Divana çıkıp annelerinin yanına gittiler.
“– Anne!”
“– Anneciğim!”
Anneleri onlara bu kez ses vermedi. Gözlerini açıp bakamadı. Çocuklarınki gibi küçük, zayıf göğsünü ve çenesini kaldırmış, balmumundan yapılan bir heykel gibi donuk, sessiz biçimde yatıyordu şimdi. İki tarafından ayak ucuna kadar uzanan saç örgüleri, kıvrılmış yay kaşları, çocuklarınki gibi küçücük kabarık dudakları bu heykelin tuhaf şekilde çok güzel biri olduğunu apaçık anlatıyordu.
“– Anne, anne!” diye tekrarladı Yeneş ızdırap içinde.
İştuğan ile Bibeş hıçkıra hıçkıra ağlayarak dışarıya çıktı. Baygilde ağabey gözyaşlarını göstermemek için kızlarına sırtını döndü.
“– Anneniz uyuyor, gidin kızlarım dışarıda durun” dedi Sıvakay nine. Yeneş ses çıkarmadı. Ama Yemeş gözlerini kocaman açıp kirpikleri bile hareket etmeyen annesine uzun uzun ağlamadan bakarak tuhaf ve sakin bir ses ile:
“– Evet uyuyor! Annem ölmüş. Annem yok artık benim” dedi.
Cesedi yıkamak, mezar kazmak için toplanan insanlar şaşkınca birbirine bakışarak aşlarını salladı. Kimse tek söz etmedi. Sadece Sıvakay nine endişelenerek:
“– Git! Dört yaşındaki çocuğun bileceği iş mi şimdi bu? Vah, ahir zaman çocuğu” diye söylendi. Ona cevap veren olmadı. Evin içindeki herkes tabiatın bu acımasız, dehşet verici kanunu karşısında ezilerek sessizce durdu. O an etraf birden karardı. Gökyüzünü çaprazlamasına alevli bir şimşek yarıp geçti. Bu sessizliği bozarak hiç beklenmeyen bir anda gök gürledi, yer titredi, pencereler zangırdadı. Güneşli bahardan beri ilk kez kara bulut kapladı ve Seğüre yengenin son gözyaşları gibi sıcak, ağır yağmur damlaları pıt pıt ederek birbiri ardına pencerelere, kuruyup çatlamış tozlu toprağa vurmaya başladı.
Kederden neredeyse dilsiz kalmış insanlar birden canlanıp dışarıya dağıldı, börklerini alıp yağmur altına çıktı. Herkes kendince sevindi, ümitlendi, dilek diledi.
“– Bakın, bu bulut ne ara çıkmış? Hiç görmedik.”
“– Seğüre safmış. Onun ölüm saatinde Allahȗ Teâlâ sağ kalanlar için yağmur gönderdi!”
“– Ya Allah, rahmetinle ver.” “– Hayırlı, şifalı yağmur olsun.”
“– Toprağı doyuracak kadar yağsa ekilen tohumlar nefes alıp çıkardı…” Evlerinden sokağa çıkan çocuklar bağrışarak gelip yağmur dilemeye başladı. Kimileri:
“Yağmur yağ, yağ!
Açlık geç, geç!
Ülkeye ver, ülkeye ver!
Ülkeden daha çok bize ver!”
diye diledi. Diğerleri de:
“Yağmurum yağ, yağ, Fıçı ile taş,
Kova ile koy, Ekinleri büyütüp,
Ülkeye ekmek ver!”
diye koşma söyledi.
Yağmur büyükler isteyince toprağı doyurmadı. Çocuklar isteyince kova kova taşmadı. Öylesine çıkmış gibi birden gelip geçti. Toprağın tozunu bile ıslatmadı. Ara sıra düşen iri damlalar da bulutun altından daha çok parlayarak, ışıldayarak çıkan güneşin sıcak ışığı altında sise dönüşerek uçup gitti. Hava öncekine göre daha sıcak, daha bunaltıcı oldu. Pencere camlarına düşen damlalar, beyaz lekeler bırakarak buharlaştı. İnsanlar daha çok korkuya kapıldı.
“– Tuzlu yağmur yağdı görüyor musunuz? Şifalı yağmur yağmadı!”
