“Oooooh… Oh!”
Uzaklardan sanki sürünerek gelen çığlık, bir ağlayış gibi sona erdi. Ve aynı anda birisi, güverteyi koşarak geçip küpeşteye yaklaştı.
“Oooooo… Oh!..”
Bu sefer daha da yakından gelmişti ses. Güvertede birisi alçak sesle, “Yefim…” diye çıkıştı. “Kalksana be mübarek! Doğrul da bir kanca kap gel hemen…”
“Ooo… Oh!..”
Hemen burnunun dibinde inliyordu ses. Sıçradı Foma, uzaklaştı pencereden.
Acayip inilti, suyun üzerinde kayarak gittikçe yaklaşıyor, genişliyor, ağlayışa dönüyor ve gecenin karanlığında eriyordu. Güverteden, endişeli konuşmalar geliyordu:
“Yefimka! Fırla hadi, boğulmuş bir adam var suda…”
“Nerede?”
Telaşla söylenmişti bu soru. Çıplak ayaklar tökezledi güvertede, hızlı bir gidip gelme oldu, iki kanca Foma’nın hizasında sallanarak aşağıya indi ve gürültüsüz suyun karanlığına daldı…
“Boğulmuş bir adam vaaaaar!”
Garip bir şıpırtı yükseliyordu sulardan ve bu kederli çığlık korkuyla titretti çocuğu; ama ne ellerini pencereden ne de gözlerini sudan ayıramıyordu.
“Bir fener yakın hemen… Göz gözü görmüyor!” Soluk bir ışık lekesi düştü ırmağa… Suyun hafifçe dalgalandığını, canı yanıyormuş da ürperiyormuşçasına kırıştığını görüyordu şimdi Foma. Dehşet taşan bir ses güvertede fısıldıyordu:
“Şurada bak… Şurada işte!..
Aynı anda, beyaz dişlerini gösteren kocaman ve korkunç bir insan yüzü belirmişti ışık lekesinin ortasında. Suyla birlikte çalkalanıyordu bu yüz, dişleriyle bakıyordu sanki Foma’ya ve gülümseyerek, “Eee küçük oğlan, burası böyle soğuk işte!..” der gibiydi.
Çırpınıp havalandı kancalar bir an, sonra yeniden daldı suya: “İt de ileri doğru açılsın yazık!.. Dikkat et çarka kaktıracak…”
Suya dalıp çıkan kancalar, diş gıcırtısını andırır bir gürültüyle sıyırıyordu tekneyi. Güvertedeki ayak sürçmeler pupaya doğru uzaklaşıyordu… Ve o inleyerek eriyen haykırış bir kere daha koptu:
“Boğulmuş bir adam vaaaaar!”
“Baba!..” diye seslendi Foma. “Baba!” İnyat bir sıçrayışta kalkıp ona doğru seğirtti.
Foma bağırıyordu:
“Ne bu baba? Ne yapıyor bunlar?”
İnyat vahşi bir kükreyişle fırladı kamaradan. Bacakları üzerinde yalpalayıp etrafına bakınarak ilerleyen Foma, babasının kuşetine ulaşmadan İnyat geri dönmüştü. Oğlunu kollarına alıp sıkarak, “Seni korkuttular ama hiçbir şey yok!” dedi. “Gel benim yanımda yat.”
“Neydi o baba?” diye sordu Foma kısık bir sesle.
“Önemli değil yavrum, hiçbir şey değil… Bir adam… Boğulmuş bir adam, garip… Akıntıya kapılmış gidiyor… Korkma sakın, çoktan uzaklaştı zavallı…”
Korkusundan gözlerini yumup, babasına sımsıkı sarılmış olan çocuk yeniden sordu:
“Neden itiyorlardı onu?”
