Müştak Gönülleri Aydınlatan Edebiyat. Babahan Muhammed Şerif. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Babahan Muhammed Şerif
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6853-87-4
Скачать книгу
Cavit’in tiyatro eserleri daha o dönemde kardeş Türk ülkelerinde geniş kitlelere ulaşmış ve sahnelerde oynanmıştır. Özellikle onun “Şeyh Senan” ve “İblis” dram tiyatro eserleri genç Özbek tiyatrosu tarafından daha 1923 yılında gösterime sunulmuş ve büyük başarı kazanmıştır. Ünlü şair Çolpan “İblis” eseri hakkında “Türkistan” gazetesinin 14 Mart 1923 yılındaki sayısında yayımladığı makalesinde şöyle yazmıştır: “Bu eserde yirminci medeniyet yüzyılında yaşayan insan evlatlarının ellerindeki bilim ve hüneri kan dökmek, insan öldürmek, yuvayı yıkmak gibi eğri ve kötü işlere sarf edip, kötülük ve yaramazlıkta şeytanı bile geçtikleri gösterilir… Sahneye giriş – çıkış, sözleri zamanında söylemek, ışıkların yanıp sönmelerindeki bazı eksiklikleri saymazsak, genel olarak düz ve zararsızdır. İblis rolünde Ebrar, Arif rolünde Uygur, İbn Yamin (hain Arap) rolünde Seyfi iyi iş çıkardılar… Millet dolup taştı, beklenti iyi bir şekilde karşılandı. Hatta yer bulamayıp gidenler de çoktu.” Gördüğümüz üzere Çolpan eserin mazmunu, mahiyeti, önemi; tiyatro eserlerinin sergilenmesinde yönetmen ve oyuncuların ehemmiyeti, başarı ve eksiklerini dile getirmekle yetinmeyip, seyircilerin üzerindeki ektisi üzerinde de ayrıca durmuştur.

      Aradan çok geçmeden Cavit’in “Şeyh Senan” dramı da o dönemde Taşkent’in en büyük ve meşhur sahnesi olan “Kolizey” tiyatrosunda seyircilerinin hükmüne havale edilmiş ve büyük başarı elde etmiştir. Çolpan bunun hakkında “Türkistan” gazetesinin 6 Haziran 1923 yılındaki sayısında makale yayımlamıştır. Bu makalede de Çolpan eserin mazmun ve mahiyetini tahlil ettikten sonra yine sergilenmesiyle ilgili başarı ve eksiklerini kaleme almış. O şöyle yazmıştır:

      “Eserin koreograf konusunda değerli Uygur’umuz çok emek sarf etti. Tüm heyetiyle 11 kişiden oluşan kara bahtlı bir tiyatro ekibiyle bu ekibin beş, on katı kadar gelen gücü sarf ederek bu kadar düzgün ve rahat bir şey ortaya çıkarmak – büyük başarıdır. “Kolizey” gibi dev bir sahnede “Şeyh Senan” gibi ağır ve çok güç gerektiren bir eseri canlandırmak Özbek tiyatrosunun gerçek aşıklarının olduğuna bir kanıttır”. Çolpan bu makalesinde piyesin başarılarını söylemesiyle yanı sıra eserin Azerbaycan Türkçesinden çevrilmesi hususunda da önemli fikirlerini ortaya koymuştur. Onun ne yazdığını özellikle belirmek lazımdır:

      “Hurşit yoldaşın çevirisi abartılacak kadar övgü gerektirmez. Biz de şunu itiraf edelim ki, bunun gibi zor edebi eserleri “Özbekçeleştirebilen” bir güç yok. Bundan dolayı da çeviri çok iyi olmasa da yararlı ve idarelidir.” XX. yüzyılın başlarında Özbek çeviri mektebinin daha yeni şekillenmeye başlamasından dolayı bunun gibi eksiklikler olması kadar doğal bir şey yok. Bunu göz önünde bulunduran Çolpan “Bundan dolayı da çeviri çok iyi olmasa da yararlı ve idarelidir” demiştir. Çolpan daha sonra Özbek sahnesinin öncüleri olarak yetişen Mannan Uygur (1897-1955), Ebrar Hidayatov (1900-1958), Seyfi molla Alimov (1901-1984) ve başkalarının icralarını tahlil edip, başarı ve eksikliklerini kanıtlarıyla birlikte göstermiştir. Bu ise söz konusu oyuncuların kendi icatları için daha da azimli bir şekilde çalışmalarına sebep olduğuna şüphe yok.

      Yeri gelmişken, vurgulamak gerekirki, Çolpan da, Hüseyn Cavit da milletinin hür, bağımsız oluşunu kalben iştemiş, kendilerini bu yola atamış ve onlar bu yoldaki mucade-lenin bayraktarları idiler. Çolpan Hüseyn Cavit’in her bir yeni eserini dikketle okumuş, etkilenmiş ve teşvik etmiştir. Yukarıdaki makaleler bunun bir delilidir. Bunun dışında Çolpan “Maarif ve okutucu” dergisinin 1925 yıl 7-8 sayısında şöyle yazmıştır: “Tokay’dan Kavi Necmi’ye kadar tatar edebiyatını, Hadiden Cavit’e kadar azerbaycan edebiyatını, Namık Kemaldan Ali Seyfi’ye kadar osmanlı edebiyatını okuyorum…”. Bu iki büyük Türk münevverinin yüz yüze görüştüklerine aid kayıtlar elimizde yok, ama onların bir birini tanıdıkları ve milakat ettiklerini tahmin edebiliriz. Çolpan 1920 yılında Şark halkları kurultayına katılmak için Bakıya geldiğinde Cavit’le görüşmüştür.

