Yeniden yapılanma ve demokrasi siyaseti sanat kültürümüze yeni bir hayat verdi. Geçmişte dogmatik kavramlar “kapalı” konu, “açık” konu halka ezberletildi. Hayatın güneşli tarafını tasfir eden, hayatı değil, türlü talimatlar üzerine yazanlar seçkinler yerine kondu. Hayatın gerçeklerini, zıtlıklarını araştırarak, işçileri değil farklı karekteri açmaya çalışan yazarlarımızın acı hayatı hepimizin malumudur. Kazakistan edebiyatının zirve eseri “Abay Jolı” romanını yazan M. Auezov tenkitler ve eleştiriler altında kaldı. Kazak edebiyatına yeni konular, değişik kahramanlar, yaratıcı yeni konsepsiyonlar sunan İlyas Esenberlin’in düğme kadar eksiğini dağ gibi göstererek, yazara engel olmaya çalışanlar, işe yaramaz kıskanç insanlar değil de kimdir? Demokrasi olmayan yerde kötü niyetli insanların zülüm hareketleri cezasız kalır. O zaman geride kaldı. Bunun delili olarak “Jazuşı” basımevi tarafından yayınlanan “Şındık Dauısı (Gerçeğin Sesi)” kitabını öne sürebiliriz. Bu kitapta, bügüne kadar yayına yasaklı, sosyalizm gerçeğine zıt düşen eserler toplanmıştır. Mesela, J. Sızdıkov’un “Ali Karttın Angimesi” poemi 1921-22 yıllardaki kıtlığın korkunç gerçeklerini anlatıyor, Şahan Musin’in “Sönbegen Senim” adli şiirler kitabında stalin dönemi tasfiye siyasetinin kurbanı olan ve Kuzey Asya’ya sürülen, günahsız canların ortak sırrı, kederi sözkonusu oluyor. Bu insanların yaşadıkları ve hisleri “Atı öşsin sol bir jıldardın”, “Gasırıma”, “Kolıma zarı”, “Gulag”, Sibir şeri” gibi şiirlerde çok güzel tasfir edilmiştir. Şair Burkit Iskakov “Tas edennin ızgarı” adlı şir kitabında hapis hayatının acılı günlerini gözler önüne seriyor. Kazak Sovyet edebiyatında hapis hayatını konu edinen ilk şair B. Iskakov’tur. Kazak ünlü şairi Nurhan Ahmetbekov’un “Kulandam” adlı şiirinde 1932 yılındaki halkın başına gelen açlık felaketi anlatılıyor. Otızlı yılların başında Goloşekin gibi kalpsiz başkanların Kazak halkına uyguladığı baskılar, 1937 yılındaki tasfiye felaketi başka bir çok yazarlarımız tarafından işlenmektedir. Aksakalımız olan yazar Jayık Bekturov’un acı gerçeği anlatan belgesel yazıları, o devrin paha biçilmez kanıtlarıdır.
Jariyalılık dönemi sadece “yasak” konuları gündeme getirmedi, beraberinde tek taraflı fikirleri savunan, gerçekleri tersinden anlatan, baştan “ölü doğmuş” eserleri de ortaya çıkardı. En önemli, tanımlama sıfatına sahip dediğimiz tarihi kitapların bile belli bir derecede ideolojik pilan çizgisinden aşamadığını bugün görüyoruz. Bu kitaplarda, sömürgeci em-peryalar ve Kazak halkı arasındaki irtibat konusu ele alındığında sömürgecilik siyaseti objektif geçerlilik olarak gösterilir. Hatta, bazen şiddet kullananlar mevzu konusu olunca, hikayenin sonu bu hareketleri şiddeti kabul eden tarafın iyiliği için yapılan işmiş gibi, sonunu iyiye bağlayarak, bazı birilerinden af dilermiş gibi bitirilir. Tarihî olgular konusunda yarım veya tamamen yanlış fikirler böyle meydana geliyordu. Yeni dönem bunun gibi alışkanlık haline gelen korkaklığı azalttı ve gerçeği söyleme imkanı sağladı. K. Jumadilov’un “Tağdır” romanı buna örnektir. Romanda Rusya ve Çin idarecilerinin kazakların yurdu olan Altay- Tarbagatay topraklarını babalarından kalmış miras gibi, istediği biçimde kendi aralarında paylaştırarak iki emperya arasındaki sınırları belirlemesi, bu toprakların sahibi Kazaklar’ın ulusal menfaatlerini göz ardı etmesi gerçekçi bir şekilde anlatılmıştır. Okuyuculara ancak böyle eserler çok bilgi sağlar. Uzun tarihimizin gerçek özünü tanıtan, zamanın gizlediği nice mücadeleler ve hasreti tüm gerçekleriyle ortaya çıkarmanın zamanı geldi. Kazak halkının bağımsızlığını kaybetme sebeplerini biz hala sömürgecilik amaç güden belgeler ve arşivlerden arıyoruz. Halkın kalbinin köşesine titizlikle sakladığı düşünceleri ve hayalleri hesaba alınmadı.