“İtmeleri lazımdı da ondan… Çarklardan birine kapılırdı yoksa, mesela bizimkine; yarın polis gördü mü de sorgu sual derken saatlerce alıkoyarlardı bizi. İşte bunun için itip uzaklaştırdılar… Onun bakımından ne önemi var artık itilmenin?.. Nasıl olsa ölmüş bir kere, canı yanmaz artık onun… Ama itmemiş olsalar, yaşayanlar eziyet çekerdi onun yüzünden.. Hadi uyu yavrum.”
“Suyun üzerinde hep böyle salınıp gidecek mi şimdi o adam?”
“Hep öyle gidecek, evet… Tabii bir yerlerde çıkartacaklar sudan… Ve gömecekler…”
“Balıklar yemez mi peki onu?”
“Balıklar insan yemez evladım, yengeçler yer…”
Foma’nın korkusu dağılmıştı; ama dişlerini gösteren o dehşet verici yüz, suyun üzerinde salınmaya devam ediyordu yine hayalinde…
“Kimdi o adam peki?”
“Allah bilir kimdi! Dua et onun için… ‘Tanrı’m onun ruhunu huzura kavuştur…’ de.”
Fısıltı hâlinde tekrarladı Foma:
“Tanrı’m onun ruhunu huzura kavuştur…”
“Tamam… Şimdi uyu ve hiç korkma!.. Uzaklaşıp gitmiştir çoktan! Uslu uslu salınmaktadır suda… Küpeşteye ihtiyatsızca yaklaşmaman gerekir, görüyorsun değil mi, yoksa Allah esirgesin sen de onun gibi düşersin suya…”
“Düşmüş mü yani o?”
“Gayet tabii düşmüş… Belki sarhoştu zavallı… Belki de kendiliğinden atladı suya. Böyleleri de vardır, kendilerinden atlayıverirler… Birden bir sıkıntı basar, dertlenir, anlıyor musun, atar kendini suya ve boğulur… Hayat böyledir işte yavrum. Yeri gelir, ölüm, ölen için bir şenlik olur; kimi zaman da arda kalanlar için bir şenlik!
“Baba…”
“Uyu yavrum…”
III
Çocuk oyunlarının ve haylazca muzipliklerin canlı ve amansız uğultusuyla okul hayatının daha ilk gününde şaşkına dönen Foma, sınıf arkadaşları arasında kendisine ötekilerden daha ilginç gelen iki öğrenci fark etti. Biri tam önünde oturuyordu. Şöyle göz ucuyla baktığında, oğlanın geniş sırtını, kızıl çillerle süslü kalın boynunu, kocaman kulaklarını ve parlak kızıl saç diplerinin serpili durduğu, özenle tıraş edilmiş ensesini görüyordu Foma.
Dazlak kafalı ve alt dudağı sarkık bir adam olan öğretmen “Smolin Afrikan!..” diye seslenmişti.
Ve kızıl saçlı çocuk hiç telaşa kapılmaksızın kalkmış, yaklaşıp gözlerini öğretmenin yüzüne dikerek problemin verilerini sonuna kadar dinledikten sonra, tahtaya kocaman yuvarlak rakamlar çizmeye koyulmuştu özenle.
“Güzel…” dedi öğretmen. “Yeter.. Yejov Nikola, sen devam et bakalım…”
Foma’nın sıra arkadaşlarından biri, kıpır kıpır, ufacık, fare gözlerine benzer simsiyah gözlü bir çocuk fırladı yerinden; sıraların arasından, üstü başı dört bir yana takılarak ve başını oradan oraya çevirip bakarak geçti. Tahtaya gelince tebeşire yapıştı ve ayaklarının ucunda yükselerek, küçük darbelerle ezdiği tebeşiri iyice gıcırdatmak ve üstünü başını kirletmek şartıyla, küçücük okunmaz işaretler sıralamaya koyuldu tahtaya.
Bıkkın bakışlı öğretmen soluk yüzünü azapla buruşturarak, “Yavaaaaş yavaş…” diyordu hep.
Ama Yejov, çın çın öten