“– Haydi yaşayın. Allah size cezayı kendisi versin.” demiş elini sallayarak. Artık ona dürüst bir hanım olacak akıllı, iffetli bir kız lazımmış. Bu yüzden Bibeş’i kendine gelin edecekmiş…”
“Bak sen şuna, bu ihtiyara genç kız lazımmış! Utanmaz! Benimle yaşıt neredeyse…” diye sinirlenerek düşündü Baygilde ağabey. Hisbulla’nın birincisi geleneği bozup, dünür olmadan eve gelmesi ikincisi erkek hâliyle çocuğa heveslenmesi onu çok sinirlendirdi. Birden onu tutup evden atası geldi. Bu yüzden sözünü keserek:
“– Yaşlı adama verecek kızım yok benim” dedi.
“– Aman, aman yaşlı değil. Aralarında sadece on yaş var! Bu yaşlılık mı?” diye karşı çıktı Serbiyamal. “– Allah isterse denk olurlar, “ihtiyar koynunda ekmek var” diye eskiler boşuna dememiş. Aptal gibi davranma kocacığım. Kızının mutluluğunu geri çevirme!”
Ama Hisbulla kendine has kötü görüntüsüyle hafifçe gülümseyip, bir Baygilde’ye bir Serbiyamal’a çekingen şekilde bakarak sadece oturdu. Çünkü onun “çok şükür” demekten başka sözü yoktu. Ama söz buraya gelmedi. Üstelik ona fark etmezdi. Baygilde kızını verse de vermese de olurdu. O buraya annesi döverek gönderdiği için gelmişti.
Bu kulun az çalışıp, böyle mağrur şekilde dosdoğru ona gelmesini şimdi daha da iyi anlayan Baygilde ağabey acı acı gülümseyerek:
“– İhtiyar koynunda ekmek var. Ekmeğinden kan damlar. Genç koynunda kamçı var. Kamçısından bal damlar” demiş değil mi eskiler?” dedi ve sustu.
“– İhtiyar ağaca sığınan genç ağaç yüz yıl yaşar” diye söylemişler diye tartıştı Serbiyamal. Lakin ne kadar uğraşıp tüm hile ustalığını kullansa da Baygilde ağabeyden cevap alamadı. Ama Hisbulla keyfi hiç bozulmadan gidince evde bugüne kadar görülmemiş, duyulmamış bir fırtına koptu. Evin içinde yaşamanın, yemenin, çalışmanın, huzurla uyumanın da mümkün yanı kalmadı.
“– Bu yıl açlık yılı. Kırım askeri çocuklarınla kışı nasıl çıkaracaksın? Açlıktan kırılırız şimdi, ey Allah’ım! Niye ben böyle işe yaramaz bir kocayla kendime yazık ettim? Hisbulla sebebini anladı mı? Sen akıllı, uslu, okumuş birisin! Senin dengin mi? Senin işe yaramaz kızını insan yerine koyanın değerini bilmedin, anla! Eğer ki Bibeş’ini Hisbulla’ya vermezsen seninle bir gün bile durmayacağım! Duydun mu?” diye gece gündüz sıraladı. Baygilde ağabey başta bir iki sözle olsa da tartışıp, sonra elini sallayarak: “Haydi, ancak konuş sen!”
Lakin Serbiyamal konuşmakla kalmadı. Baygilde ağabeye fark ettirmeden Taiba nineye haber gönderdi:
“– Hisbulla’yı gönder beğenirse ve paradan kaçmazsa kız sizin olacak!” Ama Baygilde ağabeye:
“– Eğer Hisbulla sofu tekrar gelirse ters bir söz söyleme, işitsin kulağın. Evet, Bibeş, Bibeş’ini ona vermezsen ben geri giderim. Yetimlerinle ortada kalırsın!” diye tekrar tekrar uyardı.
Baygilde ağabey iki ateş ortasında kaldı: Bibeş’e acımanın da kadınsız kalmanın da çok çocuk üstüne kadın bulmayı ümit etmenin de mümkün olmadığı bir durumdu. Ne düşüneceğini ne yapacağını bilemeden bütünüyle şaşıp kaldı. Ama Serbiyamal onun bu tereddütlü hâlinden ustaca faydalandı. “Demiri sıcakken dövmek iyidir” deyip Baygilde ağabey bir karara varmadan önce işi çabucak bitirmeye çalıştı.
Çok geçmeden Taiba nine Hisbulla’yı hakaret ede ede İsenbet’e gönderdi: “– Bak, dinle, gelinsiz geri dönecek olma!”
