Kazaklarda “Bayan Sulu ve Kozı Körpeş” gibi neler neler, “Akbala ile Bozdak” gibi nice destanlar varmış da kendisi bilmiyormuş.
Barlas ile Baykökşe’nin sırayla anlattığı destanların dili anlaşılır, hayatları bildik olduğundan mıydı; bazen şarkılaştırarak anlatmalarından mıydı; yoksa bazen yavaşlatarak, bazen süratlendirip estirircesine çalarak heveslendiren nağmelerinden miydi? Veyahut uygun bir şekilde aheste aheste inleyen ufak dombıradan mıydı? … Nasıl olursa olsun! Abay, bugüne kadarki hayatında, tam da bu Barlas ile Baykökşe’nin sunduğu hikâye ve destanlar gibi hiçbir şey işitmemişe benziyordu.
Hem gündüz hem gece Barlasgilin yanından ayrılmıyordu. İki şair, Uljan’ın evini bütün bu obanın kaynayan pazarı gibi kalabalık bir toy evine dönüştürmüştü.
Kısrak bağladıktan sonra, öğleye doğru, oba halkı kımız içmek için toplanıyordu. Coşkuyla destan dinliyorlardı. Gündüzleri daima uzun destanlar söyleniyordu. Veya seyrek olarak dâhilerin, dilbazların söylediği şiirli tartışmalar, hükümler, davalar anlatılıyordu.
Barlas, halk işine gücüne dönüp yalnız kaldıklarında kendi yazdığı destanların peşinden Asankayğı, Bukar Jırau, Marabay, Janak, Şortanbay, Şöje, Sıbanbay, Balta, Alpıs gibi şairlerin şiirlerini de ekliyor, kendisine yaşıt başka şairlerin söylediği destanları da çalıp söyleyerek sunumunu renklendiriyordu.
Bunlar içinde dönemin kederlerine ve halkın elemlerine ilişkin sözleri ayırarak özellikle anlatıyordu. Barlas birini övüp yalakalık yapan, birisinden bir şey isteyip yalvaran bir ozan değildi.
Abay ile annelerinin akşam vakti dinlediği destanların çoğu Barlas’ın kendisinin sevdiği kulağı hoş tutan, gönlü okşayan, yüreği kanatan termeler29 idi. Böyle anlarda Barlas, gündüz ki Barlas’tan bütünüyle bambaşka görünüyordu. Yalnızca ilgi uyandıran, coşturan, sohbeti kızıştıran hikâye ve destanları söyleyen, güldürücü ve eğlendirici ozan olmaktan çıkıyordu. Akşam vakitlerinde o bazen büyük bir nasihatçiye, bazen de dertli bir ihtiyara dönüşüyordu.
Böyle anlarda kendi içini de dökerek:
“…
Kulak ver destanıma,
Düşünerek bak sırrıma,
Mutlu, mesut değilim ha!
Boş tay gibi oyalansam da,
Türlü türlü ezgiler çalsam da
Barlas’ı kaygısız sanma!
…”
Diyerek çalıp söyler, kendi hâlini dile getirirdi. Abay, bazen:
– Kaygısı ne, diye annesinden sorardı. O zaman Uljan:
– Büyük vasfını uygunsuzca kocaman gösterip övme âdeti yok. Kapı kapı gezen bir ozan değil ya! Bunun sözlerini iyi anla, derdi.
Abay, Barlas’ı dinlerken yine yeni sözler işitmişti. Bunlar, o dönemin büyükleri ile beylerini anlatan, eleştirip ayıplayan sözlerdi. Bir termenin içinde Barlas:
“…
Ağa Sultan, yönetici var,
Ele malûm, ettiği hatalar!
“Öl” deyince ölmesen, sen,
“Yaşa” deyince yaşamasan,
Zincire vurur kapatırlar.
Malı çok hilebazlar!
…”
Deyiverdi…
Abay babasının evde olmayışını hatırladı, “keşke gelmese”, “başka yerde gezse” diye düşündü. Gerçekten de Kunanbay, Barlasgil geldiğinden beri bu evine hiç uğramamıştı. O, bir grup büyüklerle beraber sefere çıkmış, ülkeyi dolaşıyordu. Uljan’ın Barlas’ı göndermeyişi de bundandı. Kunanbay’ın burada olmayışı olmasa, herhangi bir ozan ile şarkıcı onun obasına bu kadar yakınlaşamaz, ayak uzatıp yatamazdı.
Barlas “büyük”, “bey” derken kimi kastediyordu? Bunu açıkça söylemiyordu. Fakat Abay, onun bu şekildeki destanlarını daima kendince anlıyor, verdiği örneklerin çoğunu yakından takip ediyordu. Lâkin bu çocuk da sırlarını kimseyle paylaşmıyordu. Barlas:
“…
Başçavuş denen yönetici var,
Fayda görür ona yakın olanlar.
Kalabalık halktır, onun tek yemi!
Tipili günün azdırıp elleştiği
Aç kurt gibi kovalar biçareleri.
…”
Deyince, “bu Başçavuş Maybasar olmalı” diye düşündü Abay.
“…
Demez dertli, kederli!
Genişçe açarak çeneyi,
Tüyüyle birlikte deveyi,
Yutayım diyen talihsizi,
Kefil olup engelledi mi?
Akları da çoğalıverdi,
Kırışığı da artıverdi.
…”
Diyerek “dert yanar gibi” olunca, Abay, Barlas’ın kaygısını da anlar gibi oldu.
“Halkın iyilik dayanağı sarsıldı” derler ya, tam da o şekilde Barlas’ı sarsan, Abay’ın eskiden işitmediği bir derdi, bir kederi var gibiydi.
Yüzünden anlaşılmasa da her zaman iç çekerek ve derdini dökerek gezinen yaşlı ninesi gibi çok yaşamış ve çok keder görmüş olmaktan gelen büyük bir elemi vardı. “Bu kederlerin kaynağı kim” sorusunun cevabını tam olarak bilmiyordu Abay. Fakat bu şuurlu keder ninesi ile anasında da olsa bile kendi babası Ağa Sultan Kunanbay’da yoktu. Bunu anladı. Babası yalnızca kendi murat maksatları doğrultusunda konuşuyor, başkalarının derdini işitmiyor, işitmek için bir arzu da duymuyordu…
Bu defa Abay, ya kendi olgun tavrıyla ya annesi üzerinden ağırlık koyarak Barlas ve Baykökşe’yi tam bir ay göndermedi. Bu süre içinde genç delikanlı, Barlas ve Baykökşe ile tamamen dost oldu, yakınlaştı. Hatta son günlerin gecelerinde o, Barlas’ın koynunda uyumaya başladı. Gündüzleri elinden geldiğince hizmet ediyordu. Onun anlayışlı akıllılığından çok hoşlanan ve büyük memnuniyet duyan, içtenlikle hayran olan Barlas bir ara öylesine tıngırdatıp:
“…
Gözümün nuru, yetişir er olursun,
Er olsan, peki, ne eder, ne bulursun?
Çalıp söylesen çok uzaklarda duyulursun,
Kendini verip çalışırsan, zirveye kavuşursun.
…”
Dedi ve gelip dombırasını Abay’a sundu:
– İşte, oğlum! Benim duam bu olsun. Bütünüyle içtenlikli merhamet içinde söyler durursun, dedi. Abay huzursuzlanarak utandı, ses çıkarmadı. Bu söz, “Barlasgil yarın gidecek” denilen gecede, yemek öncesinde söylenmiş bir söz idi…
Ertesi gün ozanlar atlarını eyerleyip gitmeye hazırlanırken