– Eğer biz hanın ve onun vezirlerine sövüp söyleyecek olsak, bize büyük kadirlikler yapılıyor. Hanımız, sarayına da çağırıp, örmelerle dövüvor. Dövdüğünden başka dahan zorlu cezalarveriyor.
Gecen yıl bu zamanlarda, yazın ilk ayında, günahsız üç adamı saraya götürüp köpeklere dalatmıştı. Zavallılar yaralanıp gelip yatmıştılar. Biri sağ olup, ikisi iseakıntılı yaraları yaz sıcağından ateşlenip, kurtlanıp öldüler.Mahammat Efendi Tatarhanın kentlerinde dolaşırken, Absiyahkente11 geliyor. Efendinin bu köyde bir günden fazla kalma düşüncesi yokmuş. Amma adamları misafire pek hürmetli olmakla bilinen o halkın yaşantısından, adetlerinden, kılıklarından bilgiler toplayarak12, sekiz gün kalmış. Efendinin misafiri olduğu Dombracı Abduraşit Bey alçak gönüllü adammış. Ona Dombracı adının takılmasının nedeni de şöyle imiş: idare tarafından, ya da başka işler için halkın çağrılması gerektiğinde, halk Abduraşitin zurnasının ve definin sesini işitince, idareye gitmenin gerekli olduğunu anlarmış. Bunun dışında, Abduraşit zurnasının sesi ile ramazan ayında kentlileri uykudan uyandırırmış. Abduraşit haberleri, konuşmayı pek seven adam. Efendi gelip misafir olunca ise Abduraşit laflamaya daha da adamlar toplamış. Efendinin anlattıklarından Kazan, Afganistan, İran, Turan13, Arap seferlerinden haberler almalarına, o uzak yerlerde gördükleri, halklarının yaşantıları, adetleri ve söylediği diğer şeyler Abduraşit ve onun yakınlarında pek büyük hayranlık ve şaşkınlık uyandırıyormuş.
Efendi de kendine sıra geldiğinde onlara yaşantılarını, hallerini sormuş, Absiyahlı tanışlarının söylediklerini yazarak kayıt altına almış:
– Bizim üç büyük zorluğumuz var: birincisi, Tatarhanın koyduğu ağır vergiler. İkincisi, her yıl Terek nehrinin taşıp, ekilmiş ekinlerimizi sel alması. Üçüncüsü de yağmaya gelen kaçaklar.
Erenler kış yaz demeden kırlarda tarlalarda savrulmuş atılmış gibi yayılıp kalıyoruz, yiyecekler ekiyoruz, suyolları açıyoruz, hasat ediyoruz. Kadınlarımız da bizim gibi bağda bahçede, dolanıp bütün günlerini harcıyorlar.
Köyde çoluk-çocuk, kızlar, gelinler kalıyor. Bu kaçaklar yılkımızı, hayvanlarımızı sürüp götürdüklerinden başka, kentde yanlız kalan kızlarımızı, gelinlerimizi çalıp gidiyorlar, onları şerefsiz hale koyup, namuslarını kirletiyorlar. Bizim Absiyahdan uzak değil, Absiyahın idaresine tabi bir küçük kent var. Biz şu kente Bayramali kent diyorduk. Gecen yıl Kaçaklar bizim kentli pehlivan Kazimbeyin kızı Nurcahanı kaçırıp alıp giderken, Bayramali kentliler onların arkasından kovalamışlar, kaçaklar, kızıp, Nurca-hanı soyup atıp gitmişler. Biz şimdi o kente Nurcahankent diyoruz. Absiyahlıların muradı böyle: ekinlerini sel baskınından korumak için bu yılın içinde Terekin yakası boyunca bent yapmak. Kadınlar onun için çok kerpiç kesip hazırlanmışlar. Ondan başka da idare binasını çevreleyip sur yapacağız, kale kurmaya niyetimiz var. Kaçaklar, yağmacılar baskın yapsa, kadın-kız şu kalenin içine sığınır hiç değilse… Şöyle umutlarımız var, demişler.
Mahammat Efendi Absiyahda sekiz gün kalıyor ve oradan Taşgeçiv boyuna doğru seferine devam etmiş. Taşgeçiv’den Endirey hanların vilayetine çıkıp ve daha ırmak ötesindeki diğer Kumukların çoğu yurtlarında bulunmuş. Bütün Kumuk’un yolunu, patikasını tanıdıktan sonra, Mahammat Efendi Kubana14 doğru yola çıkıyor. O Kubanda iki yıla yakın kalıyor.İki yıldan sonra ise şu kendisinin geldiği yol ile Tatarhanın vilayetinden, bir daha yol üstündeki Absiyahdaki misafirliğe kaldıkları yerlere uğrayıp, Hacitarhana dönüyor.