Bu kez Serbiyamal onu tümden:
“– Haydi, rahatına bak damat!” diye kolunu açarak karşıladı. Sonra Baygilde ağabeye ağız açtırmadan Bibeş’i evlendirme hazırlığına başladı. Hisbulla, annesinin geline hediye et diye verdiği pulu, gümüş parayı, süslü iki bileziği yanlışlıkla ona verince, Serbiyamal tümüyle coşup acele etmeye başladı. Konu komşu şaşıp kaldı. Şehit dede gelip:
“– Ne yapıyorsunuz Baygilde? Niye gencecik çocuğuna yazık ediyorsun! Büyüsün. Olgunlaşsın. Bibeş güzel kız olacak. Sonra ona denk yiğitler bulunur” diye nasihat etti. Sıvakbike nine gelip:
“– Niye siz onu kadın gibi dul adama veriyorsunuz? Allah’tan korkmuyorsanız elden utanın hiç değilse! Ey Allah’ım eskiler: “Annen üvey olursa, babanın damadı olur” diye bildiklerinden söylemişler. Çocuklarını önemsemiyor musun imansız, dinden çıkmış!” diye hakaret etti. Olmadı. Baygilde ağabey su yutmuş gibi başını sıkarak oturdu. Bu yüzden hepsiyle Serbiyamal tartıştı.
“– Veriyoruz. İşte zengine veriyoruz! Burada iziniz kalmasın. Başkasının kızıyla sizin ne işiniz var?” diye bağırdı. Şehit dede de Sıvakbike nine de:
“– Kötü kadından dev peri bile kaçar” dedi. “Bu kötü kadın öğüt vererek yenilmez” diye önemsemeyip çıkıp gittiler, bir daha da gelmediler. Serbiyamal çardağın altına kaçıp, ağlayan Bibeş’i kolundan çekerek çabucak getirdi, çardağa indirdi:
“– Saçını tara albastı!34 Çabuk ol!”
Bibeş çardağın bir köşesine gidip, korkusundan ağlayınca Serbiyamal onu bileğinden çekip, sandalyeye oturttu, saçlarını kopara çeke taramaya başladı. Bibeş o kadar küçük, güçsüzdü ki! Divanda oturduğunda ayakları yere bile değmiyordu. Omuzları tığ gibi sivri, göğsü de tahta gibi dimdikti. Onun genç kız olduğunu, büyümeye başladığını gösteren bir tarafı yoktu. Saçları annesinin saçı gibi kalın, uzun olduğundan tarayıp, savurunca küçük gövdesini tamamen kapattı. Ama onun aklını yitirmiş gibi keder ve endişe fışkıran büyük, parlak mavimsi gözlerinden sürekli kaynar yaşlar akıyordu. Lakin Serbiyamal bunların hiç birini görmüyor, fark etmiyordu. Sanki önünde çocuk değil bebek oturuyordu.
Saçları taranıp örüldü. Sonra Serbiyamal Bibeş’in sürekli yalın ayak yürümekten yarılıp çatlamış ayaklarına damadın getirdiği büyük deri çizmeyi, üstüne de kat kat dikilmiş kızıl saten elbiseyi giydirdi. Sonra Bibeş’in dişi, tırnağı ile intikam almasına bakmadan başına zorla eşarp bağlayarak işlemeli, yeşil Keşmir kumaş şalı örttü. Bu, Bibeş’in genç kızlığa geçtiğinin, yeni gelin olduğunun ilk göstergesiydi.
Böylece Serbiyamal geleneklere göre yengelerin yapması gereken tüm işi kendisi yapıp, Bibeş’i gelin olmaya hazırladıktan sonra onu çardağa kilitleyip gitti. Bu sırada dışarıya alacakaranlık düşmüş, evde ateş yakmışlardı. Serbiyamal şimdi de ailenin geri kalanına girişti.
Sabahtan beri ağlayıp, yemeden içmeden çardağın başında duran İştuğan’a kulaklı şapka gibi bir minder fırlatarak:
“– Bugün burada uyu!” diye bağırdı.
Kapının önünde sessiz sedasız oturan Baygilde ağabeye bakarak:
“– Damatla kızın yerini yaptım. Yeneş ile Yemeş de evde uyuyor. Çocuk onlar ne bilecek!” diye söylendi. Sonra karşılık vermesine yer bırakmayan bir ses ile: “– Biz çardakta yatarız” diye ekledi.
Baygilde ağabey hiçbir şey söylemedi. Böylece kız verme işi sessiz sedasız yapılmış oldu. Sonra Serbiyamal akşam çayına müezzini çağırıp dua okuttu ve işi bitirdi. Ağlaya ağlaya yarı ölü hâle gelmiş Bibeş’i