– Korka korka bulduğunuz bu ya!
– Çekingen kılıp öldürdünüz ha, diye hiddetlerini dile getirdiler.
Süyindik bu sözleri başına çarpan bir kamçı gibi hissetti, çok huysuzlandı. Serbest bıraksa, bu topluluk sükûnetle şurada yayılan yılkı sürüsüne de saldırmaktan geri durmazdı. Az önce söylenen sözlere bakılsa sanki aynı atadan töreyen insanlar değilmiş gibiydiler. Bu tavırlar ona tümüyle çapulcu tavrı gibi görünüyordu. “Sıradan kalabalık” diye düşündü. Bunlar bir eylem yapıp dağılacaktı. Fakat bunun sorumluluğu kime kalacaktı?
Yarın adı “her şeyi başlatan, yılkı sürüsüne saldırtan, oba basan Süyindik” diye çıkacaktı… Süyindik bunları düşününce ürktü, dehşete kapıldı. Hem malıyla hem canıyla hesap verecek olan Sügir, Jeksen ve kendisi olacaktı. O, bu duruma aşırı şekilde sinirlenerek atının dizginlerine asılıp şaha kaldırdı:
– Hey yiğitler! Durun durduğunuz yerde, diye bağırdı. Bütün herkes irkildi, ona baktı. “Böyle konuşacaksanız, belanızı başka yerde arayın! Beni aranızda saymayın. Hadi, işte, varın! Kunanbay sizin dik görünen yirmi topuzunuzdan korkar mı sandınız? Korksa böyle yapar mıydı? Siz yirmi olsanız o yüz, siz yüz olsanız o bin olur” dedi. “Görün işte” derken çenesini obaya doğru uzattı.
Oradakiler, Süyindik’in neyi kastettiğini onun gösterdiği tarafa bakınca anladı. Oba ile uçurum tarafından ve iki yakadaki tepeliklerden önlerinde yayılan kalabalık yılkı sürüsüne doğru tek tek bastırarak gelmekte olan pek çok atlı vardı. Birileri yan tutmuş, birileri eyer takımına kıstırmış, birileri de bileklerine ilmiş vaziyette hemen hemen yüze yakın topuzcu topuzlarını sallandırarak geliyordu. Hepsi de kısa süre içinde sürünün içine girmiş, bir araya toplanmış ve sessizce avına yaklaşan kaplan gibi süzülerek akarcasına Süyindiklere doğru yaklaşıyordu.
Süyindik’in konuşmasından sonra toparlanan Bökenşi ve Borsaklar ses çıkarmadı. Hepsi de atlarını ağır ağır bastırarak kendilerine doğru gelmekte olan deminki topluluğa doğru yürüttü.
Şimdi kalabalığı yatıştırmak için konuşan Sügir idi. Bökenşiler arasında genç ala yılkısı en çok olan, en büyük zengin oydu. Aheste bir şekilde yalvararak başladı konuşmasına:
– Akrabalar var, halk var! Zararı misliyle dokunur bize de arkadaşlar! Söyleriz! Halkın gündemine sokarız işte. Yeter ki kendinizden geçercesine belaya bulaşmayın Siz de, dedi. Onunla aynı düşüncede olan Süyindik yiğitlerini tehdit edercesine:
– Bela çıkaran olursa, o belanın azabını kendi başına çeker ha! Ne zaman söylemiştin, bizi uyarmadın ki demeyin, dedi ve konuşmaları özetleyerek sonlandırdı…
Yılkı sürüsü içinden bunlara doğru hareket eden kalabalık grubun tam ortasında Kunanbay vardı. Onun bindiği uzun doru at, başını aşağı yukarı sallaya sallaya, kekilini yelleyip savura savura, aheste adımlarla geliyordu. Kunanbay, bütün bu kalabalıkla birlikte Süyindiklerin yanına kadar gelmedi. Yılkı sürüsünden beriye doğru biraz çıktıktan sonra arkasındaki atlıları geri çevirip gönderdi.
