Gun Club’ın topçu askerleri
“Olamaz! Gerçekten mi?” diye atıldı Tom Hunter. Aklına daha ilk denemesinde üç yüz yetmiş beş kişiyi katleden, saygıdeğer J. T. Maston’ın icadı gelmişti.
“Gerçek!” diye cevapladı öbürü, “Bu zamana kadar yapılmış çalışmaların, aşılmış zorlukların ne önemi var? Boşa harcanan zaman! Yeni dünya barış içinde yaşamakta kararlı gibi gözüküyor ve bizim ‘Tribune’ gazetemiz, nüfustaki bu inanılmaz artışın sebep olacağı bazı felaketleri öngörüyor!”
“Bununla beraber…” diye söz aldı Albay Blomsberry, “Avrupa’da ulusallık ilkelerini desteklemek için hâlâ çarpışıyorlar.”
“Yani?”
“Yani orada iş yapacağımız bir durum olabilir ve eğer bizim hizmetimizi kabul ederlerse…”
“Neyin hayalini kuruyorsun sen?” diye bağırdı Bilsby, “Yabancıların hayrına topçuluk yapmanın mı?”
“Hiçbir şey yapmadan burada oturmaktan daha iyidir.” diye cevapladı albay.
“Kesinlikle!” dedi J. T. Maston, “Ama yine de bu hayalin ardından gitmemeliyiz.”
“Peki ama niye?” diye üsteledi albay.
“Çünkü Eski Dünya’dakilerin ilerleme düşünceleriyle biz Amerikalıların düşünceleri oldukça zıt. Onlara göre, asteğmen olmadan general olunmaz. Yani bu durum şöyle demeye eş değer: Kimse kendi yapmadığı silahı doğrultamaz!”
“Saçma!” diye cevapladı Tom Hunter, rahat koltuğunun ahşap kolçağını av bıçağıyla oyarken. “Fakat orada da durum böyleyse bize kalan tek şey tütün ekip balina yağı damıtmak!”
“Ne dedin sen?!” diye kükredi J. T. Maston, “Ömrümüzün geri kalan yıllarını top yapmakla geçiremeyeceğiz mi yani? Silahların menzillerini deneme fırsatını tekrar bulamayacak mıyız? Top mermilerimiz gökyüzünü aydınlatmayacak mı hiç? Denizaşırı ülkelere savaş açmak için uluslararası bir fırsat geçmeyecek mi elimize? Fransızlar buharlı gemilerimizden birini batırmayacak veya İngilizler insan haklarını ihlal edip birkaç vatandaşımızı asmayacak mı?”
“Maalesef öyle bir şansımız yok.” diye cevapladı Albay Blomsberry, “Böyle bir şey olması neredeyse imkânsız. Böyle bir şey olsa bile biz yararlanamayacağız. Amerikan duyarlılığı gittikçe azalıyor ve bir gün hepimize tasmayı geçirecekler!”
“Evet kendi kendimizi aşağılıyoruz!” diye cevap verdi Bilsby.
“Ve bizi aşağılıyorlar!” dedi Tom Hunter.
“Çok haklısınız.” diye atıldı J. T. Maston tazelenmiş bir sesle, “Binlerce savaş sebebimiz var ama biz yine de savaşta değiliz! Kollarımızı ve bacaklarımızı ne yapacaklarını bilmeyen insanlar için saklıyoruz! Ama savaş sebebi bulmak için çok uzağa gitmeye hiç gerek yok. Kuzey Amerika bir zamanlar İngiltere’ye ait değil miydi?”
“Şüphesiz.” diye cevapladı Tom Hunter, “Niye İngiltere de kendi sırası geldiğinde Amerikan toprağı olmuyor?”
“Bu kesinlikle gayet adil olur!” dedi Albay Blomsberry.
“Gidip bunu Amerika Birleşik Devletleri başkanına sunun o zaman!” diye atıldı J. T. Maston, “Ve görelim bakalım sizi nasıl karşılayacak.”
“Peh!” diye söylendi Bilsby, savaştan sonra ağzında kalan dört dişin arasından, “Bu hiç işe yaramaz!”
“Tanrı biliyor!” diye söylendi J. T. Maston, “Bir sonraki seçimlerde benim oyuma güvenmesin!”
“Hiçbirimizin oyuna güvenmesin!” diye kükredi bu aksi maluller.
