Tarihi çarpıtan, halkı karalayan bir politikaya, bundan 60-70 yıl önce karşı durmaya çalışan gençleri birleştiren şey, milli ruhun, yüreğin gücüydü. Gençlerin sosyalist fikirlerle zehirlenen bir ülkede büyümelerine rağmen, milli ruhu kaybetmemeleri olağanüstü bir durumdu. Bu mucizevilik, Genç Tulparlıların kanına sinmiş milliyetçiliklerinden, asil geçmişlerinden kaynaklanıyordu.
Asil insanların nesli, nasıl bir akıbetle karşılaşırsa karşılaşsın her zaman asil kalır. Asalet yani insanın sahip olduğu iyi hasletler ve feraset, nesilden nesile manevi devamlılıkla aktarılır. Aslı kurt olanın nesli de kurt olur. Asalet olgusu, iyi adamın rastgele kalıplaşmayacağının göstergesi, ata-babalardan tevarüs edilen dünyevi, vicdani, psikolojik ve insani hususiyetlerin toplamıdır; çünkü “soy asma, soyuna çeker!”
Genç Tulparlılar, milli çıkarlar için ortak hareket etmeyi sadakatle ve ısrarlı şekilde devam ettirdiler. Mesela, teşkilatın adının “Genç Tulpar” konulması sırasında başka öneriler de gündeme getirilmişti. Hepsi de Alaş ideasını kendilerine bayrak yapan gençlerden bazıları, Kazak yerinin doğusu ile batısını, kuzeyi ile güneyini birbirine bağlayan Sarı Arka yöresi, Alaş aydınlarının en çok toplandığı bölgedir, bu sebeple adı “Sarı Arka” olsun önerisinde bulunmuşlardı. Ama Sarı Arka olarak adlandırılırsa, düşüncemiz Alaş düşüncesi, yolumuz Alaş yolu olsa da, bölünmüş gibi görünürüz, kendimizi tek bir bölge ile sınırlandırmış oluruz gerekçesiyle uygun görülmedi. Sonunda, “Tulpar”,20 at mizaçlı Kazak’ın sevimli bir deyimidir; biz genciz, bu sebeple adımız “Jas Tulpar” yani “Genç Tul-par” olsun diyerek sorun çözülmüştür.
Biz buna bakarak, Genç Tulparlıların en baştan beri hemşehricilikten, kabilecilikten uzak durduklarını söyleyebiliriz. Bu davranış onların, ata-babalarımızı bölmeye değil birleştirmeye çabalayan, yabancılara değil kardeşliğe, akrabalığa inanan hasletlerinden kaynaklanıyordu. Nitekim her zaman, “Biz Kazak çocuğuyuz, parolamız Alaş’tır” diyerek, bölünmediler; birliği, tefrikaya üstün tuttular. Ülkenin haysiyeti, tüm Kazakların itibarı, sonraki nesillerin geleceği için önlerine büyük hedefler koydular.
Kazaklar için “Er kanadı, at”tır. Yılkı21, Kazak bozkırının ikinci adıdır. Ulu bozkırı yönetmek için Kazaklara, atın yalnızca yelesi ile beli değil, toynağındaki urganı bile gerekli olmuştur. Hayatları hep atlara bağlı geçmiştir. Milli tarihi boyunca, tüm yaşantı ve düzeni ata bağımlı, “yılkı” hayvanı ile iç içe olan bir halktır, Kazak halkı. Tarihteki askeri seferler, bozkır için yapılan uzun, kanlı ve acımasız savaşlar hep at üstünde gerçekleştirilmiştir. Kazakların “İnsan, yılkı mizaçlıdır” sözü onların işte bu hayat felsefelerinden türemiştir. Anne sütü ile at sütü, bizim tarihimizin başlangıcıdır. “Argımak” yani soylu at, “jabı” yani cins olmayan at gibi sürünmez.
Tulparlar, sanat tarihimizde de büyük yer tutarlar. Bunları bilmeden bozkırı, doğduğu yeri tanıma, sevme mümkün değildir. Gençlerin, halkın hürriyeti için mücadele etmek amacıyla kurdukları cemiyetin adını, “Genç Tulpar” koymaları, kendi tarihlerini, Kazakların karakterini, zihniyet ve milli özelliklerini iyi bildiklerinin delilidir.
İngiliz bilim adamları, atların ilk kez Kazakistan’ın kuzeyinde evcilleştirildiğini ve kımızın 5500 yıldan beri içildiğini ortaya koydular. Yılkı hayvanının ilk kez evcilleştirilip, günlük ihtiyaçlar için faydalanılması, insanlık tarihini yeni bir merhaleye taşıyarak sosyo-politik gelişiminde köklü değişimler getirdi. “Botay Kültürü”22 kazılarında binlerce at kemiği bulunması, bizim ata-babalarımızın hayat sürme seviyesinin ne kadar yüksek olduğunun göstergesidir.
Şuuru berrak, zihni açık Genç Tulparlılar, Kazak halkının Avrasya bozkırlarındaki Türk halklarının temelini oluşturan en eski boy olduğunu öğrendikten sonra bunu herkese anlatmaya başladılar.
