– Dinliyorum.
– Ofiste iş var diyorlar, gerçek mi?
– Evet, orada bir ekonomiste ihtiyaçları var. Ekonomist! Tarasov ekonomist kelimesini özellikle vurgulayarak söyledi. O bununla “Sen orada çalışamazsın. Orada çalışmak için eğitim lazım.” demek istemişti. Satımkul onu anlamasına rağmen anlamamış gibi yaparak:
– Vladimir Nikolaeviç eğer öyleyse niye oraya işçi almıyorsunuz? Yanılmıyorsam oranın uzun zamandan beri bir işçiye ihtiyacı var gibi? dedi.
– Evet…
Tarasov bunun dışında bir şey demedi. Sustular. İkisi de birbirlerinin ne düşündüklerini biliyorlardı. O yüzden, bunları öylece bırakmanı doğru görmüşler miydi, kim bilir?
– Vladimir Nikolaeviç, dedi Satımkul ve:
– Ben de anlıyorum. Anladığım için bu güne kadar hiç ses çıkarmadım. İnanıyor musunuz bu düşüncelerimi bırak başkaları hatta karıma bile söylemeden geldim. Siz bilirsiniz.
– Neyi ben bilirim? Satımkul, kısacası sen bana darılma. İnsanı üzmek kötü bir şeydir. Ama şu an ben sana yardım edemeyeceğim. Beni yanlış anlama! dedi ve yerinden kalktı.
– Ben yardım istemiyorum. Düşüncemi söyleyerek az çok talep ediyorum, Vladimir Nikolaeviç. Siz de emektarsınız, ben de. Söylesenize, savaşa ilk gittiğimizde kimimiz hemen başarıya ulaşmıştı? Kimimiz hemen iyi savaşmaya öğrenmişti? Özel eğitim, hazırlanma falan bize sorulmuş muydu savaşa alırken? Hayır! Biz yavaşça öğrenmiştik. Başarmıştık.
– O savaştır.
Satımkul biraz kızıverdi:
– Savaş, ha savaş şu andaki gibi miydi? İşte savaş. O, sol elini masanın üzerine koydu. Sonra sağ elini kaldırarak konuşmasına devam etti:
– İşte şu andaki hayat… Bu, işte bu kafa varken nasıl bir diğer kişinin yaptığı işi yapmayayım? O dönemdeki güven niye şimdi yok?
Tarasov başını önüne eğerek onu dinledi. O da Satımkul’a katılıyordu. Ancak talimatları nereye iletecek? Gerçekten de eğitimi olmadıktan sonra birisini bir işe tavsiye etmek de zor. Hiç olmasa biraz tecrübesi olsaydı.
– Hayır, Satımkul beni zorlama. Şu andaki işin de kötü değil. Sonra yine bakacağız, dedi Tarasov.
– …Bu cevabı önce de duymuştum.
– Evet, evet. Bu şöyle ki… Çocuk değiliz. Her şeye adaletli olarak bakmamız gerek. Gerçeği söyleyeyim Satım-kul, ben seni hala iyi tanımıyorum. Sonradan bir sorun çıkarsa ben de kötü duruma düşmeyeyim. Üstelik birisine söz vermiştik. Yarın, öbür gün o da gelir. Diyeceğim, şimdilik bu işinde çalışadur.
– Tüm cevabınız bu mu?
Tarasov kaşlarını kıpırdatarak omuzlarını büktü. Başka ne diyecekti ki? Satımkul üzüldü. Yerinden yavaşça kalkarak biraz düşünceli durdu ve odadan çıkıp gitti. “Üstelik… Üstelik… Üstelik…”.
Akşam olmuştu. Hava serinlemişti, göl tarafından serin rüzgâr esiyordu.
Satımkul biraz yürüdü. Önünde bariyer gözüktü. Alaca boyunlu zürafaya benzeyen bariyer… Onların buraya geldikten sonraki ilk adımıydı. Satımkul kimseyi, Tarasov’u suçlamadı. Tüm problemler zamanla ve uygunuyla çözülecek. O, ilk defa kendisinin diğer insanlardan eksik olduğunu hissetti. Gücendi, keşke Tarasov’a gitmeseydi. Önceki gibi kendi düşünceleriyle uğraşıp, o düşünceleriyle kendini avutarak yaşaması daha iyiydi.