Yanında o topluluğun ileri gelenlerinden sadece on kişi kaldı. Kunanbay Süyindiklerle görüşmeye bu seçkin toplulukla birlikte geldi. Görünüşü soğuk, yüzü asık idi… Kuvvetliliğin göstergesi olan bu yüzü asıklık “ne eder, ne yaparsın” diyen bir meydan okuma çehresiydi… Yamacın otlarını titreştiriyor, tüyleri diken diken ediyordu. Bölgeyi vermeyecekleri anlaşılıyordu. Boyun önde gelenlerinin ve özellikle Kunanbay’ın dış görünüşü böyleydi. Süyindikler her zaman bunun bir korkutarak gözdağı verme olduğunu bilseler bile bu görünüşten ürkerlerdi…
Önce Bökenşiler selam verdi. Kunanbay yalnızca dudaklarını kıpırdattı, selamı sessizce aldı. Bir müddet ses çıkartmadan bekleyen Süyindik:
– Mırza31, bu atlılar da ne, diye sordu. Tobıktı soyunun bütün yöneticileri Kunanbay’a “Mırza” diye hitap ederlerdi. Kunanbay:
– Öylesine! Şu yılkılara “otlağa çıkarmadan önce damga bastırayım” demiştim. Bunun için toplandılar, dedi.
Konuşma bundan öteye ilerlemedi. Jeksen dönmüş arkasına bakıyordu. Arkadan gelen göçün en önündekiler yamacın başındaki tepeliği aşmış ve onlara doğru yaklaşıyordu. Kunanbay’a:
– Evet, Mırza! Şu gelmekte olan bizim göçümüz ya! Kışlağımıza geliyorduk dura kalka. Burada ise hâl bir başka! Bu nasıl oldu, diye sordu. Kunanbay:
– E-e-e! Sana “göçünü al da gel” diyen kim? Çalım satarak izin almadan göçmesen, konuşup haberleşerek yola çıksan olmaz mıydı? Göçün döner, gideceği yere gider, dedi. Jeksen, halkı öne sürmek istedi:
– Yönetici halkın sahibi, halk toprağın sahibi değil miydi, dedi. Bunun üzerine Kunanbay sinirlenerek:
– Yönetici olmak, havada durmak mı ki? “Şınğıs’ın hiçbir yerinden Irğızbaylara kışlak verilmesin” diye buyruk veren kim, derken Süyindik araya girmek istedi:
– Şınğıs demesen! Bu bölgedeki kışlaklık yerin az değil, yetersiz de, diyecek oldu. Kunanbay sözüne ara vermeden:
– Hey, Kişeken32, Böben33 diye büyüklenerek konuşmasına devam etti… Jigitek ile Bökenşi boylarından olan kişileri sıvazlamak istediğinde böyle “Kişeken”, “Böben” derdi… Kunanbay şimdi bu ağaların boylarını bir araya yığmış da bütün halklarıyla yüz yüze davalaşır, şikâyetlerini birinin hakemliğine sunar gibi konuşuyordu. “Ağabey oldun, önce yettin. Alabildiğine uzanan Şınğıs’a olabildiğince yayılıp yerleştin. “Irğızbay küçük” diye, “sayıları az” diye uçsuz bucaksız Şınğıs’tan bir adımlık kışlak vermedin. “Başka kışlak” diyorsun… Şınğıs’ın yanında kışlak mı sayılır başka yer? Ben ne edeyim, ne zamana kadar boyun eğeyim? Ne zamana kadar eli boş ömür süreyim? Sırtını yaslayacağı, Şınğıs gibi dayanacağı bir direk, Irğızbay’a da gerek… Irğızbay da gelişip büyüyen bir halk. Yabancın değil, akraban! Kumadan mı doğdu ki hisse vermiyorsun, dedi. Davasını da, kararını da kendisi söyledi.
– O zaman söylesene! Bökenşilerden ne kadar kışlak almayı uygun buldun Mırza, diye soran Süyindik artık bu salmanın miktarını öğrenmek istiyordu. Kunanbay:
– Bökenşi Şınğıs’ın bu yakasındaki bütün kışlağı verecek, deyince içi yanan Jetpis:
– E! Biz nereye gideceğiz, diyerek hayıflandı. Müteakiben kalabalık içinden:
– Çıkarılıp kovulan Bökenşi mi oldu?
– “Sürünsün” demek bu!
– Koruyucun, hamin yok olmuş yahu, diye sesini yükselterek başkaldırmak isteyenler oldu. Kunanbay gözünü Süyindik’e dikti ve kamçısını itiraz sesleri yükseltenlere doğru uzatarak:
– Sustur şunları, diye haykırdı. Kunanbay’la mücadele etmeyi gözü kesmeyen Süyindik kendini temize çıkarmak için:
– Hey! “Galeyana gelmeyin” dememiş miydim, çığırtkanlar! Susun artık, dedi. Kalabalık zoraki susup kaldı. Kunanbay sesini yumuşatmadan:
– Bökenşi,