      Hüseyin Cavit’in edebi hayatında “Topal Timur” (Amir Timur) ve “Peygamber” dramlarının ayrı yeri var. “Timur”u çağdaşları ve günümüz edebiyatçıları farklı değerlendirmişler. Hatta, Cavit bu ve “Peygamber” piyesi için kızıl mefkure taraftarları tarafından geçmişi, hanları övmekle suçlanmıştı.

      “Peygamber” dramında insanları yalan, yanlış yollardan geri döndürüp, hakikat ve adalet yoluna sevk eden Hazreti Peygamberimizin karşılaştığı zorluklar kaleme alınmıştır. Hayat zor, yenilik ve hakikat hiçbir zaman kolayca karar bulmaz, onu kazanmak için inanç, itikat, sabır, dayanç sahibi olmak ve başına gelebilecek olan zorluklara hazır durmak talep edilir. Peygamber’in bu sözlerine dikkat edin:

      Öyle asır içindeyim ki, cihan,

      Zülüm-ü vahşetle kavurulup, yanıyor.

      Yüz çevirmiş de Tanrıdan insan,

      Küfürü hak, cehli marifet sanıyor.

      Dinlemez kimse kalbi, vicdanı,

      Mehv eden haklı, mehv olan haksız…

      Öncüdür her halka bir sürü şeytan,

      Hep münafık, şerefsiz, ahlaksız.

      Gülüyor nura daima zülmet,

      Gülüyor fazla karşı fisk fücur.

      Ah, adalet, hukuk ve hürriyet

      Ayaklar altında ezilir durur!…

      Bu sözlere Hüseyin Cavit’i endişelendiren döneminin muammaları yansımıştır. Bolşeviklerin kurduğu toplumunun yalan, fesat, fücur üzerine kurulduğunu, adalet, hürriyetin ayakaltı edildiğini şair derinlerden hissetmiş ve endişeli fikirlerini başkahramanın sözleriyle açıkça beyan etmiştir.

      “Timur” dramının mahiyeti hakkında fikir bildirildiğinde Azerbaycanlı bazı araştırmacılar yazar bu eserini tiranlığın mahiyetini açıklamak için kaleme almıştır diye görüşlerini belirtmişlerdir. (Örnek olarak araştırmacılardan Gülbeniz Baba-hanlı ve Timur Kerımlı Hüseyin Cavit’in 5 ciltli eserler toplamının ön sözünde bu fikri ortaya koymuşlardır). Halbuki, bize göre Hüseyin Cavit’i Türk dünyasının dostluk ve birlik meselesi daha çok endişelendirmiştir. Eserin kahramanlarından biri Almaz’ın rus kızı Olga’ya söylediği sözler vasıtasıyla bu yoldaki esas engel – somurgeçi guçler kim olduğu gösterilmiştir: “Yeter, artık def ol! Türkistan topraklarında, Semerkand bağlarında yabancılara yer yok!” Bu sözlerde Hüseyn Cavit’in adalet gayesi sarih şeklde açığa cıkmıştır. Kızıl imperiya devrinde böyle sözleri yazmak gayet büyük bir cesaret idi.

      Cavit’in edebi hayatında Türkistan, Turan birliği, dayanışma meselesi çok büyük önem arz etmiştir. Yazar Türk milletinin birliğini halklarımız ve ülkelerimizi en çok gelişen halklar ve ülkeler derecesine çıkartmanın bir yolu diye düşündüğü apaçık ortada. Hüseyin Cavit’in edebi hayatında İstanbul Türkçesini kullanması da boşuna değildi. İstanbul ve Azerbaycan Türkçesini beraber kullanarak herkesin anlayacağı ortak bir dil yaratacağı düşüncesine sahipti. Dil – birliği sağlamak için gayet güçlü bir etkenlerdendir. Geçtiğimiz yüzyılın 90’lı yıllarında Türkistan’da, özellikle Özbekistan’da da ortak Türk dilini yaratma konusunda bazı çabalar gösterildi, konferanslar gerçekleştirildi. Ama bu işte farklı lehçelerden kelimeler seçip, suni bir dil yaratmaya vurgu verildiği için bu çabalar sonuca ulaşmadı. Böyle olması belliydi, çünkü suni dil hiçbir zaman iletişime sinmemiştir. Uluslararası ilişkilerde kullanmak için bir zamanlar Esperanto dili yaratılmış ve kullanılmasına teşvik edilmişti, ama onun adı silinip gitti. Burada Hüseyin Cavit tecrübesinden doğru yararlanmak verimli olabilir, yani tüm Türk halkları kendisine mukabili olamayan kelime