Böylece o dönemde, Kazakların içinde çeşitli meslekleri profesyonel düzeyde ifa edebilecek gençlerin sayısı arttı. Köy çocukları Almatı’ya, (Kazakistan’ın) önemli eyalet merkezlerine gidebilmek için çaba gösterirlerken, şehirlerde yaşayan Kazak aydınlarının çocukları ise, eğitim için Moskova, Leningrad19, Kiev ve Riga şehirlerine gidiyorlardı. Yetenekli gençler bilhassa da, Moskova ve Leningrad’taki üniversitelerde okuyorlardı.
Yükseköğrenimdeki gençler, halkın geleceği için boyunlarına düşen borcu yerine getirme zamanının geldiğini kavramışlardı. Genç Tulparlılar, Moskova, Leningrad, Kiev ve başka kentlerde, en güçlü eğitim veren, geçmişte şekillenip devam eden demokratik gelenekleri koruyan, ülkenin en ünlü üniversitelerinde okudular. Onların eğitim aldığı, ilişkide bulunduğu çevreler, 60’lı yılların en eğitimli, demokratik ve ileri görüşlü muhitleriydi.
Genç Tulpar Hareketi’nin ortaya çıkışında, Moskova’daki MGU (Moskova Devlet Üniversitesi), Bauman Teknik Meslek Lisesi, İletişim ve Kültür Enstitülerinde okuyan Kazak gençleri faal olarak yer alıp, çok emek sarfettiler. Bauman Teknik Lisesi’nden Bolat Hisarov, İletişim Enstitüsü’nden Anvar Sartbayev, Kültür Enstitüsü’nden Marat Baltabayev gibi mahir gençler, milletin kaderiyle ilgili çabalara büyük katkı verdiler.
Genç Tulparlılar, Alaş aydınlarının milli ülkülerini kendilerine bayrak yapmışlardı. Sanatla ilgili her şey, milli ruhun bir tezahürü olarak kabul ediliyordu. Çünkü Kazak’ın hayatı ile sanatı ikizdir! Bu sebeple, düşüncelerini insanlara sadece coşkulu sözlerle değil, halkın can sarayından çıkan türkü ve ezgiler yoluyla da aktarmaya çalıştılar.
Düşünmeden alıkoyan kölelik zihniyetinden bir an önce kurtulmanın en kısa yolunun, milli kültür ve anadilin sağlıklı şekilde gelişmesiyle doğru orantılı olduğunu da anlamışlardı. Konser gösterileri sırasında Kazakistan’ın dünü, bugünü ve yarını hakkında yapılan konuşmalar verimli ve sonuç alıcı oluyordu. Böylece, kültürel faaliyetlerden yararlanarak siyasi hedeflerini anlatabilme fırsatı elde ediyorlardı. Mahalli haber vasıtaları yoluyla da, yönetimin koyduğu yasakları aşmayı ve faaliyetlerini, Sovyetler Birliği’nin tüm köşe bucağına duyurmayı başarıyorlardı.
Genç Tulparlıların sanat kulüpleri, ilk konserlerini Moskova ve Leningrad kentlerindeki öğrenci merkezlerinde verdiler. Kazak gençleriyle birlikte başka etnik gruplara mensup öğrenciler de Kazak Eli’nin meşhur türkülerini, şarkılarını dinleyip, çok etkilendiler. İcra sırasında, söylenen türkülerin içerikleri Rusça’ya çevrilerek anlaşılmasını sağlamanın yanı sıra yakılış ve ortaya çıkış sebepleri, önemleri üzerinde de duruluyordu. Böylece zorunlu olarak ülkenin tarihine atıf yapılıyor, türkülerin “şecere”si ile ilişkilendiriliyordu. Sara Tınıştığulova, o günleri “Bir evin çocukları gibiydik” diyerek şöyle hatırlıyor:
“O zamanları unutmak mümkün mü? Moskova’daki estrada stüdyosunda şarkı okuduğum yılları hâlâ hatırlıyorum. Kazak gençleri son derece uyumlu, birlik ve beraberlik içindeydiler. Biz birbirimizle öz kardeşmişiz gibi kaynaşmıştık. Gençlerimizin başarıları karşısında bir evin çocuklarıymışız gibi birlikte kıvanç duyuyorduk. O zamana kadar gününü gün etmekle meşgul olan bazı gençler, “Genç Tulpar”ın sayesinde olgunlaşıp, arşivler ile kütüphaneleri mesken tutmaya başladılar. Biz kızlar, delikanlılarımızın başka ulus mensuplarının önünde yol gösterici lider, söz ustası olabildiğini görmekten gurur duyuyorduk. Daha önce köyden dışarı çıkmamış bizler için, “Genç Tulpar”ın faal mensupları, öz ağabeylerimiz kadar bizlere yakın oldular.
