Kahvaltı yaptığım süre içinde, hangi insan ırkına ait olabilecekleri hakkında düşünüp durdum ve birden aklıma düşündükçe heyecandan yanaklarımı kızartan bir fikir geldi.
Bunların, dedem ve babamın bilinmeyen bir ülkede yaşadıklarından söz ettikleri ve Filistin’e kesin dönüş yapmayı bekleyen İsrail’in on kayıp kabilesi olmaları mümkün müydü? Kaderimde onların dönüşüne vesile olmam yazılı olabilir miydi?
Of, ne düşünceydi bu! Çatalımı bıraktım ve kabataslak onları inceledim. Yahudilere benzer hiçbir yanları yoktu; burunları açıkça Grek burnuydu ve dolgun dudakları Yahudi tipine uygun değildi.
Bu tezi nasıl çürütebilirdim? Ne Yunanca ne de İbranice biliyordum hatta burada konuşulan dili anlasam bile bu dillerin hiçbirinin kökenine inemezdim. Huylarını öğrenecek kadar uzun süredir aralarında bulunmamıştım ama bana pek de dindar insanlarmış izlenimini vermediler. Bu çok doğaldı. O on kabile hep acınacak şekilde dinsizdiler. Peki, ben onları değiştiremez miydim? İsrail’in on kabilesini tek gerçeğin bilgisiyle donatmak gerçekten de ölümsüz zafer tacı olurdu! Bunu düşündükçe kalp atışlarım hızlandı.
Bu, bana diğer dünyada iyi yer sağlamaz mıydı? Hatta belki bu dünyada bile! Böyle bir şansı kaçırmak ne aptallık olurdu! Onlar kadar yüksek olmasa da havarilere yakın bir yerde olurdum. Ama kesinlikle ikincil peygamberlerden daha yüksekte ve büyük ihtimalle de Tevrat’ın yazarları Musa ve Yeşaya’dan yüksekte bir yer edinirdim.
Böylesi bir gelecek için bir an bile tereddüt etmeden her şeyimi feda ederdim; yeter ki bana makul bir güvence verilsin. Misyoner çabaları her zaman samimiyetle takdir etmişimdir ve ara sıra onları desteklemek ve yaymak için katkıda bulunmuşumdur. Hiçbir zaman kendim misyoner olma hissi duymadım; ama onlara her zaman hayranlık ve saygı duyarım. Ayrıca onları kıskanırım.
Ama eğer bu insanlar İsrail’in kayıp on kabilesiyse durum tamamen farklı olurdu: Fırsat kaçırılmayacak kadar mükemmeldi ve gerçekten kayıp kabileye geldiğime dair izlenimlerimi doğrulayacak cinsten belirtiler görürsem kesinlikle dinlerini değiştirmeliydim.
Burada bu keşfin hikâyemin başlarında ima ettiğim şey olduğundan bahsedebilirim. Zaman, önce bendeki izlenimi güçlendirdi; birkaç ay şüphe duyduğum hâlde daha sonra bundan oldukça emindim.
Yemeğim bitince ev sahiplerim yaklaştı ve sanki benim de onlarla gitmemi istercesine kendi ülkelerine giden vadiyi işaret etiler. Aynı zamanda kolumu yakalayıp beni çekiyor gibi yaptılar ama şiddet kullanmadılar.
Güldüm ve oraya gidersem öldürülmekten korktuğumu göstermek için ellerimle boğazımı keser gibi yaptım. Bana hemen vaatte bulundular ve tehlikede olmadığımı göstermek için kararlılıkla ellerini sıktılar.
Davranışları beni oldukça rahatlattı. Yarım saat içinde erzak çantamı topladım. Kendimi iyi bir yemek ve uyku ile harika bir şekilde güçlenmiş ve yenilenmiş hissederek içinde bulduğum sıra dışı durumda onlardan gördüğüm ilgiyle daha umutlanmış olarak yapacağımız yolculuk için heveslendim.
Ama daha sonra heyecanım yatışmaya başladı ve bu insanların on kabileden olmadıklarını düşündüm. Bu durumda beni bu kadar belaya ve tehlikeye sokan para kazanma umutlarım, bu yerin olanaklarının benden daha önce başkaları tarafından çoktan kullanıldığı ve dolayısıyla bereketli olmadığı gerçeğiyle yıkılacaktı. Dahası, nasıl geri dönecektim? Çünkü ev sahiplerimde, bütün iyiliklerine rağmen beni tutmaya çalıştıklarını ve bana sahip olduklarını düşündüklerini hissettiren bir şey vardı.
7. Bölüm
İlk İzlenimler
Dört mil kadar bir patika takip ettik. Önce buzullardan gelen şiddetli akıntının yüzlerce fit yukarısındayken bir süre sonra neredeyse yanına varmıştık. Sabah, soğuk ve biraz sisliydi; çünkü sonbahar son zamanlarda iyice bastırmıştı.
