Kaliyka ağzını yazmasının bir ucuyla kapatarak şaşırarak oturdu. Önceleri Kaliman’ı böyle hiç düşünmemişti. Kısa öksürerek:
– Dur, kurbanın olayım öyle deme. Üstelik birkaç gün sonra doğuracaksın. Günah, sevapları da düşünmek lazım, dedi.
Kaliman çekinmeden:
– Günahı sevabı buna mı bağlamış? Çocuk işte… Erkek mi, kız mı büyüyünce annelerini buluyorlar. Onun ne üzüntüsü var? Kısacası sağ salim büyüse yeter.
Deminden beri Kaliman’a bakarak oturan İra soğumuş gibi onu ilk defa görüyormuş gibi: “Oha, sen böyle miydin?” Satımkul’a acıyıverdi. Hakkında söylenenlere rağmen Satımkul Kaliman’dan on kat daha iyi bir insanmış gibi geldi. Kaliyka’yla ikisi “Bu ne demek? Sen bir şey anladın mı?” der gibi birbirlerine baktılar. Kaliman hiçbir şey hissetmeden yavaşça yerinden kalktı ve mutfağa doğru yürüdü. Diğer ikisi ses çıkarmadan ona baktılar, “Hayır bu insanlık değil. Zavallı kocası kendine giyecek kıyafet bile almadan sadece karısı için, sakat olmasına rağmen çalışıyor. Öyleyse bu bezleri toplayıp ne yapacağım? İlk önce karım giysin, diye düşünüyor kocası. Kaliman, dışarıdan güzel, güler yüzlü görünmesine rağmen içi kirli insanmış. Anne olmak üzereyken çocuğuyla ilgili düşündüğü de buymuş.” Çocuk… Evet, İra o çocukla ilgili söylediğine çok kızdı. “Doğru mu duydum, yanlış mı duydum acaba?” diye kendine inanamadı. “Çocuğa muhtaç olanlar çok. Ah be hayat çok zorsun! Birisinde olanı diğerlerine zar yaparsın”. İra’nın düşünceleri karışmıştı. Bu evde daha fazla oturmak ona ağır gelmişti.
O yerinden kalkınca mutfaktan Kaliman çıktı. Kaliman’ın yüzünün sivilceyle dolduğunu, üstelik çok çirkinleştiğini şimdi fark etti.
– İra sen nereye? Kaliman mutfağın kapısından biraz beri gelerek durdu.
– Eve. Stepan işten geldi galiba.
– Oturup çay içseydin.
– Teşekkür ederim, diye vedalaşmadan gitti. Onun peşinden Kaliyka da çıktı.
Kaliman bu “olayı” anladı mı anlamadı mı belli değildi. Ama şaşırmıştı. Yavaşça gelerek yerine oturdu. Dışarıdan Satımkul’un sesi duyuluyordu.
Çok geçmeden kapıyı sert açarak geldi ve elindeki odunları sobanın ağzına atarak durduğu yerden “Ya senin bu karakterin düzelecek mi?” der gibi Kaliman’a sert baktı.
Kaliman ise düşünmüyordu bile. Kaliyka ile İra neyi biliyormuş. Onun sırrını, iç dünyasını eşi Satımkul bile bilememişti. Bırak bilmeyi düşünmemişti bile. Ha, koca diyorduk, gerçekte onlar normal aile olarak beraber yaşayalı çok az olmuştu. Evleneli iki ay olunca Satımkul cepheye gitmişti. Kaliman o zamanlar yirmi yaşındaydı. Yirmi! Bu yaşta yalnız kalmak kadın için çok zordu. Haftalar, aylar geçti. Sonunda Kaliman dayanamadı. Köyü bırakıp şehre gitti. Bir yandan para, (köyde onu nereden bulacak?) diğer yandan çok özgür olmak istedi. Ne de olsa köy dediğinde her şey yok. Dedikodular… Hepsi bir yandan birikmişti.
Bir odalı ev… Anlatılsa ne çok şey yaşanmıştı. Ancak hayat dediğin ilginç bir şeymiş, “şehirlilerin” birisi gerçekten de onun peşini bırakmıyordu. “Neden?” Kaliman anlayamıyordu. Eğitimli, üstelik kendisi de yakışıklıydı. Tek bir eksikliği vardı, öğretmendi. Maaşı azdı.
