Tuzemçi ağzına bir şey koymuş gibi oldu, çiğnemiş gibiydi, sonra boynunu uzatarak “yutmuş” gibi oldu. Gözleri gülüyor, güler yüzlüydü, kafasını sallayarak eve doğru çağırıyordu.
“Bu dedi mucuk karısına, bir şey ye diyor.
“İnanıyor musun?”
“Dürüst birisi gibi görünüyor am gidip kendin bak”
Mucuk Tuzemçi’ye kafasını salladı, “kabul ettiğini” gösterdi, kalkıp gidecek oldular. Tuzemçi kaşlarını çatarak oturan kadına bakıp ona “sen de gel” diyerek kafasını salladı.
“Birini davet edip diğerini etmezsem ayıp olacak” diye ikisine de “hadi gel”, “hadi gelin” diye tekrarlıyordu, bazen üzülüp küstüğü belli olduğundan başka tarafa bakıyordu. Sonra yine gözleri gülümseyerek yine ısrarla rica ediyordu.
Mucuk şimdi güldü:
“Bizi efendi görüyor, bu zavallı” dedi korkan karısına, hadi şimdi gidip bakalım, biz de bir kez efendi olalım, ne dersin? “Efendi” de senin gibi mi olur?”
“İşte ben Rus’um, demek ben burada efendiyim demek!”
İri sarışın kadın, “Efendi” deyip dalga geçiyormuş gibi güldü.
Sonunda kızıyla beraber dört misafir ve tuzemci çiyden7 yapılmış kapısını açarak içeri girdiler. Kısa boylu esmer kadın “hoş geldiniz” diyerek misafirleri kabul etti. Misafirleri töre8 geçirdi. Et de pişmiş sofrası da hazırdı.
–Taylak yavrum misafirlerin ellerine su dök, dedi kadın yedi yaşındaki çocuğuna. Çocuğu ise su koymaya babasından başladı. Tuzemçi bıçağını ve ellerini yıkadı, sonra ellerini birleştirip sıkı tuttu ve leğene kalan damlaları akıttı, sonra havluyla kuruttu. “Böyle yıka” diye yanındaki mucuğa işaret etti. Mucuk ellerini yıkadıktan sonra ona verilen havluyu almadan ellerini sadece aşağıya silkti.
–Aaa a deyiverdi esmer kadın sinirlenerek, “Allah belanı versin” diyecekti ama içinde kaldı, her şeye sıçradı mı” diye kaygılandı.
“Üzülme, bunlar böyle işte” dedi eşi karısına, kadın de hemen durdu.
Kâse kâse soğan doğranmış çorba verildi, ekmek de çoktu. Mucuğun kendisine ve hatta hâlâ tüfeği koltuğu altında saklayan oğluna kadar et parçaları dağıtıldı, küçük sarışın kızına ise içecek verildi.
Aylarca sadece tek ata bağlanan eski arabada sallanarak uyudu. Ancak at dinlendiği zaman arabanın gölgesinde sıkışarak karnını zor doyurmuş ve zayıflamıştı. Buraya ulaşan bu yabancılar buradan korkmak nerede, tam tersine Allah’ın verdiği bedava mal için yapışıp kaldılar.
2
“Baatır” adlı Baytik son günlerde bir şeyden korkuyormuş gibiydi. Törde otursa da at binse de hep düşünceli olduğunu karşısına gelen herkes fark etmeye başladı. Eskisi gibi dikkatle bakmak, birisi selam verince yüksek sesle selam vermek, aslan gibi kükremek ve burnunu büyük göstererek selam vermek de yok artık. Kendi kendine konuşup her gün kum gibi çoğalan kaygısına cevap ve yardım arıyormuş gibiydi. “Bu nasıl bir gün ?” Tuurduktan9 akan damla gibi birer birer damlıyor bu Ruslar, bunlar devamlı gelirse sel gibi bizi kuşatırlar ki?”