Bazen çam ormanlarından, daha doğrusu çama benzeyen porsuk ağacı ormanlarından geçtik. Yol kenarında yer yer içinde gençliğinin, gücünün ve güzelliğinin doruğunda ya da ilerlemiş yaşının vakur olgunluğunda olan kadın ve erkek figürlerini temsil eden heykellerinin olduğu tapınakları geçtiğimizi hatırlıyorum.
Ev sahiplerim bu tapınaklardan birini geçerken başlarını eğdiler. Heykellerin ciddi hürmet gören, alışılmadık mükemmellikte ve güzellikte olmasını bırakın, gerçek birer obje olmadıklarını fark edince şok oldum
Ancak; şu anda benim de yaptığım gibi, bütün insanların Musevi olmayan havarinin emirlerini yerine getirdiklerini hatırladığım için bir tereddüt ya da kınama belirtisi göstermedim. Bu şapellerden birini geçer geçmez sislerin ardında başlayan bir köye geldik; merak ve antipati konusu olma kaygısıyla diken üstündeydim.
Ama durum böyle değildi. Rehberlerim geçerken birçok kişiyle konuştu ve konuştukları kişiler büyük bir şaşkınlık gösterdiler. Rehberlerim iyi tanınıyordu ve insanların samimi kibarlıkları beni zor bir duruma düşmekten alıkoyuyordu. Yine de bana gözlerini dikmekten geri durmadılar, ben de onlara bakmaktan çekinmedim. Ama sonraki deneyimlerimin bana öğrettiği şeyi söyleyeyim; birçok konu üzerindeki hatalı düşüncelerine ve vizyonlarının sığlığına rağmen, onlar daha önce tanıştığım insanların arasında en iyi ırktı.
Köy, aynı yeni terk ettiğimiz köy gibiydi; sadece daha genişti. Sokaklar dar ve kaldırımsız ama epey temizdi. Pek çok evin bahçesinde şarap üretiliyordu ve bazılarında da üzerinde şişe ve kadeh çizilmiş işaret levhası vardı ki bu da beni evde hissettirdi.
Bu basit insan topluluğunda çok az da olsa gelişmiş bir alışveriş alanı vardı; tıpkı açık hava pazar yerinde olduğu gibi. Bu zamana kadar hep buradaymış gibiydi. Bütün her şey genel olarak Avrupa’dakinin aynısıydı; sadece türler farklıydı. Bir pencerede aynı evde olduğu gibi çocuklar için arpa şekeri ve şekerlemelerin olması hoşuma gitti; ama arpa şekeri tabaktaydı, bükülmüş çubuklarda ya da mavi renkte değildi. Daha güzel evlerde bolca cam vardı.
Son olarak şunu söylemeliyim ki insanların fiziksel güzelliği tek kelimeyle inanılmazdı. Onlarla kıyaslanabilecek hiçbir şey görmedim. Kadınlar dipdiri ve görkemli bir yürüyüşe sahiplerdi, başları bütün ifade gücü ve zarafeti ile omuzların ın üzerinde duruyordu.
Her özellik kusursuzdu; göz kapakları, kirpikler ve kulaklar neredeyse istisnasız mükemmeldi. Renkleri en iyi İtalyan tablolarındaki gibiydi; olabilecek en berrak yeşiller ve sağlıkla ışıldayan pembeler…
İfadeleri ilahiydi. Bana ürkek ürkek ama şaşkınlıktan aralık dudaklarla baktıklarında dinlerini değiştirme konusunu tamamen unutuyordum. Hangisini görsem gözlerim kamaşıyor; her birinin şimdiye kadar gördüklerimin en güzeli olduğunu hissediyordum. Orta yaşta bile hâlâ alımlıydılar ve kulübe kapılarındaki yaşlı, beyaz saçlı kadınların da kendine özgü itibarları ve görkemleri vardı.
Kadınlar güzel olduğu gibi erkekler de yakışıklıydı. Oldum olası hayran olduğum güzellikten ayrıca zevk de alırım; ama böyle muhteşem bir türün varlığından tamamen utandım. Mısırlıların, Yunanlıların ve İtalyanların en iyi özelliklerin karışımı gibiydiler.
Çok sayıda çocuk vardı ve fazlasıyla mutluydular. Onların da ailelerindeki kişiler kadar güzel olduğunu söylememe gerek bile yok. Hayranlığımı ve memnuniyetimi rehberlerime işaretlerle ifade ettim ve bundan çok memnun oldular.
Eklemeliyim ki hepsi de kendi kişisel görünüşlerinden gurur duyuyormuş gibi görünüyordu ve hatta en fakiri (Hiçbiri zengin gibi görünmüyordu.) bile bakımlıydı.