5. Vahiy
Hazreti Peygamber’de peygamberlik, rüya ile başlamıştır. O vakit yaşı kırka varmıştı. Rüyaları hikmete ait şeylerden, bazı olayların keşfinden ibaret idi. Bu durum altı ay kadar devam etti. Bu müddet zarfında Hazreti Peygamber, ıssız yerlere çekilmeyi tedbir edinmişti. Vakitlerinin çoğunu Hira Dağı’ndaki mağarada, gizlice ve tenhaca ibadetle geçirirdi. Bir gün kendisine Cibril [Cebrail] göründü ve “O yaratan Rabb’inin ismiyle oku…”40 ayetlerini getirdi.
Meleği görmek, Resulullah Efendimiz Hazretleri’ne dehşet verdi. Tam saflığına ve en üstün derecede doğruluğuna yine bir delildir ki vahyin heybetliliğinden titrediği ve perişan olduğu hâlde şefkatli eşi Hz. Hatice’nin yanına gitti ve “Beni örtün.” dedi.
Bir müddet o hâlde kaldı, biraz aklını başına topladı. Şahidi olduğu durumu Hz. Hatice’ye anlattı. Burada da dikkate ve ehemmiyete değer bir nokta var. Hazreti Peygamber sırf doğruluk ve dürüstlük sahibi olmasaydı ve İslam düşmanlarının iddia ettiği gibi peygamberliği bir yapmacık bir tavırdan ibaret olsaydı, Hz. Hatice’yi endişelere salan o perişan durumun Cenâb-ı Nebi’de görülmemesi gerekirdi. Resulullah Efendimiz, görmüş olduğu durumdan pek korkmuştu ve bu durum karşısında hayrette kalıp şaşırmıştı. Korku ve hayrete kapıldığını Hz. Hatice’den gizlememiş olacak ki o şefkat hazinesi, mukaddes eşini alıp amcazadesi Varaka bin Nevfel’e götürmüş, Hz. Peygamber de gördüklerini ve işittiği vahyi Varaka’ya etraflıca anlatmıştır.
İlk nazil olan bu ayet, Kur’an’ın nazım ile nesir arasında olan kendine özgü üslubunun örneğidir. Hâlbuki Hazreti Peygamber’den önce bu üslup ile söz söylemiş kimse görülmediği gibi Hazreti Peygamber’in peygamberlikten önce olan ifade şekliyle de Kur’an üslubu arasında münasebet ve benzerlik yoktur. Bu kelam, sırf vahiy hâlinin mahsulüdür.
Varaka bin Nevfel, Hazreti Peygamber’in gördükleriyle bu kelamı düşünüp değerlendirerek “Müjde, ey Muhammed! Sen, Mesih İsa’nın haber verdiği ahir zaman nebisisin; sana görünen melek, senden önce Musa’ya inen Cibril’dir.” dedi.
Hatta feraset ve irfanının üstünlüğünden, Hazreti Peygamber’e kavminin göstereceği zorlukları ve yapacağı eziyetleri dikkat nazarına alarak “Keşke davetini ilan edeceğin vakit hayatta kalsam da kavminin sana eziyet edeceği vakit yardım etsem!” sözlerini ilave etti.
Bu ayetin inmesi Muhammedî nebiliğin başlangıcıdır. Ondan sonra vahyin arkası kesildi. Hazreti Peygamber, büyük buhran ve ümitsizlik içinde kaldı. Bu dayanılmaz hâl üç sene sürdü. Bu üç senelik müddette Peygamber Efendimiz’in maruz kaldığı iç mücadelenin büyüklük ve yüceliğini hiçbir kalem tasvir edemez. İlk peygamberlik ayetini tebliğinden sonra Cibril’in bir daha görünmemesi, Hazreti Peygamber’de öyle bir aşk, öyle bir hasret hâli ortaya çıkardı ki ruh ankası bir an bu misal âleminde duramıyor ve sonsuzluk sahasında maşukunu arıyordu. Zihin parçalayan bu mücahede [iç mücadelesi] ve iştiyak [özleyiş] anlarında yoldaşı, derdini açacak sırdaşı olmayan Hazreti Peygamber, kadınların en vicdanlısı ve kadınlığın eşsiz timsali olan Hz. Hatice anamızla sohbet eder, o sevgi ve şefkat hazinesi ise büyüklüğünü dış ve iç gözüyle gördüğü sevgili peygamberine, saygıdeğer kocasına teselli verirdi. (Allah, hoşnutluğunun en üstünüyle ondan hoşnut oldu).
