Utançtan kıpkırmızıydı Foma, kekeledi:
“Ne istiyorsun sen?”
“Ben mi?.. Hiiiç… Ama sen biraz beni dinlemelisin arkadaşım… Kadın konusunda epeyce şey öğretebilirim sana. Kadınlarla işi en basit yanından alıp yürütmek gerek: Bir şişe votkayla biraz yiyecek alırsın, sonra bir-iki bardak bira sunarsın hararet kesmecesine; bir de yirmi kapik sıkıştırdın mı avucuna, olur biter. O fiyata bütün aşkı senindir artık ve o kadar güzel sevişir ki seninle, daha iyisini dört dönüp arasan bulamazsın azizim!”
“Baştan sona yalan!..” dedi Foma, inanmak isteyen bir sesle. “Maval okuyorsun bana.”
“Maval mı okuyorum?… Bu dediğim işi belki de yüz kere yaptım ben, ne borcum var ki yalan söyleyeyim!.. Zaten uzatmaya lüzum yok, sen bu işi bana bırak, tamam mı? Hop der bir araya getiririm sizi!”
“Pekâlâ…” diyebildi Foma.
Bir şeyler boğazını sıkıyordu sanki, soluk alamayacakmış gibi geliyordu.
“Güzel… Akşama gözünden vur turnayı, getiriyorum.”
Foma akşama kadar, köylülerin saygı dolu bakışlarını fark etmeksizin, bir bulutun içinde gezer gibi dolandı ortalıkta. Ezilmiş hissediyordu kendini, birisine karşı bir suç işlemiş gibiydi ve kendisine hitap eden herkese alçakgönüllü bir sesle cevap veriyordu.
Akşam bastırdığında, işçiler kıyıda yaktıkları büyük bir ateşin çevresinde toplanıp yemeklerini hazırlamaya koyulmuşlardı. Ateşin yansımaları, kırmızı ve sarı lekeler hâlinde ırmağa düşüyor, sanki suyun yüzünde ve Foma’nın köşedeki divanda oturmuş beklediği kıçüstü güvertesinin camlarında titriyordu. Pencerelerin perdesini çekmiş ve lambayı yakmamıştı; ateşin zayıf ışıltısı perdelerden sızarak, masaya, duvarlara uzanıyor ve kimi zaman canlı, kimi zaman sönük ürperişlerle parıldıyordu. Ortalık alabildiğine sakindi; kıyıdan gelen belirsiz bir konuşma uğultusuyla, geminin teknesini yalayan suların belli belirsiz şıpırtısı işitiliyordu sadece. Karanlığın içinde, hemen yanı başında biri saklanmış da onu gözetliyormuş gibi geliyordu Foma’ya… Gelenler var işte nihayet!.. Telaşlı ayaklar, gemiyi kıyıya bağlayan kalasları gıcırdatıyor; sesli, kızgın şamarlarla suyu tokatlıyor kalaslar… Kamaranın kapısında kısa bir gülüş ve boğuk bir ses işitiyor Foma, haykırmak istiyor, “Hayır! Girmeyin, olmasın bu iş!..” diye. Haykırmak için ayağa kalkıyor hızla ama haykıramıyor, kapı açılıyor tam o sırada çünkü ve uzun boylu bir kadın silüeti eşikte beliriyor.
İçeri girip kapıyı sessizce kapadıktan sonra, kısık bir sesle konuştu kadın:
“Bu ne karanlık ya Rabbi… Canlı birisi yok mu burada?”
“Var…” dedi Foma tatlı bir sesle. “Güzel!.. Öyleyse, merhaba!..”
İhtiyatla ilerlemişti kadın. Foma kesik bir sesle, “Lambayı yakayım…” dedi.
Ama yine divanın üzerine bıraktı kendini ve köşeye sığınıp büzüldü.
“Zararı yok…” diye fısıldadı kadın. İnsan dikkatli bakarsa, karanlıkta da görür elbet…”
Foma güçlükle konuştu:
“Otursanıza…”
“Oturalım hayhay…”
Ve divana oturdu, hemen iki adım ötesine. Gözlerinin parıltısını, dudaklarının gülümseyişini görüyordu Foma. Ama gündüzki gibi değil de bir başka şekilde, neşesiz, sanki acılı bir gülümseyişle gülümsüyormuş gibi geldi ona. Ve bu ürkek gülümseyiş biraz cesaret verdi Foma’ya ve kadının gözlerinin kendi gözleriyle karşılaşır karşılaşmaz bütün parıltısını yitirdiğini de görünce daha rahat nefes almaya koyuldu. Ama ne söylemesi gerektiğini kestiremiyordu bir türlü, ikisi de susuyordu; insana yük olan cinsinden, beceriksizce bir susuştu bu… Nihayet kadın konuştu.