Cevap başka bir çare yok ki! Ta uzaklarda ıssız han sarayına girenler kendi kendilerini bilir, kimseden izin almaz ki. Daha önceki gibi tepede toplantı düzenleyip rahat oturarak, sakalı belini aşmış aksakal, şimdi ne yapacağız dedikten sonra ortaya söz atar. Yüzünde daha bir kıl çıkmayan çocuğun sözünü dinlemek, herkesin sözünü dikkate alarak sonuç çıkarmak nerede? Her şey hemen duyuluyor, “Karşı çıkıyor” diye Ruslara da ulaşıyor.
Günlerin birinde Baytik, Baza denen kişiyi yanına çağırdı. Baza’nın çehresi solgun, küçük burnunun dibinde birazcık sarı kıl vardı ve kafası da aç kokarcanınki gibi yuvarlaktı. Girer girmez gözleri parladı. Baytik eğer kaşlarını çatarsa hemen kaçmaya hazır gibi eğilip selam verdi.
–Gel Baza’m, dedi Baytik, gel, otur.
– Baza, beni çağırmışsınız deyip gözlerine dikkatle bakıyordu.
Hiçbir şey demeden karta10 ile gülçö11 yediren ve yaz vakti kımız içiren Baytik şöyle dedi:
–Çok önemli işim var Bazam dedi.
Baza bakakaldı.
–Atlardan en iyisini seç ve ona bin yanına da beş yiğidi al.
Baza şimdi biraz sakinleşti ve yemek yemeden onu dikkatle dinliyordu.
–Daha gelmediler galiba, Suusamır tepesinde olmalılar, gece boyunca ulaşırsın oraya Bazam.
Bir şey demeden, gözlerini bile kıpırdatmadan sadece “tamam” dediğini başını sallayarak bildirdi Baza.
–Kimseye uğrama, kimseye bir söz bile söyleme, gece boyu dümdüz gidersen deli ormanın hanı Irıskulbek’in kendisine ulaşırsın.
Baza bir kez daha başını salladı.
–Baytik kendisi isteğinizi öğrenmeye gönderdi dersin.
Baza onun sonraki sözünü bekliyordu.
–İlişki kuralım, alışveriş yapalım, eğer gönlümüze göreyse kız verelim kız alalım, kardeş olalım, beraber olalım dedi dersin.
Baza ağzını açarak dinliyordu.
Baytik, iletsem mi yoksa iletmesem mi diye düşündü. Biçare gibi istemesi nasıl olur diye sonra evet istettirmeyeceğim kendisi getirmemeli miydi? dedi kendi kendine.
Baza, fare kokusu almış kedi gibi ağzı açık dinliyordu.
–Dikkatli ol, o aşırı talepte bulunan adam, yalan söyleme diye kükreyerek uyardı. Issız yerin kurdu olmak artık olmuyor haberleşmek, birlik oluşturmak lazım galiba bu devirde.
Sonunda:
–Duydun mu? diye sordu Baytik.
Duydum duydum Baatır deyiverdi Baza göz kapağı titreyerek.
“Şimdi git” dediğini bildirircesine kafa salladı:
–Çabuk git ve çabuk gel! dedi Baytik.
Birkaç gün sonra yiğitlik taslayan Baza, Töö Aşuu’dan geçti. Ondan sonra Suusamır’ın düzlüğünden de geçerek atını o kadar hızlandırdı ki Ala Bel’e ulaştı. Uzakta büyük bir köy göründüğünde yan taraftaki koyunların yanından gevşeyerek oturan çocuk kalkıp:
–Ee sen nereye gidiyorsun? diye sordu
–Sana ne? diye cevapladı Baza.
Onu Baytik gönderiyorsa, bir de gideceği hanların hanı Irıskulbek ise tabi ki istek de onda olur. Bu çoban kim ki? Sinirlenmek istedi Baza.
–Sen nereden geliyorsun, hangi millettensin? diye sordu çocuk.
–Ananı… deyiverdi Baza, dedenin ruhu gibi sürünmeden çık yolumdan!
–Ey! Kim