Öbür taraftaki ne çamlı dağı ne de İncil Gölü’nü gördü. Ta uzaktaki Orto-Alkak Dağı’ndan batmak üzere olan güneşe bakarak durdu. Onun insani namusuna dokunup, sakat olmasına neden olan işte o gün batmakta olan taraf değil miydi? Derin derin nefes alıyordu, gözünde beliren yaş o güneşin nurunda parlıyordu.
Öncekine göre Satımkul çok dalgın ve düşünceliydi. İşine gidip gelir ve evindeki küçük işleriyle uğraşmaktan başka bir şey yapmazdı. Kaliman da öncekisi gibi onun başının etini yemiyordu. Söylediğinin, istediğinin hepsini yapıyorsa onu neden rahatsız edecekti ki. Ne de olsa kocasının hal hatırını sorup, o böyle durumdayken ona destek olmalıydı. Fakat o böyle yapmadı. “Sonunda ben kazandım.” diye düşünüyordu galiba.
Geldiklerinden bu yana bir sene geçmişti. Yaşamları kötü değildi. Ancak Satımkul, bu güne kadar kendisine yeni bir giysi bile almamıştı. Askerden döndüğünde giydiği çok eski giysileri vardı. O, ona önem vermiyordu. Aslında karısı da öyle güzel kıyafetler almamıştı. O da her şeye rağmen diğer insanlardan geride kalmadan yaşayalım diye ev eşyalarını almaya çalışıyordu. Bir yandan o da haklıydı. Kıyafet nereye kaçacak ki? Satımkul’un her gün aklında olan anne babalarıyla ilgili Kalimana çok defa:
– Kaliman, anne ve babamız çok yaşlandılar. Uzaktalar, buraya gelemezler. Para gönderelim, demişti. Ancak hiç olumlu cevap alamamıştı. Bu neydi, acımasızlık mı? Kendi çocuğu bu kadar acımasız oluyorsa ona ne? Sonra, onlarla ilgili konuşmayı da bıraktı.
Çok geçmeden Kaliman, işinden annelik izni aldı. Şimdi her şey Satımkul’un üzerine yüklenmişti. Bazen komşusu Begimalı’nın karısı gelip yardım ediyordu. Begimalı burada bu parti kurulduğundan beri çalışmaya başlamıştı. İki çocuğu vardı. Büyük kızı bu sene ilkokula başlayacak diyorlardı. Küçüğü üçe yeni geçmişti. Şu an Kaliyka yine hamile gibi görünüyordu. Kısacası çok şefkatli iyi insanlardı. Güzel yemek pişirse ya da konuk çağırırsa hemen:
– Hadi gelin! diye çağırıyorlar.
Hayır demeyi bilmiyorlardı.
Satımkul bazen bundan çok utanırdı. “Neden bizim evde böyle olmaz? Neden bizim eve kimse gelmez? Sadece birimiz değil ikimiz de çalışıyoruz. Begimalı sadece kendisi çalışıyor ama evine konuklar çok geliyor.” Tekrar Kaliman’ın dedikleriyle kendi kendini avuturdu. “Yalnız çalışmasına rağmen üç insanın maaşını tek başına alıyor ki. Onlar cömert olmayıp kim cömert olsun?”.
Evet, o gerçekten de iyi para kazanırdı. Ancak konukların çok gelmesi ondan kaynaklanmıyor ki. Tek bir fincan çay versen de her zaman gülümseyerek gelenlere sıcak davransan kim gelmez ki? Kim ondan nefret etsin?
Birileri gelse Satımkul Kaliman’a bakardı. Kaliman kaşlarını çatıp sorunlarını söyler ve sitem etmeye başlardı. Her zaman böyle davranırdı.
İşte bugün de… Kaliman’ın hal hatırını sormak için İra gelmişti. Onu fark edip komşusu Kaliyka da gelmişti. Satımkul başköşedeki odada kitap okuyordu. Ekonomi ve maliyeyle ilgili kitabını yine okuyordu. Geç olsa da oraya işe alırlar umudundaydı. İra her zamanki gibi şakalarıyla konuşmaya başladı:
– Kaliman vay seni gidi seni, belli olmadan bu kadar aylık olmuş çocuğun? Ama hala karnın küçük. Galiba sen kız doğuracaksın?
– Bilmiyorum.
– Kız mı, erkek mi kısacası sağ salim doğur. Doğurmak da çok acı, üstelik ilk doğum…
Satımkul çıktı:
– Oo, İra nasılsın, iyi misin? Gelin, girin. Kaliyka yenge yukarı geçin. Kaliman çay hazırlasana.
– Dur ya. Onu sen demeden de biliyorum… Ya hazır odun da yok…
– Şimdi…
– Satımkul