Fanny büyük bir içtenlikle, “Elbette!” dedi.
Miss Crawford, “Görüyoruz ki…” diye atıldı, “Miss Price’ı çoktan ikna etmişsiniz.”
“Keşke Miss Crawford’ı da ikna edebilsem…”
“Bunu yapabileceğinizi hiç sanmıyorum.” dedi muzip bir gülümsemeyle, “Şu anda da en az papaz olarak göreve başlayacağınızı öğrendiğim zamanki kadar şaşkınım. Siz çok daha fazlasına layıksınız. Sözümü dinleyin ve fikrinizi değiştirin. Henüz çok geç sayılmaz, hukuk okuyun.”
“Hukuk okuyun! Bunu ‘Hadi ormana gidelim!’ der gibi rahatlıkla söylüyorsunuz.”
“Şimdi bana hukukun ormandan daha vahşi olduğunu söyleyeceksiniz. Neyse ki elimi çabuk tuttum da buna mahal vermedim.”
“Espri yapmamı engelleme telaşına düşmenize hiç gerek yok. Yapı icabı pek esprili biri değilimdir. Yalın, düz bir insanımdır. Espri yapmaya uğraşsam da beceremem.”
Üzerlerine bir sessizlik çöktü. Üçü de düşünceli görünüyordu. Sessizliği bozan Fanny oldu. “Şu güzel ormanda yürümenin insanı yormaması gerekir ancak ben yoruldum. Oturacak bir yer bulduğumuzda, sizin için de uygunsa biraz dinlenelim isterim.”
Edmund, Fanny’nin koluna girerek, “Sevgili Fanny…” dedi, “Ne kadar da düşüncesizim! Umarım çok bitkin düşmemişsindir. Belki de…” Miss Crawford’a dönerek sözüne devam etti: “Diğer arkadaşım da koluma girerek beni şereflendirir.”
Miss Crawford, “Teşekkür ederim ancak ben hiç yorgun değilim.” dedi ama yine de Edmund’ın koluna girdi. Edmund, Miss Crawford’ın bu hareketinin verdiği sevinç ve ilk kez bu kadar yakınlaşmış olmanın heyecanıyla Fanny’yi unutuverdi. “Koluma girdiniz ancak böyle bir faydası olmaz ki! Parmağınızın ucuyla dokunuyorsunuz âdeta. Bir kadının kolunun ağırlığıyla bir erkeğinki ne kadar farklı… Oxford yıllarından arkadaşlarımın koluma girmesine alışkınım. Onların yanında siz tüy gibi hafif kalıyorsunuz.”
“Gerçekten de hiç yorgun değilim. Oysa ormanın içinde neredeyse iki kilometredir yürüyoruz. Sizce de o kadar olmuştur, değil mi?”
Edmund kendinden emin bir tavırla, “Bir kilometre bile olmadı daha.” diye cevapladı. Henüz mesafeleri ve zamanı kadınlara özgü kural tanımazlıkla ölçecek kadar âşık değildi.
“Ne kadar dolaştığımızın farkında değilsiniz. Dolana dolana geldik. Orman bir uçtan bir uca, kuş uçuşu bir kilometre vardır. Patikadan saptıktan sonra onca yürümemize rağmen hâlâ ucuna ulaşamadık.”
“Ancak hatırlarsanız, patikadan sapmadan önce ormanı bir uçtan, ilerideki demir kapıda son bulan diğer ucuna dek görmüştük. İki yüz metreden fazla değildi.”
“Sizin metre hesabınızdan anlamam ama büyük bir orman olduğuna ve sürekli sağa sola saparak ilerlediğimize eminim. Dolayısıyla iki kilometre pek de isabetsiz bir tahmin sayılmaz.”
Edmund saatine bakarak, “Yola çıkalı on beş dakika olmuş.” dedi, “Sizin hesabınızla saatte yedi kilometre yürüyebilmemiz gerekir.”
“Bana saatinizle saldırmayın! Saat dediğiniz şey her zaman için ya ileri gider ya da geri kalır. Saate göre hareket edecek değilim!”
Biraz daha ilerleyince, az önce sözünü ettikleri yolun ucuna ulaştılar. Bir hendeğin kıyısındaki kuytulukta parka tepeden bakan geniş bir bank olduğunu görerek hep birlikte oturdular.
Edmund, Fanny’ye bakarak, “Korkarım çok bitkin düştün Fanny.” dedi, “Keşke daha önce söyleseydin. Yorulursan gezmenin ne eğlencesi kalır ki? Miss Crawford, ata binmek dışında her türlü egzersiz Fanny’yi hemencecik yoruyor.”