“Bu arada…” diye söz aldı J. T. Maston, “Eğer yeni havan toplarımı deneyecek sahici bir savaş meydanı bulamazsam Gun Club üyelerine veda edip kendimi Arkansas çayırlıklarına gömeceğim!”
“Böyle bir durumda biz de sana eşlik ederiz!” diye atıldı diğerleri.
Durum böylesine vahimken ve kulüp kapanma tehlikesiyle karşı karşıyayken bu denli elim bir olayın olmasını engelleyecek beklenmedik bir şey oldu.
Bu konuşmanın ertesi sabahı, üyelerin her biri, içinde şu satırların bulunduğu bir genelge aldı:
Baltimore, 3 Ekim
Gun Club başkanı, 5 Ekim günü yapılacak olan toplantıda, üyeleri oldukça sıra dışı bir konuda bilgilendireceğini duyurmaktan onur duyar. Dolayısıyla bu çağrıya her koşulda riayet etmelerini rica eder.
II. BÖLÜM
BAŞKAN BARBICANE’İN KONUŞMASI
5 Ekim günü akşam saat sekizde, Union Meydanı’nda 21 numarada bulunan Gun Club’ın salonlarına büyük bir kalabalık akın etmişti. Baltimore’da yaşayan tüm kulüp üyeleri, başkanlarının çağrısına uymuştu. Dışarıdaki üyelere gelince… Ekspres trenler yüzlerce üyeyi şehrin sokaklarına boşaltmaktaydı. Şehrin tüm caddelerine ilanlar asılmıştı ve büyük salon ne denli büyük olursa olsun, bu âlimler ordusunun hepsine kucak açamıyordu. Kalabalık, yan odalara, koridorlara, avluya taşmıştı. Bu kalabalık, kapılara dayanan ve Başkan Barbicane’in söyleyeceklerini duymak için itişip kakışan, “özerklik” duygusuyla yetişmiş bireylere özgü bir özgürlük anlayışıyla içeri girmeye uğraşan ayaktakımına göğüs germekteydi.
O akşam şans eseri Baltimore’da olan birisi, ne verirse versin salona girmeyi başaramazdı. Bu salon kesinlikle ve kesinlikle asil ve uzaktan irtibat sağlayan üyelere ayrılmıştı. Başka hiç kimsenin içeri girmesi mümkün değildi. Böylece şehrin önde gelenleri, belediye meclisi üyeleri ve “önemli kimse”ler, içeriden gelecek bir haber için dışarıdaki sıradan insanların arasına karışmak zorunda kalmıştı.
Yani geniş salon, meraklı bir kalabalıkla dolup taşmıştı. Bu kocaman salon, amacına uygun olarak hazırlanmıştı. Kubbenin dökme demirden yapılmış, oya gibi işli, ince, demir iskeletini, kalın havanlar bindirilmiş toplardan oluşan sütunlar desteklemekteydi. Uzun tüfekler, yayvan namlulu kısa tüfekler, altıpatlarlar, karabinalar, arkebüzler, yani eski ve yeni her türlü silah, iç içe, göze hoş görünen bir düzende, sanki öldürmek için değil de süslemek için yaratılmışçasına duvarlarda yer alıyordu. Bir avize misali birbirine tutturulmuş pek çok tabanca arasından gelen gaz lambası ışığı göz kamaştırırken diğer yanda birbirine geçmiş eski tip tüfeklerden oluşan başka bir avizeden gelen ışık, bu büyüleyici manzarayı tamamlıyordu. Top maketleri, bronz örnekler, delik deşik olmuş nişan tahtaları, Gun Club’ın atışlarıyla dövülmüş levhalar, mermi süngüleri ve namlu temizleyicileri, bir dizi mermi ve gülle… Kısacası ateşli silahlarla ilgili her türlü malzeme öylesine göze hitap eden bir şekilde yerleştirilmişlerdi ki insan, öldürmek için değil de süslemek için yapıldıklarını düşünebilirdi…
Salonun diğer ucunda, başkan ve dört sekreteri kocaman bir yükseltinin tepesinde yerlerini almıştı. Başkanın oturmakta olduğu koltuk, oymalı bir top arabasına konulmuştu ve görüntüsüyle 32 parmaklık, doksan derece dikilmiş ve kulplara asılı hantal bir havanı andırıyordu. Öyle