“Böyle yapayalnız sıkılmıyor musunuz kuzum burada?”
“Sı… sıkılıyorum…” dedi Foma. Kadın, sesini daha da alçaltıp sordu:
“Bizim buralar hoşunuza gidiyor mu bari?”
“Güzel bir yer evet! Çok. Bir sürü orman var…” Yeniden sustular.
“Sonra… sonra bu ırmak, belki Volga’dan bile güzel…” dedi Foma, büyük bir çaba harcayarak.
“Volga’yı ben de bilirim. Simbirsk bölgesinde bulunmuştum da eskiden…”
“Simbirsk…” diye tekrarladı Foma.
Ve artık, bir tek kelime bile söyleyemeyeceğini hissetti. Ama kadın, karşısındakinin acemiliğini anlamış bulunuyordu; kışkırtıcı bir sesle fısıldadı aniden:
“Peki ama beni böyle aç mı bırakacaksın patron!..”
“Nasıl!..” diye sıçradı Foma yerinden. “Doğru tabii!.. İyice tuhaflaştım vallahi!.. Buyrun, rica ederim buyrun…”
Karanlıkta telaşla oradan oraya seğirtiyor; eline bir şişe alıp bırakıyor, bir başkasına yapışıyor şaşkınlıkla; sonra her iki şişeyi de suçlu bir havayla gülerek yerlerine koyuyordu… Kadın bu arada iyice yaklaşmıştı ona, yanında ayaktaydı; yüzüne ve titreyen ellerine bakıyordu gülümseyerek. Aniden fısıldadı yine:
“Yoksa utanıyor muyuz?”
Kadının soluğunu yanağında duymuştu, fısıldayarak cevap verdi o da:
“Galiba…”
Ve işte o zaman kadın, ellerini omuzlarına koyup kendine doğru çekti onu, göğsüne sımsıkı bastırdı ve güven verici bir sesle fısıldayarak, “Utanma ne olur…” dedi. “Kötü bir şey yok ki bunda. İnsan bunsuz yapamaz ki… Güzel delikanlım benim, aslanım, nasıl da ürperiyorsun!..”
Ve Foma ağlamak istiyordu; garip bir yorgunluk içinde eriyor gibiydi yüreği. Ve başını kadının göğsüne yasladı birden; tutarsız, kesik, kendisinin de ne anlama geldiğini bilmediği birtakım şeyler fısıldayarak sımsıkı sarıldı ona…
İri iri açtığı gözlerini duvara dikerek, boğuk bir sesle konuştu Foma:
“Git artık, git!..”
Yanağını öptükten sonra uslu uslu kalktı kadın ve “Peki öyleyse, hoşça kal…” diyerek kamaradan çıktı.
Kadın yanındayken dayanılmaz bir utanç duyuyordu ama o kapıyı kapar kapamaz bir sıçrayışta doğrulup oturdu divana. Sonra yeniden kalktı. Bacakları titriyordu. Canı kadar değerli bir şeyi heder ettiği duygusuna kapılmıştı birden. Heder ettiği ama heder etmeden önce de katiyen varlığını fark edemeyeceği bir şey… Aynı anda, yepyeni ve erkekçe bir gurur duygusu uyandı Foma’da. Biraz önceki utancı eritti bu gurur ve o utancın yerine içinde, mayıs gecesinin ayazında tek başına kim bilir nereye yollanan kadına karşı bir merhamet büyüdü. Güverteye koştu hemen: Yıldızlı ama aysız bir gece… Serinlik ve karanlık karşıladı Foma’yı… Kıyıda, akşamki ateşten kalma közlerin kırmızı sarı lekesi hâlâ parlamaktaydı. Ortalığı dinledi bir an: Ezici bir sessizlik uzanıyordu havada; hiçbir ayak sesi gelmiyor, demirin zincirine çarparak kırılan suyun şırıltısı işitiliyordu sadece. Seslenip çağırmak istedi kadını ama ismini bilmiyordu. Taze havayı hırsla çekti geniş göğsüne; birkaç saniye öylece, güvertede ayakta bekledi ve birden, kamaranın arka tarafında birisinin hıçkırır gibi göğüs geçirdiğini işitti. Sıçradı önce ve ihtiyatla oraya doğru ilerledi. Kadın olduğunu anlamıştı iç çekenin.
Parmaklığa