önce hiç kimsenin gözüne ilişmediğini bile düşünebilirdi. Ay moda ve günün yıldızı oldu; yine de alçak gönüllülüğünden bir şey yitirmemişti. Yıldızlar arasında bir konum edinmişti ama bununla şişinmiyordu. Tüm gazeteler “Kurtların Güneşi”nin geçtiği tüm fıkraları yeniden yayımladı, ilk çağlardaki cahil insanların Ay’ın etkisi diye bildikleri şeyleri hatırlattılar. Her telden çalarak Ay’ın türküsünü söylediler. Onun ağzından şakalar aktarmadıkları kaldı sadece. Yani kısacası tüm Amerika Ay çılgınlığına tutulmuştu.
Bilimsel dergiler ise daha çok Gun Club’ın girişimini sorgulayan makaleler yayımladılar. Cambridge Gözlemevi’nin gönderdiği cevap mektubunu yayımlayıp katıksız bir destek verdiler.
Sözün kısası, en bilgisiz Amerikalının dahi Dünya’nın uydusuyla alakalı meselelerden birinden bile haberdar olmamasına, ülkedeki evde kalmış kızların en kıt akıllısının bile Ay konusunda safsatalara inanmasına müsaade edilmiyordu. Bilim onlara her şekilde ulaşıyor, gözlerinden, kulaklarından içeri giriyordu. Astronomiden sınıfta kalmak imkânsızdı artık.
O zamana kadar birçok insan Ay ve Dünya arasındaki mesafenin nasıl hesaplandığından haberdar bile değildi. Bu durumdan yararlanıldı ve mesafenin, Ay’ın “paralaks”ının hesaplanarak bulunduğunu açıklayan yazılar yazıldı. Paralaks terimi halka çok uzak bir terim olduğu için daha sonraları da bunun yerkürenin iki ucundan Ay’a doğru çizilen iki çizginin oluşturduğu açı olduğu insanlara anlatıldı. Bu yöntemi sorgulayan sorular üzerine de hemen ortalama uzaklığın 234.347 mil olduğunu açıklamakla kalmayıp bir de gök bilimcilerin hesaplarında her yöne yetmiş millik bir sapmadan daha fazla yanılmış olamayacakları eklendi.
Ayın hareketleri konusunda bilgi sahibi olmayanlar için de iki farklı hareketi olduğu, birinin kendi etrafındaki hareketi diğerinin ise Dünya’nın etrafındaki hareketi olduğu açıklandı. Bu iki hareketi de aynı sürede, yani yirmi yedi artı bir çeyrek günde yaptığı anlatıldı.
Dünya çevresindeki dönüşüyle Ay yüzeyindeki gündüz ve gece birbirini izler. Ay’da geçen bir ayda sadece bir gün ve bir gece vardır, 354 saat sürer. Ama Ay’ın şansına, yeryüzüne dönük olan tarafı on dört ayın yaydığı ışığa eş değer bir ışıkla aydınlanır. Bize görünmez olan diğer yüzüne gelince; o da 354 saatlik bir süreyle sadece yıldızlardan yansıyan sönük ışıkla aydınlanır. Bu sürekli gecenin üzerine yalnızca yıldızların o sönük ışığı düşer. Bu olay, kendi ekseni çevresinde dönmeyle bir başka cismin -yani Dünya’nın- çevresinde dönme zamanlarının eşit olmasından kaynaklanır yalnızca.
Bazı iyi niyetli ama gayet tutucu şahsiyetler, ilk başta Ay’ın kendi etrafında dönüşü esnasında nasıl olup da bize hep aynı yüzünü gösterdiğini anlamakta zorlandılar. Bu insanlara şu tavsiye edilmişti: “Yemek odanıza gidin ve yüzünüz hep merkeze dönük olarak yemek masanızın etrafında dönün. Masanın etrafında tam bir tur döndüğünüzde kendi etrafınızda da tam bir tur dönmüş olursunuz çünkü gözleriniz odanın her bir köşesini görmüş olacak. Yani oda, gökyüzü; masa, Dünya ve siz ise Ay’sınız.” Bunu duyanlar bu benzetmeden gayet tatmin oluyorlardı.
Yani Ay bize hep aynı yüzünü gösteriyor ama tam olarak anlatmak için şunu da eklemek gerek: Kuzeyden güneye ve doğudan batıya olan bir salınım sebebiyle Ay, bize yarısından biraz fazlasını gösterir, yaklaşık olarak yüzde elli yedilik bir kısmını…
Cahiller de Cambridge Gözlemevi müdürünün Ay’ın kendi etrafındaki hareketleri hakkındaki bilgisine sahip hâle geldiğinde bu kez de yerküre çevresindeki dönüşünü merak etmeye başlamışlardı ki yirmi bilimsel makale imdatlarına yetişti. O zaman öğrendiler ki sonsuz sayıda yıldızı barındıran gökyüzüne, Ay’ın üstünde dolaşıp yeryüzündeki insanlara zamanı bildirdiği bir saat kadranı olarak bakılabilirmiş. Gecenin kraliçesi, geçirdiği evreleri bu şekilde gösteriyormuş. Yani Dünya, Güneş ve Ay aynı çizgi üstünde olduğunda, Güneş ve Ay karşı karşıya kaldığında dolunaydı. Güneş’le Dünya arasında kalıp kavuşum durumunda olduğunda yeniay idi ve son olarak Güneş ve Dünya arasında kendisinin tepede olduğu bir açı oluşturduğunda ise birinci veya sonuncu evrede oluyordu.
Kafası çalışan bazı Yankiler buradan yola çıkarak Ay tutulmalarının yalnızca kavuşum veya karşı konumda olabileceği sonucunu çıkardılar. Doğru bir şekilde mantık yürütüyorlardı. Kavuşum durumunda, Ay, Güneş’in; karşı konumdayken de yerküre Ay’ın görünmesini önleyebilir. Bu önleme veya tutulmaların, bir Ay ayı içinde, yani iki Ay arasındaki zamanda iki defa olmamasının sebebi, Ay’ın devinimi sırasında izlediği düzlemin yerkürenin yörünge düzlemine eğik olmasıdır.
Ay’ın ufka olan yüksekliği konusuna gelince; Cambridge Gözlemevi’nin mektubunda söylenmesi gereken her şey söylenmişti. Herkes biliyordu ki bu yükseklik, gözlemcinin bulunduğu yere göre değişiyordu. Fakat Ay’ın başucu noktasından, yani gözlemcinin tam tepesinden geçtiği enlemler, Ekvator’la yirmi sekizinci enlem arasında kalanlardı. Yani merminin dikey olarak fırlatılabilmesi ve yer çekiminden en kısa sürede kurtulabilmesi için deneyin bu enlemlerden birinde yapılması çok önemliydi. Bu, girişimin başarıya ulaşması