Said Mahammat Şamsukumarla evlendikten sonra da mesleğini bırakmıyor, Tarhan Mirza ile birlikte yakın ve uzak vilayetlere ticaret içingidip gelip duruyorlar.
Sonraki seferlerinde onlar hatta başka başka yerlere de gitmişler. Oradan alıp getirdikleri cevher taşları ve başka türlü pahalı taşları sattıklarında, onlaraçok dakazanç kalıyor. Arkadaşlar böyle Ticaret seyahatleri sonucunda hayli mal-mülk sahibi olup, her ikisi de öz yurtlarında: Tarhan – Kalmukda, Sait Mahammat – Hacıtarhan’da büyük binalar da yapıp oturmuşlar.
Bugün Said Mahammatın ocağında büyük sevinç, düğün var. Şamsukumar oğlan doğurmuş. Bunun sevincine, bu nasipli ev ahalisinin dost ve arkadaşları, Hacitarhanın bilgili insanları toplanmış. Onların arasında Kalmukdan gelen Tarhan Mirza ve iki-üç gün önce Kuban seyahatinden Hacıtarhan’a dönen Mahammat Efendi de var. Tarhan Mirza bu düğüne kendisinin hediyesi-selamı ile gelmiş, Said Mahammatın bir gece-bir günlük düğününden sonra, Tarhan Mirza sonraki geceyi de kendi gayreti ve katkılarıyla düğün yapıp, uzatmış.
Çağırılan misafirleri, arkadaşına bırakmadan, Tarhan kendisi yola uğurlamış ve dörtüncü gün atını da eğrleyip, gitmeye hazırlanmış. Gelini ile vedalaşmak için O Şamsukumarın otağına girmiş. Şamsukumar Tarhan Mirzayı görünce, kuçağındaki çocuğunu, adetlerine göre saygı göstermek için yere koyumuş. Tarhan Mirza çocuğu eline alıp, ağlamasını durdurmak için sevip okşamış. Tarhan Mirza çocuğun adını sorduğunda, Şamsukumar “bilmmiyorum” diye cevapvarmiş. Ad da koymamışsınız daha?
– Koymuşuz, ben unutuğumdan, bilmiyorum.
Tarhan Mirza çocuğu kucağında tuttuğu vaziyette, aradaki kapıyı açıp, diğer odadan Said Mahammat’ı çağırmış, çocuğun ismini sormuş.
– Amankul diye koymuşum.
– Annesi niye bilmiyor çocuğun adını?
Said Mahammat söylüyor:
– Annesi de biliyor, adetlerimize bağlılığından söylemiyor, benim babamın adı olduğu için.
Tarhan Mirza bu adeti öğrenince, şaşırıyor. Bu çocuk büyüyüverir, yetişkin olur, evlenir; annesi de adını söylemek ister, – diye düşünüyor ve yüzünü açıp, dikkatli bir şekilde çocuğun yüzüne bakıyor. Yavrucak annesine benzemiyor, babasını andırıyor, karayağız. Tarhan Mirza Şamsukumara:
– Ben çocuğa bir başka ad koysam, benim koyduğum adı söylermisin? diyor.
– Söylerim.
Şamsukumar yakınlarının yada misafirin koyduğu adın her zaman saklanmasının gerektğini biliyor.
Çocuk babasına benziyor, karayağız. Kalmukda karaya “hor” deniyor, ben çocuğa Amankul değil, Amanhor diye ad koyuyorum. Bu çocuğun adı bugünden sonra Amanhor olsun! Bizde de Kalmukda da şöyle bir şey var: oğlan doğsa, köydeki çok uzun yaşamış birini çağırıp, çocuğun ağzına tükürtürler. Bu, çocuk ölmesin, uzan yaşasın demek oluyor. Yada köydeki en zengin adamı getirip bu adeti yaptırıyorlar. Bu, çocuk zengin olsun denilen manada. Ya da köydeki en yigit adanı getirip, öyle yaptırıyorlar. Bu, çocuk yigit olsun diye söyleniyor, böyle diyerek sözünü bitirdikten sonra, Tarhan Mirza kendi halkının adetine göre çocuğa birdaha maşallah deyip tükürüyor, tükürüğünü toplayıp parmağını çocuğun dudaklarına sürüyor, kucağındaki küçük Amanhoru annesnin kucağına varip, Said Mahammat ve Şamsukumar ile vedalaşıp ve atına binip Kalmuk’a giden yola düşüyor.
Birde Amanhorun seyrine daldığı dalgalar onun yaşamını değişmek için içine çekti.
Ondan sonra, aradan çok yıllar geçmiş. Babasının arkadaşının koydığu ad Amanhora ad olup kalmış. Aman-hor büyüyor, babasının niyetine göre Müslüman medreselere, Hacıtarhandaki Rus okullarına gidip okuyup, yetişkin bir erkek oluyor.Amanhor