Güneş batarken tutuşan ufuklarda sadece bulutlar değil turna sürüleri de kıpkırmızı görünürdü. Goguş ve Todi, çoğu zaman turnalar gözden kaybolana kadar gözlerini ufuklara diker, onları seyrederlerdi…
Vasi dede, sevgili torunu, oğlu ve gelini için çok önceden hazırlığını yapmıştı. Goguş, bütün kış boyunca dedesinin yetiştirdiği tatlı elmaları, şirin armutları, güzel cevizleri yiyip boy verdi, büyüdü… Goguş dört yaşına bastığı gün, komşu ve akraba çocukları onun doğum gününü kutlamak için toplandılar. Annesi doğum günü için türlü türlü pastalar, yemekler hazırladı. Dedesi de büyük bir sepetin içinden taze bir elma çıkarıp:
– Evladım, bu elmaları senin doğum günün için saklamıştım. Senin de tıpkı bu elmalar gibi güzel olmanı istiyorum! Bak bu güzel elma geçen sonbahardan kaldı. Zamanı gelince, bahçemizdeki elma ağacında yeni elmalar yetişecek. O elmalar olgunlaştığında onlardan da yiyeceksin.
– Elmalar ne zaman büyüyecekler dedeciğim.
– Önce ilkbahar gelecek, elma ağaçları çiçek açacak. Sonra da o çiçekler büyüyecek ve kocaman kocaman elma olacaklar…
Vasi dedenin bahçesinde sadece elma ağacı değil, başka meyve ağaçları da vardı. Elma ağacının birisi evin yanında, tam pencerenin önündeydi. O elma ağacının dallarına çoğu zaman sürü sürü kuşlar konardı. Goguş pencereden bu kuşları seyrederken içi içine sığmazdı. Kuşların adlarını bilmese de, elma ağacının üzerindeki kuşları gördüğünde onlar gibi kanat çalıp uçmak isterdi…
Birkaç ay sonra güneş parlamaya, karlar erimeye başladı. Karların erimesiyle birlikte dört bir yanda çimenler yeşermeye başladı. Turnalar da gittikleri sıcak ülkelerden geriye dönüyorlardı. Her yer kuşlarla doluydu. Kuşlar sanki birbirleri ile yarışırcasına ötüşüyorlardı. Elma ağacının tepesinde bu kuşlardan ikisinin yuvası vardı. Bu kuşlar her gün yuvalarına çöpler, kumlar ve yünler taşıyorlardı. Karakargalar da havada uçuşuyorlar, “Gaaak! “Gaaak!” sesleri ile ortalığı inletiyorlardı.
Goguş, bir gece o elma ağacını rüyasında gördü. Çiçek açmış elma ağacının dallarında iri iri elmalar vardı. Elini uzatıp kırmızı yanaklı elmalardan koparacağı sırada, kapı gıcırtıyla açıldı. Dedesi onu uyandırmak için gelmişti. Dedesinin sesini duyunca, düşlerine giren o iri elmaları koparamadan uyandı.
O sabah, güneş daha doğar doğmaz yaz mevsimiymiş gibi her yeri ısıtmıştı. Gökyüzü pırıl pırıl, masmaviydi. Gökte bir tane bile bulut yoktu. Goguş, dedesiyle beraber dışarı çıktığı zaman bembeyaz çiçeklerle bezenmiş, telli duvaklı bir geline benzeyen elma ağacını gördü. İçine sonsuz bir sevinç doldu. Aslında elma ağacının güzelliğine değil, bu güzellikten sonra büyüyecek olan elmalara seviniyordu. Çünkü Goguş elma yemeyi çok seviyordu. Birden o sabah daha uyanmadan gördüğü rüyayı hatırladı. Dikkatlice elma ağacını seyretti. Ağaca, rüyasındaki gibi iri elmalar var mı diye bakıyordu, ama bembeyaz çiçeğe duran elma ağacında bir tane bile elma yoktu.
Birkaç gün sonra elma ağacı çiçeklerini döktü. O çiçekçilerin yerinde ufacık, kiraz büyüklüğünde elmacıklar oluşmuştu… Elma ağacının dallarında ufacık ufacık tomurcuklar oluşmaya başlamıştı, ama elmalar hala görünmüyordu. Dedesi, Goguş’a sürekli bilgi veriyor, elmaların nasıl büyüyeceğini anlatıyordu:
– Goguş, görüyor musun? Bak, ne kadar çok tomurcuk var? Dallarda bu tomurcuklar kadar da elma olacak.
– Tomurcuk ne demek dede? Ben dallarda bir tane bile tomurcuk göremiyorum.