Ben, Marat Baltabayev’in sorumluluğundaki “Genç Tulpar Grubu”nun solisti oldum. Repertuvarıma birçok ulusun şarkı-türküsünü kattım. Abay’ın “Karanlık Gecede Dağ Uyuklayıp”ı, halk türküsü “Karğaş”, Şamşi Kaldayakov ile Aset Beysevov’un o yıllarda bestelenen şarkıları bizlerin âdeta sloganları haline gelmişti, sık sık ifa ediliyordu. Moskova’da iken iki kere de televizyon programına katıldım. Bu, henüz öğrenci olan bir şarkıcı için büyük şanstı. Buna, benden önce Genç Tulparlılar seviniyor, toplantı gecelerinde bana saygı ve iltifatta bulunuyorlardı. Onların bu samimi davranışları, bende, özleyip durduğum köyüm Moskova’ya taşınıp gelmiş gibi bir tesir bırakıyordu.
Yabancı bir ülkede Kazak kızlarına destek olan böyle insanlarla birlikte çalışmış olmaktan hâlâ gurur duyuyorum. Genç Tulpar cemiyeti, bana, halkımın örf-adetlerine, sanat ve edebiyatına büyük ihtiramla bakmayı öğretti. “Genç Tulpar” sayesinde halkımın kadrini öğrendim.”
Sara Tınıştığulova, daha öğrencilik yıllarında repertuarına aldığı Şamşi Kaldayakov’un “Benim Kazakistan’ım” şarkısını, hiç çıkarmadan bugüne kadar söylemeye devam etmiş bir halk şarkıcısıdır. “Benim Kazakistan’ım” şarkısının söylenmesinin altında ise bağımsızlık için mücadele ruhunun pekiştirilmesi yatıyordu.
Genç Tulparlılar, baştan itibaren ata-babaların gönlünde bağımsızlık düşüncesinin yattığını, onların bu arzularını Alaş aydınlarının hayata geçirmeye çalıştıklarını iyi kavramışlar, hürriyet uğruna yapılan başkaldırılar ve savaşlarda insanların canlarını ne için feda ettiklerini layıkıyla idrak etmişlerdi. Yetiştikleri çevreler itibariyle Genç Tulparlıların milli mefkûre duyguları ile bilinçleri çocukluktan itibaren şekillenmeye başlamıştı. Kendi tarihlerini öğrenip, diğer milletlerden fazlası olmasa bile eksiğinin de olmadığını anlamaları ise cesaretlerini daha da arttırdı. Er ya da geç, bu halkın bağımsız bir devlete sahip olacağına inandılar. Millete olan güvenleri, hayalleri ile çakışan bu eğitimli ve milliyetperver gençler, hiçbir şeyden çekinmediler. Mücadelelerinin güç kaynağı da; ana dilleri, dinleri, milli kültürleri ile gelenek ve görenekleri oldu.
Milli mefkûre, ulusun başını dik tutmak, onunla şeref duymak ise, Genç Tulparlılar bunu başarmış, Rusya’da yaşadıkları halde, gönüllerinde “Ben Kazak’ım” duygusunu yerleştirebilmiş gençlerdir. Sömürgeciler tarafından, göz açtırılmayarak, kırılıp ezilmiş, geçmişi karalanıp geleceği ipotek altına alınmış bir ülkenin gençlerinin bu kararlılığı, kahramanlıkla eşdeğerdir.
Genç Tulparlılar, öz halkının kültürünü, edebiyatını, örf-âdetini, tarihini ve anadilini küçümseyip karalayan devlet politikasına rıza göstermeyeceklerini açıkça ilan ettiler. “Kazak eli”, “Kazak yeri” denilen kavramların yok edilmesine göz yummayacaklarını gösterdiler. Kırk asırlık tarihi olan Kazak halkını, Sovyet hükümetinin yok saymasını adaletsizlik, süre gelen bir ahlaksızlık olarak tanımladılar. Kazakların yerleşik kültürel özelliklerini korumayı, ata-baba emaneti olarak kabul ettiler.
İşe, mertebemiz, diğer milletlerden aşağıda olmasın, el-yurt olalım; bu, atalarımız karşısındaki kutsal görevimizdir, boynumuzun borcudur diyerek koyuldular.
Onlar, önlerine koydukları maksatlarına ulaşacaklarına inanmışlardı. Adalet ve iyilik, er ya da geç mutlaka üstün gelir. Eğer iyiliğin tabiatı üstün olmasa, insanlığın kendisini geliştirmesi mümkün olmazdı; kendine özgü vasıfları muhafaze edip, millet olup, insani değerler inşa edemezdi.
Genç Tulparlılar, suyun akışına karşı durmaya niyetlenmişlerdi. Böyle bir tavrın, hangi toplumda olursa olsun, son derece tehlikeli bir