Satımkul dönüp buraya gelene kadar peşinden koştu. Ancak Satımkul: “Yeni maden ocağı açılıyormuş.” dediğinde yeni maden ocağıysa para çoktur, diyerek buraya sürünmüştü zavallı!
Kaliman’ın her şeye boş vermesi, günahı sevabı düşünmemesi, Satımkul’u hatta daha doğmamış çocuğu da düşünmemesi işte bundan dolayıydı. Giderse beklediği var, evi vardı. Yaşadığı, çalıştığı yer temizdi… Onun hangi yükünü kaldıracaktı ki.
Kaliman işte!
Üstelik… Bugün ya da yarın o dediği işçi de gelmeliydi. Evet, bir hafta geçmeden söylediği insan da geldi. Galyatina adlı bir kızmış. Satımkul onu uzaktan tanıyordu. Sevmezdi. Sanki o, onun işini elinden almış gibiydi.
Galyatina İralar ile çok önceden tanıştı. Sadece İralarla değil… Onların bu güne kadar yine bir yerde beraber çalıştıklarını Satımkul sonradan öğrenmişti. Kısacası o kız sabahtan akşama kadar İralar’ın evinden çıkmazdı.
Satımkul, çok önemli işi olmadıkça artık merkez ofise gitmeyi de durdurmuştu. Ancak gidip gelenlerden doğru oradaki olan bitenden haberdar oluyordu. Galyatina’yı sevenlerden daha çok sevmeyenler vardı. Bir taraf “Doğru yapıyor, bazı normlar gerçekten de küçük. Ekonomik düzenin de olması lazım.” diye onun tarafını tutuyorsa diğer taraf da “Kurbanın olayım, tüm devlet onun elinde olsa da! Öyle çok başarılıymış falan boş. Yer altında bir gün çalışsın bakalım. Sonra görelim onun o normlara tekrar baktığını.” diye karşı çıkıyorlardı. Tabi ki de bu Satımkul’un hoşuna gidiyordu. Onun doğru ya da yanlış yaptığı umurunda değildi.
Gerçekten de eski norm artık hiç gerekli değildi. Nereye kadar onu bir kural gibi tutacaklardı? Teknik, sanayi artık değişmedi mi? Sonraki çıkan normlar kimin için? Evet, işte o sonraki normların da eksiklikleri var. Onu tanımak zor. O yüzden “sonuçta” ne yazıyorsa ses çıkarmadan onun hepsini kullanmak ne demek? Eğer böyleyse, demek yerel şartlara bağlı özel norm oluşturmak lazım.
Galyatina işte bunların üzerinde çalışıyordu.
Geçende Stepan işe giderken Satımkullara uğramıştı. Yanında Galyatina varmış. Galiba onların sürüklenme aletlerini ve kesitlerini görmeye geliyordu. İki işçi yeniden maden ocağına inmeye hazırlanıyordu.
– Selam, dedi Stepan.
Onlar da selamlaştılar.
– Selam.
– Selam Stepan. Neden geç kaldın? Kuralı sen de bozuyor musun hmm?
Satımkul ses çıkarmadı.
O, sonra diğer ikisiyle aşağı indi. Stepan cebinden piposunu çıkardı.
– Hadi o zaman Zina’cığım biz de gidelim, dedi.
– Ha dur! Şu Satımkul Orazalieviç. Tanıyorsundur, bizim yakın arkadaşlarımızın biri.
Satımkul dudaklarını sıkarak başını hafif salladı:
– Ha sen miydin?
Yakına gelerek elini uzattı:
– İyi, iyi Galyatina…
– Galiyatina Zinayida Nikolaevna! “Durmayan plancı” denilen işte bu kız. Stepan sağ eliyle eskimiş gri börkünü alnına doğru bastı.
Satımkul sonra konuşmadı. Morali yoktu.
Galiyatina yazmasını sıkı bağlayıp ikisine sırasıyla bakıyordu. “Çok yakın arkadaşlar…” o aniden şaka yaparak gülüverecek oldu.
Gerçekte, onların şu andaki halleri “arkadaşlara” benzemiyordu. Stepan amca dalga mı geçiyor? Hayır, ona da benzemiyordu…