Mahmudhoca Behbûdî, Türkistan’ın 20. yüzyıl başlarında yetiştirdiği en önemli siyaset adamlarından biridir. Siyasî düşünce olarak vatanın ve milletin geleceğiyle ilgili düşüncelerini, Hurşid gazetesinin 10 Ekim 1906 tarihli nüshasında yayımlanan “Hayrü’l-Umûrı Evsâtühâ” (= İşlerin Hayırlısı Mutedil Olanıdır) adlı yazısında ortaya koymuştur. (s.18) Behbûdî, bu yazısında sosyalist anlayışı ve bu anlayışı Rusya’da hâkim kılmaya çalışan Lenin’in partisini reddetmiştir. Yazar, bir siyasetçi olarak Rusya’daki siyasî partileri değerlendirirken Sosyal Demokratlar Partisi (Behbûdî, bu partiye İştirâkiyyûn-ı Ammeviyyûn adını vermektedir.)’nin şeriata aykırı taraflarına dikkat çekerek “hayalî”, hattâ “zararlı” olduğunu belirtmektedir: “Bu tâifege koşılmak biz Müsülmanlar üçün nihâyetde zararlikdir.” Siyasî meseleler karşısında Gaspıralı İsmail Bey gibi düşünen Behbûdî, sosyalizmi bir “zorbalık” olarak değerlendirirken sosyal eşitliğin de adalete aykırı olduğunu bildirmektedir. Ferdin ve milletin yükselmesinde “terakkî”nin en önemli faktör olduğu inancı, Rus işgâl ve yağmacılığıyla birlikte Behbûdî Efendi’de Türkistan’ın istiklâli için mücadele etme fikrini doğurmuştur. (s.18-19)
Millet, hürriyetine kavuşarak kendi müstakil devletini kurmadıkça, adaleti sağlamak da mümkün olamaz. Bu, Behbûdî’nin inandığı temel prensiplerden birisidir. Behbûdî, Vakit gazetesinin 4 Kasım 1907 tarihli nüshasında basılan “Duma ve Türkistan Müsülmanları” adlı yazısında, çar idaresinin sömürge politikalarını ve bilhassa Türkistan’da iskân edilen Rus muhacirlerini temsilen altı milletvekili seçildiği hâlde, yedi milyon Müslüman için beş milletvekilinin seçilmesini açıkça tenkit eder. Bu uygulamayı, “zorevanlik”, “gayr-i ahlâkiylik” ve “gayr-i insâniylik” olarak değerlendirir ve reddeder. (s. 28)
Prof. Kâsımov, 20. yüzyılın başında Türkistanlı aydınların ve tabiî Ceditçilerin istiklâl ve istikbâl hakkında birbirlerinden farklı kanaatlere sahip olduklarını ve istiklâl hedefine üç ayrı yoldan ulaşmaya çalıştıklarını söylemektedir ki, bunlar şöylece hülâsa edilebilir:
1. Rus hâkimiyetinden silâhlı mücadele ile kurtulmak, istiklâli mücadele ederek kazanmak. Begali Kâsımov, Dükçi Eşan ve 1916 isyanlarıyla birlikte Basmacılık hareketini, buna örnek olarak zikretmektedir.
2. Sulh içersinde, önce Ruslardan da istifade ederek eğitim problemini ortadan kaldırmak, ardından hak hukuk sahibi olmak sûretiyle millî hayatı kurmak. Kâsımov, İsmail Gaspıralı ile Mahmudhoca Behbûdî’nin bu maksatla çalıştıklarını bildirmektedir.