Burada da Peygamber Efendimiz’in doğruluğu ve samimiliği için yeni bir delil görüyoruz. Eğer Peygamber Efendimiz’in peygamberliği, birtakım idari ve siyasi emelleri icra için, yani siyasi isteklerini yürütebilmek için düşünülerek yapılmış yapmacık bir tavır olsaydı, bu yakıcı bekleyişler, üç sene korku ve umut arası yanışlar meydana gelir miydi?
Bu üç senelik düşünme hâli, Peygamber Efendimiz’de peygamberliğin ağır yükünü taşıyacak metaneti, tamamlık ve en üstünlük derecesine ulaştırdı. Ve bir gün yine isminin çağrıldığını duydu. Nida gökten geliyordu. Yine kendisini dehşet ve korku kapladı. Hatice’nin yanına kaçtı ve abasına büründü. Fakat bu örtülerle, hakikat-i Ahmediyye’nin külli akıl mertebesinin timsali olan Emin Ruh’tan [Cebrail’den] gizlenmek mümkün olamazdı. Bundan dolayı Cibril oraya kadar geldi ve resullük ayeti olan “Ey örtülere bürünmüş olan! Kalk, uyandır…”41 emrini Peygamber Efendimiz’in işitme duygusuna eriştirdi.
Bu dakikadan itibaren Hazreti Muhammed (s.a.v.) ilahi dini, insanlar arasında yaymaya memur edildi.
Peygamber Efendimiz’in resullüğünü ilk tasdik ve ikrar eden Hazreti Hatice ve henüz yaşça küçük bulunan İmam Ali oldu. Zaten Hazreti Peygamber’in sırdaşı olan Hatice anamız, muhterem kocasının ulviyet tecellilerine ve mukaddes vazifesine peygamberlik ayetinin inmesinden beri, hatta daha evvel inanmış idi. Ali ise o yüce irfan hocasının çekirdekten yetişme terbiyesi altında büyümüş ve Hz. Muhammed’in zatının pervanesi olmuş idi. Üçüncü olarak öteden beri Ahmedî kemalatın [Hz. Peygamber’in olgunluğunun] hayranı, Kureyş başkanlarının ahlakça ve ruhça en güzeli ve en üstünü olan Ebubekir iman etti. (Allah onların hepsinden razı olsun)
6. BÖLÜM
PEYGAMBERLİKTEN HİCRET’E KADAR
Kureyş’in Peygamberliği Kabul Şekli – Bugünkü Maddecilerin ve Akılcıların Fikri – İslam’ı İlk Kabul Edenler – Kur’an’ın Tesirleri – Müslümanlara Eziyet Edilmesi ve Habeşistan’a Hicret – Garanik Meselesi – Hamza’nın ve Ömer’in Müslüman Olması – Akrabayla İlişkinin Kesilmesi – Taif Seferi – Akabe Biati
1. Kureyş’in Peygamberliği Kabul Şekli
Kureyşliler, ilk önce Hz. Muhammed’in peygamberliğini büyük bir ilgisizlikle karşıladılar. Kendine ayırdığımız özel bölümde etraflıca anlatıp değerlendirdiğimiz şekilde Kureyşîlerde değil din hissi, mezhep bağlılığı bile yoktu. Sayısız putları Kâbe’ye dolduran Kureyşîler, bu kadar mezhebe yeni bir mezhebin ilavesinde hiçbir fevkaladelik görmüyorlardı. Önceleri Hz. Muhammed’in daveti gizlice ve pek sınırlı bir akıllı kişiler zümresi arasında cereyan ettiğinden dikkat nazarını pek de çekmiyordu. Fakat “O hâlde sen, emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma.”42 ayetinin inmesi üzerine