Onlar, Kazak yurdunun her köşe-bucağından toplanmış; çok yetenekli, çok yönlü ve becerikli gençlerdi. Hepsi de milliyetçiydiler. Yuvanda ne görürsen, uçtuğunda onu istersin! Her insanın kendi çocukluk dünyasına, aile terbiyesine uygun şekilde davranacağı, düşünce ufkunun buna göre şekilleneceği, hayallerinin zenginleşip genişleyeceği malumdur. Genç Tulparlıların hemen hepsi aydın, eğitimli ve soylu ailelerden çıkmış gençlerdi.
Onların fikir ve eylemleri, dönemin atmosferinin de etkisiyle kısa zamanda, ülke içinde geniş olarak yayıldı. Kazak halkının o anki durumu, kültürel-manevi hayatındaki olumsuzluklar hiç kimseyi karamsarlığa düşürmüyordu. Genç Tulparlıların faaliyetleri, milli kimlik duygusunu, şuurları canlandırıyor, kulaktan kulağa aktarılıp, Kazak ülkesinin her yerinde dikkatleri çeker hale geliyordu.
Onların sözleri her zaman doğru, icraatları her daim sağlam çıktı. Genç Tulpar Uyumu’nun ülke çapında geniş kültürel, maarifçi ve siyasi bir harekete dönüşmesi, Kazak halkının kendi geleceğine üstünkörü bakmadığını da ortaya koymuştu.
Genç Tulparlılar, kültürel-maarifçilik faaliyetlerine, 1963 yılının kışında, Rusya’nın Omsk eyaletinde Kazakların yoğunlukla yaşadıkları yerler ile (Kazakistan’ın) Jambıl eyaletinde başladılar. Yalnızca Jambıl eyaletinde 90 konser düzenleyip, 50 ayrı ders yaptılar. Yürekten bağlılık, samimiyet olursa başarılamayacak şey yoktur.
Şiirler okuyup, danslar yapıp yeteneklerini gösteren gençler, her etkinlikte halkın beğenisini kazandılar. Aralarından Horlan Rahimbekova, Jamile Namazbayeva, Klara Aşıkbeyava gibi şarkıcı kızlar çıktı. Konserlere teknik liselerde okuyan Ramazan Bapov, Düysenbek Nakipov, Ravşan Bayseyitova gibi genç yetenekler de katılıp, Genç Tulparlılar’ın saygınlığına katkı sağladılar. Jambıl’da Genç Tulparlılara, halk tarafından çok sevilen besteci Şamşi Kaldayakov da yakınlık gösterdi. Üzerine karabasan çökmüş bir zamanda, genç oğul ve kızların, başlarına gelecekleri düşünmeden halkın derdini dert edinip, cesurca Alaş aydınlarının izini takip ediyor olmalarından etkilenmişti. Şamşi Kaldayakov, Mağcan Cumabayev’in “Sen Güzelsin” şiirini besteledi. Amacı, “Nasıl olsa o kız bir güzel” diyerek, Alaşçı büyük şairi, onu arayan nesil ile buluşturmaktı. O yıllarda Mağcan’ın şiirini, “halk türküsü” diye besteleyip ülkeye yayma, kendi isteğiyle hapse girmeye talip olmak demekti.
Genç Tulparlılar, ülkede kendileriyle aynı düşünce ve duygudaki mahir gençleri saflarına çektiler. Böyle yetenekli gençlerin ilk sırasında harikulade duygulu sanatçılığıyla, dombıracı Mülkaman Kalavov (Qalavov) bulunuyordu. O, Genç Tulpar sanat grubu ile ülkeyi dolaşıp, Kazakların kutsal dombırasıyla Brahms’ın “Macar Dansı” eserini büyük ustalıkla çalıyor, halkın vazgeçemeyeceği hakiki bir sevgiliye dönüşüyordu. Halkın gönlünü kazanan mahir sanatçılar arasında Beysen Nurpeyisov, Cenis Koyşıbayev, kopuzcu Gülbarşın, Marat Bitibayev, Asiya Nurmat, Lidiya Tuleşeva, Asiya Janseyitova, Sırım Narımbayev ve Sardar Tatubayev de bulunuyordu. Bu kültürel etkinlikleri Murat Avezov, Bolathan Taycan, Altay Kadırjanov, Yer-sayın Tepenov, Asiya Muhambetova ve Amangeldi İrgebayev düzenliyorlardı.
Genç Tulpar, resmi olarak 1963 yılının kasım ayında kurulup, faaliyetine başlamakla beraber, geniş çaplı faaliyetleri 1964-1965 yılları arasında gerçekleşti. İki yıl içinde, Kazak gençlerinin eğitim gördükleri Rusya kentlerinin tümü ile Riga, Kiev ve Harkov’da şubeleri açıldı. Buralardaki teşkilat çalışmalarını Genç Tulparlılar’dan oluşan komiteler yürüttü. Genç Tulpar Cemiyeti’nin