Safahat. Mehmet Akif Ersoy. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Mehmet Akif Ersoy
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-605-121-909-7
Скачать книгу
ection>

      Safahat

      Birinci Kitap

      Evlâdım Mehmed Ali’ye yâdigâr-i vedâdımdır.

      "Bana sor sevgili kâri', sana ben söyleyeyim"

      Bana sor sevgili kâri', sana ben söyleyeyim,

      Ne hüviyyette şu karşında duran eş'ârım:

      Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;

      Ne tasannu' bilirim, çünkü, ne san'atkârım.1

      Şi'r için «gözyaşı» derler; onu bilmem, yalnız,

      Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!2

      Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;

      Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!

      Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;

      Oku, zira onu yazdım, iki söz yazdımsa.

      Fâtih Câmii

      Yatarken yerde ilhâdiyle haşr olmuş sefîl efkâr,

      Yarıp edvârı yükselmiş bu müthiş heykel-i ikrâr.3

      Siyeh-reng-i dalâlet bir bulut şeklinde mâzîler,

      Civârından kaçar, bulmaksızın bir lâhza istikrâr;4

      Ziyâ-rîz-i hakîkat bir seher tavrında müstakbel,

      Gelir fevkinden eyler sermedî binlerce nûr îsâr.5

      Derâğûş etmek ister nâzenîn-i bezm-i lâhûtu:

      Kol açmış her menârı sanki bir ümmîd-i cür'etkâr!6

      O revzenler, nazarlardan nihan dîdâra müstağrak

      Birer gözdür ki sıyrılmış önünden perde-i esrâr.7

      Bu kudsî ma’bedin üstünde tâban fevc fevc ervâh,

      Bu ulvî kubbenin altında cûşan mevc mevc envâr.8

      Tecessüd eylemiş gûya ki subhun rûh-i mahmûru;

      Semâdan yahud inmiş hâke, Sinâ-reng olup, Didar!9

      Tabiat perde-pûş-i zulmet olmuş, hâbe dalmışken,

      O, gûya kalb-i nûrânîsidir leylin, durur bîdâr.10

      Evet bir kalbdir, bir kalb-i cûşâcûş-i âşıktır,

      Ki cevfinden demâdem yükselir bin nâle-i ezkâr.11

      Nümâyan cephesinden Sadr-ı İslâmın meâlîsi:

      O sadrın feyz-i enfâsiyle güyâ bir yığın ahcâr,12

      Kıyâm etmiş de, yükselmiş ve bir timsâl-i nûr olmuş,

      Nasıl timsâl-i nûr olmaz? Şu pek sâkin duran dîvâr,13

      Asırlar geçti hâlâ bâtılın pîş-i hücûmunda,

      Göğüs germektedir, bir kerre olsun olmadan bîzâr.14

      Bu bir ma'bed değil, Ma'bûd'a yükselmiş ibâdettir;

      Bu bir manzar değil, dîdâra vâsıl mevkib-i enzâr.15

      Semâdan inmemiştir, şüphesiz, lâkin semâvîdir:

      Zemînî olmayan bir cilve-i feyyâzı hâvîdir.16

***

      Bir infilâk-ı safâdır ki yâr-ı cânımdır,

      Sabahı pek severim, en güzel zamânımdır.17

      Ridâ-yı leyli henüz açmamıştı dest-i semâ,

      Sabâ da hâb-ı sükûndan ayılmamıştı daha,18

      Fezâ-yı rûhda aksetti, es-salâ-perdâz

      Müezzinin dem-i mahmûru, bir hazîn âvâz.19

      İçimde cûş ederek lücce lücce istiğrâk,

      Ezânı beklemez oldum; açılmadan âfâk,

      Zalâmı sîneye çekmiş yatan sokaklardan

      Kemâl-i vecd ile geçtim. Önümde bir meydan

      Göründü; Fatih'e gelmiştim anladım, azıcık

      Gidince, ma'bede baktım ki bekliyor uyanık.20

      Sokuldum artık onun sîne-i münevverine,

      Oturdum öndeki maksûreciklerin birine.21

      Fezâ-yı ma'bedin encüm-nümâ meşâilini,

      O lem'a lem'a dizilmiş ziyâ kavâfilini22

      Görünce geldi çocukluk zamanlarım yâda…

      Neler düşündüm o sâatte bilseniz orada!23

      Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: «Bu gece,

      Sizinle câmie gitsek çocuklar erkence.

      Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;

      Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!»

      Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi.

      Namaza durdu mu, hâliyle koyverir peşimi,

      Dalar giderdi. Ben artık kalınca âzâde,

      Ne âşıkâne koşardım hasırlar üstünde!24

      Hayâl otuz sene evvelki hâli pîşimden

      Geçirdi, başladım artık yanımda görmeye ben:

      Beyaz sarıklı, temiz, yaşça elli beş ancak;

      Vücûdu zinde, fakat saç, sakal ziyâdece ak;

      Mehîb yüzlü bir âdem: Kılar edeble namaz;

      Yanında bir küçücük kızcağızla pek yaramaz

      Yeşil sarıklı bir oğlan ki, başta püskül yok.

      İmâmesinde fesin bağlı sâde bir boncuk!

      Sarık hemen bozulur, sonra şöyle bir dolanır;

      Biraz geçer, yine râyet misâli dalgalanır!25

      Koşar koşar duramaz… Âkıbet denir «âmin»

      Namaz biter. O zaman kalkarak o pîr-i güzîn,

      Alır çocukları, oğlan fener çeker önde.