Bugünlerde edebiyat sahasında eski dönem vaakaları uzun uzun değerlendiriliyor ve inceleniliyor. Bugüne kadar Kazak tarihi XV asırdan başlatılmıştı, bundan sonra bu kalıplaşmış dogmalar da ortadan kaldırılacak. Ulu topraklarda binlerce yıl yaşamış olan halkın tarihini, kendi amaçlarına göre fakir göstermenin sebebini halkımız daha bugün idrak etti. Kazak toprakları hiçbir zaman dünya medeniyetinden mahrum kalmamıştır. Bu gerçeği önce kendimiz kabul etmeliyiz, sonra da tüm dünyaya duyurmalıyız. Akademik Konrad’ın öne sürdüğü gibi Orta Asya medeniyetinden Kazaklar da kendi payını almıştır. Kazakistan’ın güney tarafının tarihî gelişme süreci Orta Asya ile bağlıdır. X asırda dünyaya bilim nurı saçan Al-Farabi’in bizim topraklarda dünyaya gelmesi bir tesadüf olamaz. Bunun gibi orta asırlarda matamatik, tıp, coğrafya bilim sahasında çok büyük keşiflerde bulunan Horezmî, Abu Ali ibn Sina, Birunî gibi ulemalar mirasına Orta Asya halklarıyla beraber Kazaklar da ortaktır. Bu manevi hazinelerimizi sadece sahiplenmek değil, anlamak ve araştırmak lazım. Bu yüzden de tarihî araştırma konusuna iltifat eden yazarlarımızı desteklemek şarttır. Edebiyat sahasında böyle bir eğilim gelişmektedir. Mesela K. Salğarin’in “Kömbe” adlı romanı takdire layık bir kitaptır.
Sovyet döneminin acı gerçeklerini konu edinen eserlerin sayısı büyümektedir. Onlardan biri de S. Elubayev’ın “Ak-boz Uy” romanıdır. Kazak halkının 1932 yılında başından geçirdiği açlığı anlatan bu kitap, ölümsüz eserler yanından yer aldı. Bu sırada K. Naymanbayev’ın “Otpen Oyun”, K Iskakov’un “Aksu Jer Jannatı”, M. Sundetov’un “Bes Konak”, O. Sarsenbayev’ın “Şamşırak” adlı eserleri takdire şayandır.
Sayısına bakılırsa Kazak dilinde basılan kitaplar da az değil. Ama o kitapların çoğu küçüktür ve baskı sayısı azdır. Son zamanlara kadar “kasa” planı için yabancı edebiyat eserlerini acayıp çok sayıda basmak adet olmuştu. Bu ana dilindeki kitapların baskı sayısını çok etkilemiştir. Bizim hedefimiz, çok sayıda kaliteli Kazakça kitaplar yayınlama olmalıdır. Bunun yolları da çoktur. Toplumdaki açıkça göze vuran ihtiyaçlar ve görevlerden bahsettmek istiyoruz.
İlk önce okuyucuyu eğiten, düşünce tarzını geliştiren kaliteli kitaplar yayınlamamız gerek. Şimdiki okuyucu konu açısından olsun, yaratıcılığı açısından olsun, kurgusu açısından olsun zayıf kitapları kabul etmiyorlar. Buna dikkat etmeliyiz.
Çok şükür Kazak dili devlet dili statüsüne kavuştu. Ama bu Dil Yasası’nı layiğiyle uygulamak için düzenli, yürekli ve bilinçli bir faaliyet göstermeliyiz. Yıllar boyunca kazak dilinden vaz geçen aydınlarımız ve uzmanlarımız bu dili geliştirmeye yönelik hiç bir faaliyette bulunmadılar. Bunun için bu sahada eksiğimiz çoktur. Devlet basımevleri, ana dilimizin layık olduğu zirveye yükselmesi için yardım etmek zorunda. Önümüzde acil yapılması gereken faaliyetleri şçyle sıralayabiliriz:
a) Okul öncesi çocukların