3. Çar idarecileriyle ve daha sonra sovyet hükûmetiyle anlaşarak onların programlarına iştirâk etmek ve imkân nispetinde istiklâli kazanmaya çalışmak. Kâsımov’a göre Münevver Kaarı, Hamza Hekimzâde Niyazî ve Abdullah Avlânî’nin niyetleri bu yöndedir. (s. 29)
Behbûdî, 16-23 Nisan 1917 tarihlerinde Taşkent’te toplanan Türkistan Müslümanları Kurultayındaki heyecanlı konuşmasında, milleti ihtilâflardan vazgeçerek istiklâl fikri etrafında birleşmeye davet eder. Aynı yıl 26 Kasım’da Hokand’da toplanan Türkistan Müslümanlarının IV. Fevkalâde Kurultayı, Behbûdî Efendi’yi kurulmakta olan Türkistan muhtar hükûmetinde görevlendirir16, gece yarısından sonra da Türkistan Muhtariyeti’ni ilân eder. Kurultayın bu kararı, müstemleke olmaktan istiklâle doğru atılmış çok ciddi ve cesur bir adımdır. İstiklâl kararının mimarlarından birisi de hiç şüphesiz Mahmudhoca Behbûdî Efendi’dir. Behbûdî Efendi, Abdurrauf Fıtrat’ın “milliy leyletü’l-kadrimiz” olarak vasıflandırdığı bu geceden, Hürriyet gazetesinin 29 Kasım 1917 tarihli nüshasındaki yazısında, “27 Kasımda Hokand’da Türkistan Muhtariyeti, Umumî Müslüman Kurultayında ilân edildi. Mübarek ve hayırlı olsun! Bendeniz de bu kurultaya iştirâk etmiş olmakla iftihar ediyorum. Yaşasın Türkistan Muhtariyeti!” diye söz eder. (s. 30) Behbûdî, 26 Ocak 1918 tarihli Hürriyet gazetesinde, “Çirağlarım” diye seslendiği Kazaklara hitaben kaleme aldığı açık mektubunda, bu eski ata yurdu Türkistan’daki bütün kardeş toplulukların beraberce yaşayabileceklerini düşünerek herkesi millî birlik fikri etrafında toplanmaya davet ederken şunları söyler:
“Hepinizin bildiği gibi Türkistan Kazağı, Kırgızı, Özbeği, Türkmeni, Tatarı, velhâsıl hepsi Türk-Moğol çocuklarıdır; cihangir Cengiz Han ve Timur’un evlâdı veya birbirlerinin ağabeyi ve kardeşidirler. Türkistan’daki Arap, hoca ve seyyitler de kendi dillerini kaybetmişler ve hattâ Arap olduklarını da unutarak Türkleşip siz Türk ve Moğollarla her bakımdan birleşmişlerdir. Türkistan’ın şehirlerinde ve bazı dağlarında biraz Fars, yani Tacik vardır ki, onların da tamamı Müslüman olup sizinle aynı mezheptendir. Hayat tarzlarının Özbeklerinkinden farkı yok denecek derecededir.
Kardeşler! Biliniz ki, bugün Türkistan’daki bütün halklar için muhtariyet ilân edildi ve yine bilmelisiniz ki hak alınır, fakat verilmez. Aynı şekilde muhtariyet de alınır, fakat verilmez. Yani muhtariyeti, Türkistan’ın evlâtları birleşerek kendi gayretleriyle alırlar. Elbette başkaları tarafından verilmez. Başkalarının elinden gelse, vermezler. Biz boş bulunup da Türkistan halkları olarak muhtariyet yolunda gayret göstermezsek, elbette şimdilik kâğıt üzerinde bulunan muhtariyetimizi de yok ederler. Bu, elbette söylediğimiz sebepten dolayıdır ve bu söze hiç kimse itiraz edemez.
Şimdi, durum bu hâlde iken bizim hepimiz, yani Kırgız, Kazak, Özbek, Türkmen, Arap, Fars, hülâsa Türkistan’daki, Kazakistan’daki ve Türkmenistan’daki bütün Müslümanlar ve buralarda yaşayan Yahudi ve Hristiyanlar, ittifak ederek bu muhtariyetin hayata geçirilmesi yolunda himmet ve gayret göstermemiz, elbette gereklidir. Eğer bize kendi başımıza şeriata, örf ve âdetlerimize uygun bir ömür sürmek gerekiyorsa, hepimiz zaman içersinde ortaya çıkmış olan bir takım kavga ve bencillikleri bırakıp bütün her şeyi unutarak yalnız muhtariyet için her şeyimizi feda etmemiz lâzımdır. Elimize ilk defa geçen böyle bir fırsatın değerini bilip ona göre çalışmak gerekmektedir. Fırsat kaçtıktan sonra pişman olmak fayda etmez. (…)
Atanız Cengiz’in meşhur nasihati var; kendi oğullarına şöyle demişti: ‘Birleşiniz! Meselâ, bir deste çubuğu beraber bağlarsanız, kimse kıramaz; eğer ayırırsanız, birer birer herkes kırabilir.’ İşte atanızın buyruğu!
Çırağlarım! Başka halklar, meselâ Sırplar, İtalyanlar, Ermeniler, Slavlar, Polonyalılar ve diğerleri, hattâ dünyanın öbür ucundaki kardeşleri ile birleşmektedirler. Başka büyük ve kuvvetli devletlere tâbi olup yutulan, hattâ dillerini kaybetmiş olan kendi soydaşlarıyla birleşmek için can ve güçlerini sarf ediyorlar. Biz kendi içimizdeki kardeşlerimizden ayrılacak olursak, bu bizim için utançtır, ahmaklıktır, Türk damarına balta vurmak demektir. (…)
Çırağlarım, birleşelim! Görüyorsunuz ki, bugün Ruslar da birleşmektedirler. Şimdi birleşmek zamanıdır. Eğer siz ayrılacak olursanız, Türkmen kardeşler de ayrılırsa, Türkistan Türkleri üç yere bölünüp dağılır ve muhtariyet hiçbirine nasip olmaz. (…)
Yalnız sizinle bizim değil, bütün Rusya Müslümanlarının birleşmeleri şeriata ve akla göre farzdır. ‘Va’tesimû bihablillâhi cemî’an