      Gelir düşer eve yorgun, dalar pek âsûde

      Derin bir uykuya…26

                                                                     Derken bu hâtırât-ı lâtif

      Çekildi aslına, artık hakîkatin o kesîf

      Likâsı başladı karşımda cilve eylemeye;

      Zaman


<p>1</p>

Tasannu: Sanat taslamak, sanat diye bir takım yapmacıklar yapmak.

<p>2</p>

Aczimin giryesidir: Aczimin gözyaşıdır. Âsâr: Eserler.

<p>3</p>

Hak ve hakikati inkâr eden sefil fikirler yerde sürünürken bu dehşetli iman heykeli, devirleri yarıp yükselmiş.

<p>4</p>

Geçmiş zamanlar, bunun etrafında karanlık sapıklık bulutları gibi bir an bile durmadan uzaklaşır.

<p>5</p>

Gelecek demler de hakikat aydınlığı saçan seher vakitleri gibi gelir; üzerinden kucak kucak sermedî nurlar serper, gider.

<p>6</p>

Her minaresi cüretli ve ümitli bir âşığın uzanmış kolu gibidir ki ilâhiyet âleminin ezelî ve nazlı maşukunu kucaklamak ister.

<p>7</p>

O pencereler birer gözdür ki esrar perdesi sıyrılmış ve her biri nazarlardan gizli bir cemalin temaşasına müstağrak olmuştur.

<p>8</p>

Bu mukaddes mabedin üstünde bölük bölük ruhlar uçuşmakta, bu yüksek kubbenin altında dalga dalga nurlar parlamaktadır.

<p>9</p>

Sanki sabahın mahmurluk hâli, gövdelenmiş yahut Hakkın tecellisi Tûr-i Sina hey'etinde gökten yere inmiştir.

<p>10</p>

Bütün tabiat, karanlık perdesiyle örtünüp uykuya dalmışken o, gecenin nuranî kalbi gibi uyanık durmaktadır.

<p>11</p>

Evet, bir kalbdir, hem de bir âşığın coşkun ve taşkın kalbidir ki içinden binlerce zikir iniltisi yükselmektedir.

<p>12</p>

İslâm’ın başlangıç devrindeki büyüklükler ve yükseklikler onun cephesinde parlıyor. Sanki bir taş yığını şahlanarak o yüce devrin feyizlerini ve yüksekliklerini canlandıran nuranî bir âbide olmuş.

<p>13</p>

İslâm’ın başlangıç devrindeki büyüklükler ve yükseklikler onun cephesinde parlıyor. Sanki bir taş yığını şahlanarak o yüce devrin feyizlerini ve yüksekliklerini canlandıran nuranî bir âbide olmuş.

<p>14</p>

Şu sessiz, sadasız duvarlar, asırlardan beri bâtılın hücumlarına usanmadan göğüs gerip durmuşken nasıl olur da nurun timsali sayılmaz?

<p>15</p>

Bu bir mabet değil, ibadetlerin Mabuda yükselmiş şeklidir. Bu bir manzara değil, nazarların didar-ı Hakka varmış kafilesidir.

<p>16</p>

Gökyüzünden inmemiş olmakla beraber, mertebece semâvîdir ki; Allah’ın feyizli bir cilvesini ihtiva etmektedir.

<p>17</p>

Sabahı pek severim, yâr-i canımdır; safa nurlarının etrafa serpildiği en güzel zamandır.

<p>18</p>

Semanın eli, daha gecenin örtüsünü açmamıştı, sabah rüzgârı da henüz sâkin uykusundan uyanmamıştı.

<p>19</p>

Minarede Esselât okuyan müezzinin mahmur ve hazin sesi ruhumun fezasında akisler yaptı.

<p>20</p>

İçimde istiğrak dalgaları coştu. Artık ezanı beklemeden karanlığı kucaklamış olan sokaklardan mânevi bir coşkunluk içinde geçtim. Önümde bir meydan göründü. Fatih'e gelmiştim. Camiye baktım ki her vakitki gibi uyanık, cemaat bekliyor.

<p>21</p>

Onun nurlu göğsüne sokuldum ve maksureciklerden birine oturdum.

<p>22</p>

Kubbeye asılı olan yıldız dizisi ve ziya kafilesi kandilleri görünce,

<p>23</p>

Çocukluk zamanlarımı hatırladım. Orada ve o saatte bilseniz neler düşündüm.

<p>24</p>

Sekiz yaşında bir çocuktum. Babam: «Bu gece, sizinle camiye gitsek. Fakat namazda uslu oturmanız şartıyla. Yaramazlık ederseniz işte ev!» der ve benimle kardeşimi alıp camiye götürürdü, içeriye girince kendisi namaza durur, hâliyle beni salıverirdi. Babamın takayyüdünden kurtulunca hasırlar üstünde ne âşıkâne koşardım!

<p>25</p>

Hayal, otuz sene evvelki hâli gözümün önüne getirdi de, elli beş yaşlarında, güçlü kuvvetli, fakat sakalı fazla ağarmış beyaz sarıklı ve mehabetli bir adamla yanında küçük bir kız ve pek yaramaz bir oğlanı görmeye başladım. Bu afacanın başındaki fesin püskülü yoktu, ibiğinde mavi bir boncuk bağlı, fesin üzerinde yeşil bir sarık sarılı idi. Bu sarık, her an bozulur, sonra bir dolanır, daha sonra bayrak gibi dalgalanırdı.

<p>26</p>

Yerinde oturamaz, koşar dururdu. Nihayet dua edilir, namaz biter, o muhterem zat çocukları alırdı. Dönerken oğlan önde fener tutar, eve gelince yorgun düşer, rahat ve derin bir uykuya dalardı.