Dedesi, Goguş’un aslında tomurcukları gördüğünü ama tomurcuğu bilmediğini fark etti. Yaprakların arasında o ufak çekirdek kadar elmacıkları bulup, torununa gösterdi. Ama o elmacıklar, Goguş’un kışın yediği güzel ve tatlı elmalara hiç benzemiyordu. Goguş o tomurcuklardan koparıp birkaçını ağzına attı, ama bu tomurcuklarda hiç elma tadı yoktu… Goguş, sıcak yaz günlerinde o elma ağacının gölgesinde oturup dedesinin uzun ve bitip tükenmez masallarını dinlerdi.
Dedesi, Goguş susayıp su isteyince torununa sorardı:
– Elmaları da sulayacak mıyız?
Goguş hemen kabul ederdi.
– Haydi, sulayalım dede!
Günler geçtikçe elmalar büyüyordu. Goguş elmaların nasıl büyüdüğünü hiç anlayamıyordu. Elmalar ilk önce erik kadar, sonra ceviz kadar, daha sonra da Goguş’un yumruğu kadar oldular. Önce renkleri yeşil, tatları da ekşiydi. Ama günler geçtikçe, elmalar güneşe baka baka önce tatlanmaya, sonra da pembeleşmeye başladılar…
Artık zamanı gelmişti, elma ağacını tanımak mümkün değildi. O bembeyaz çiçeklere bürünen ağaç değişmiş, Goguş’un düşünde gördüğü ağaca benzer hale gelmişti. Ağacın dalları, artık iri iri elmalarla doluydu. Uzaktan bakınca, ışıklarla süslenmiş büyük bir Noel ağacına benziyordu. Rüzgâr esince ağacın elmayla yüklü dalları iki yana sallanıyor, tık, tık sesler çıkararak pencerenin camlarına dokunuyor ve geceleyin odada uyuyan Goguş’u korkutuyordu… Bahçenin kenarından gelip geçenler bu elmaları görünce hayran hayran bakıyor ve o elmalardan yemek istiyorlardı. Goguş, artık elma çiçeklerinin nasıl değişip kırmızı kırmızı elmalara dönüştüğünü öğrenmişti. Oysa şehirdeki çocuklar, bütün bunları büyüklerinden ya da kitaplardan öğreniyorlardı. Ama anlatılanlar görülenlere hiç benzemiyordu. Goguş bütün bu olanları izlerken dedesine yardım da ediyordu. Dedesiyle birlikte sık sık elma ağacını suluyor, dallarını okşuyor, seviyordu…
Dedesinin, başkalarına: “Goguş bana hep yardımcı oluyor,” demesinden çok hoşlanan Goguş, bir tırtıl gibi her işin ucundan tutuyor, bütün gün dedesine yardım ediyordu. Bahçede elma, erik, kiraz, kayısı, şeftali, ayva, armut… Çeşit çeşit meyve ağaçları vardı. Goguş bu ağaçlar içinden en çok armut ağaçlarını severdi. Bahçedeki iki armut ağacının ikisi de upuzundu, ikisinin de dalları gökyüzüne kadar uzanıyordu. Rüzgârlı havalarda, armut ağaçlarının yaprakları hışırdar, sanki o ağaçlar eğilerek birbirinin kulaklarına gizli bir neşeyle fısıldarlardı. Yaprakları küçük ve parlaktı. O ağaçların her ikisinde de ta güz bitimine kadar sarı sarı armutlar asılı dururdu. Kasabadaki elektrik direklerinde birçok lamba asılıydı, o lambalar da tıpkı bu ağaçların armutlarına benziyordu. Ama bu armutlar geceleyin sokakları aydınlatamıyorlardı. Ağaçlardaki sarı armutlar tıpkı güneş gibi parlarlardı. İlkbaharda armutlar çiçek açınca Goguş’un dedesi armut ağaçları ile söyleşirdi. Onların kulağına:
– Armut ver! Armut ver! diye fısıldardı.
Armutlar, her yıl Vasi dedenin söylediklerini anlıyormuş gibi bol bol armut verirlerdi. Armutların bereketli dallarında büyüyen meyveler toplamakla bitmezdi. Her iki ağaçta da iri, güzel, hem de çok tatlı armutlar olurdu. Bu armutlar, ısırınca insanın ağzında şeker gibi eriyiverirlerdi…
Vasi dede ilkbaharın sonlarına doğru torunuyla bahçeyi geziyordu. Bahçe cennetin bir köşesiydi sanki. İlk önce ağaçların olduğu yere gittiler. Vişne ağaçları artık yemyeşil ve çok güzeldiler. Bahçenin içi sürülmüş, temizlenmişti. Bahçede ne bir ot, ne bir çöp kalmıştı, her yer tertemizdi. İşçilerin bahçeyi