“Ne kadar kötüsünüz! Bunu bile bile geçen hafta boyunca Fanny’nin atını tekelime almama izin verdiniz! Sizden de kendimden de utanıyorum. Ama söz veriyorum, bir daha olmayacak.”
“Bu kadar düşünceli olmanız, ihmalkârlığımdan dolayı kendime daha da fazla kızmama neden oluyor. Fanny’nin iyiliğini benden bile çok düşünüyorsunuz.”
“Neden bu kadar yorulduğunuzu şimdi anlıyorum. Bu sabah yaptıklarımız insanı elbette yorar. Bir odadan diğerine gire çıka, sürekli bir şeylere baka baka, anlamadığımız şeyleri dinleye dinleye, kimsenin umursamadığı şeyleri çok beğendiğimizi söyleye söyleye koca evi gezdik. Dünyadaki en sıkıcı şeylerden biri… Miss Price da farkında olmadan yorulmuş olsa gerek.”
“Birazdan kendime gelirim.” dedi Fanny, “Böyle güzel bir günde, gölgede oturup yeşillikleri seyretmek kadar dinlendirici bir şey yoktur.”
Miss Crawford bir süre daha oturduktan sonra ayağa kalktı, “Hareket etmeden duramıyorum.” dedi, “Hendekten yeterince baktım. Şimdi gidip aynı manzaraya bir de demir kapıdan bakacağım. Manzaraya buradaki kadar hâkim değil galiba, ama olsun…”
Edmund da ayağa kalktı, “Şimdi Miss Crawford, eğer patikadan yukarı doğru bakarsanız iki kilometre olamayacağını hatta bir kilometre bile olmadığını anlayacaksınız.”
Miss Crawford, “Uçsuz bucaksız bir yer.” dedi, “Benim gördüğüm budur.”
Edmund’ın ikna çabaları bir işe yaramadı. Miss Crawford ne hesaplamaya ne de karşılaştırmaya razı oluyordu. Sadece gülümseyerek inat etmeye devam ediyordu. Mantıklı ve tutarlı değildi ama böyle çok daha sevimliydi. Bu şekilde bir süre karşılıklı gülüp eğlendiler. Sonunda da ormanın büyüklüğünü belirlemek amacıyla çevresinde bir tur atmaya karar verdiler. Hendeğin yanından aşağıya doğru inen yoldan ormanın bir ucuna kadar gidecekler, ardından da ya sağa ya da sola dönerek birkaç dakika içerisinde tekrar buraya geleceklerdi. Fanny artık dinlendiğini söyleyerek onlarla birlikte gitmeye yeltendi ancak buna izin çıkmadı. Burada kendilerini beklemesini isteyen Edmund’a karşı koyamayarak tekrar banka oturdu. Bir yandan Edmund’ın kendisini bu kadar düşünmesine seviniyor, bir yandan da bu kadar güçsüz olmasına yanıyordu. İkili köşeyi dönene dek arkalarından baktı. Gözden kaybolmalarının ardından ayak seslerine kulak verdi. Bir süre sonra sesler de kesildi.
10
Onbeş yirmi dakika geçmişti. Hâlâ tek başına oturan Fanny, Edmund’ı, Miss Crawford’ı ve kendisini düşünüyordu. Bunca zamandır onu bir başına bırakmalarına şaşırmaya başlamıştı. Ayak seslerini veya konuşmalarını duyabilme umuduyla kulak kabarttı. Nihayetinde yaklaşmakta olan ayak seslerini duydu. Ancak tam rahatladığı sırada, bunların duymak istediği sesler olmadığını fark etti. Gelenler, az önce kendilerinin indiği patikadan inmekte olan Miss Bertram, Mr. Rushworth ve Mr. Crawford’dı.
Yeni gelenlerin ilk tepkisi, “Miss Price, burada bir başınıza ne yapıyorsunuz?” oldu. Onlara olanları anlattı. Kuzeni, “Zavallı Fanny!” diye haykırdı, “Seni ne kadar yormuşlar! Keşke bizimle kalsaydın.”
Ardından Miss Bertram iki erkeğin arasına oturdu ve yapılacak düzenlemeler hakkındaki konuşmalarına kaldıkları yerden devam ettiler. Henüz bir karara varabilmiş değillerdi. Henry Crawford’ın aklında bir yığın proje vardı ve söylediği hemen her şey, ağzından çıkar çıkmaz, önce Miss Bertram, hemen ardından da Mr. Rushworth tarafından kabul görüyordu. Mr. Rushworth’ün tek görevi insanları dinlemekten ibaret gibiydi. Sadece arkadaşı Smith’in evinde gördüklerini anlatıyordu.