Sıvakay nine fazlasıyla kederlenip, karakterine özgü olmayan bir şekilde yakınarak:
“– Ey Allah’ım, aylardır sıkıntıyla bekliyoruz, yalvarıp yakararak dilediğimize verdiğin yağmurun bu mu? Allah korusun! Bir damla suyuna kıymıyorsun!” Sonra Şehit dedenin yanında sessiz sessiz sızlanan Yeneş ile Yemeş’e bakarak:
“– Hiç olmazsa şu yetimler için toprağı doyuracak yağmur verseydin. Duymuyorsun bizim üzüntümüzü, duymuyorsun merhametli Allah!” dedi üstüne. Bu son sözlerini kendi de anlamayarak sanki Allah’ın merhametine karşı bir alaymış gibi hissetti. Kolunu ümitsizce sallayarak eve gitti.
“– Haydi, nineler cesedi yıkayalım. Bugün defnetmek gerek.” Nineler onun arkasından gitti.
Baygilde ağabey başka zaman olsa:
“– Sıvakay yenge vay vay sana ne oldu? Sonunda sen de Allah’a öfkeli sözler etmeye başladın değil mi?” diye şaka yapmaktan geri kalmazdı elbette. Lakin şimdi şakalaşıp iğneli söz söyleyecek zaman mıydı? Sessiz sedasız ensesine küreği alıp, hiçbir zaman şikâyet etmeden kaderine razı olan, her daim mutlu ve neşeli Sıvakay nineyi böyle ümitsizleştirip çileden çıkaran ve onun küçücük çocuklarını yetim bırakan acımasız hayata içinden lanet ede ede mezarlığa doğru gitti. Mezar kazmak için gelen diğer erkekler de onun ardından çoğaldı. Şehit dede kefen satın almak için Zengin Kormoş’un dükkânına yöneldi. Bibeş ile İştuğan ağlayarak annelerinin cesedinin yanından ayrılmadı. Kapının önünde sadece Yeneş ile Yemeş kaldı.
“Yetimler…Yetimler… Yetimler…”
Kendilerine ilk kez söylenen bu sözün çocuklara ne kadar ağır bir tesiri olduğunu kelimelerle anlatmak mümkün değildi.
Yemeş kapının önünde yalnız kalınca bu sözün bütün anlamını fark etmiş gibi birden korkup, ızdırap içinde kalarak:
“– Vah, anneciğim, annem!” diye bağırarak ağlamaya başladı. Yeneş onu zayıf, küçük elleriyle kucaklayıp, şefkat göstererek sakinleştirmeye çalıştı.
“– Şşş! Ağlama kardeşim tamam mı?”
Sonra o da ona katılıp ağlamaya başladı. İnşaat temelinin kenarında oturan Kaşkar da yürek parçalayan bir ses ile uluyarak onlara katıldı. Sanki o da bu eşsiz kayıp için çocuklarla birlikte üzülüyor, ağlıyordu.
VI
Seğüre yengenin kırkını okutunca, Baygilde ağabey sonra günlükte çalışıp ödemek şartı ile Zengin Kormoş’tan bir günlüğüne at isteyip İlseğol köyüne gitti. Ona o köyden Serbiyamal isimli bir dul kadını tavsiye etmişlerdi.
“– Hem zeki hem de kuvvetli. Dilinden de elinden de her iş gelir. Üstelik yeri yurdu, hayvanları da var. En iyisi de çocuğu yok. Senin çocukların yeter” dediler. Baygilde ağabey onun kısır bir kadın olduğunu düşündü. “Kendi çocukları olmayınca benim çocuklarımı itmez, öz çocuğu gibi davranır” diye düşündü.
Şehit dede:
“– Evet, sana otuz beş yaşında birine, işte böyle bir kız gelir. Eskiler: “Dolambaçlı olsa da yol güzel, kör olsa da kız güzel” diye boşuna dememiş. Kız alırsan sana alışır. Çocuklarına kötü davranmaz. Dul kadın alırsan hilekârlığı çok olur” diye öğüt verse de faydası olmadı.
Böylece Baygilde çocuklarına üvey anne alıp getirmeye gitti. Ama Serbiyamal’ın kendinden önce haberi geldi. Kimileri:
“– Babasının tek kızıymış. Çok nazlı, öz sözlü yetişmiş. Babası, kızını biriyle insan gibi hayat kursun diye çok güzel yerlerde sekiz kez evlendirmiş. Ama o sekizinden de kaçıp geri gelmiş. Sonunda kimse onu istemez olmuş” diye anlatmış.