Tra-ra-ra-ra-u-u-u…
Ta-ta-ta-ay-i-i-i…
U-u-u-u—au-u—yy-yy-y…
Kay11 bitmeden önce dombıra uzun, inleyen bir ses çıkarttı ve Kisık “derinden bir “uf” diyerek tellere son bir kez vurdu.
Gözlerini açtı, dombırayı dizlerinin arasına bıraktı.
“Kasvetlidir değil mi?” dedi bir süre sonra. “Kasvet” diye tekrarladı ve yüzünü Kudaybergen’e döndü: “Pehlivan, anlıyor musun bu küyde neler anlatıldığını? Sen hiç dombıranın ruhunu anlıyor musun?”
“Belki her şeyi gerektiği kadar anlamıyorum” Kudaybergen ne diyeceğini şaşırdı.
“Buna da şükür.” Ama şimdi ne tür pehlivanlar peydahlanmış… Size artık dombıra gerek değil. Sizin neyinize bu tahta parçası, size beşatar12 gerek, öyle değil mi?” diyerek, kaynamakta olan çaydanlığı getiren kadına yüzünü döndü.
Yaşlı kadın gülümsündü, hiçbir şey söylemedi. Ama Kudaybergen kahkaha çekti, uzun uzun içten güldü. Bu ona iyi geldi, hafifledi. Olacak şey mi, evini barkını bırak git, saklan, sürekli koştur, çatış ve birdenbire bizzat Kisık’ın evine tosla. Ona bakıp Kisık da güldü.
“Yağmur yağıyor” dedi kadın, kaseyi Kudaybergen’e verirken: “Sabaha kadar yağacak.”
“Bizim evde herkes kâhin” dedi Kisık karısına bakarak: “Evde oturuyor ama her şeyi bilir. Söyle bakalım, ahırda bizim ala inek hangi otları yiyor?”
“Şuna bak” dedi kadın, kendisiyle alay edildiğini görünce: “İç oğlum, sen onu dinleme.”
“Ne? Sen benimle nasıl konuşuyorsun? Hemen sus, boş boş konuşma. Yağmur var mı yok mu, senin işin değil?” Kisık sinirleniyormuş gibi yaptı.
“Ya siz rahatsız olmayın, ben biraz dinlenip gideceğim” dedi Kudaybergen.
“Ben onu kastetmiyorum. Diyorum ki, kendi evinde bile insana rahat yok karı yüzünden” Kisık muzipçe gülümsündü.
“Size kimse uğramaz mı?” aniden ilgilendi Kudaybergen.
“Neden uğramasınlar? Uğrarlar. Herkes uğrar. Senin kimle ilgilendiğine bakar.” Kisık beklenti içinde gözlerini kıstı. “Bir hafta önce beyazlar geldiler, atı alıp gittiler. Daha başkaları da geldiler, yeni hükümetten oldukları söylediler, ineği alıp götürmek istediler, vermedim. Kan içici birisi peydahlanmış derler, beksultan’mış adı. Oda geldi bana. Şimdi de soran olursa “Batır Kudaybergen, o adamı öldüren vardı ya onun ta kendisi konuğum oldu” derim.
Kudaybergen irkildi.
“Ne demek istiyorsun sen?” gerilerek dedi.
“Derim ki birbirinizi öldürüyorsununz” Kisık içini çekerek devam etti: “Toprağı savunamıyorsunuz, ama birbirinizi kesmeğe gücünüz yetiyor. Şimdinin kahramanlar böyledir işte.”
“Ama bir kazana iki koç başı sığar mı, ihtiyar” Kisık’ın sözlerine iyice içerleyen Kudaybergen sordu.
“Eh, serseri batırım benim… Koç işte bildiğin koç, ama siz ki insansınız sanki…”
“Kadın ne yapacağını bilmedi, dışarı çıktı.
“Ben ki öldürmek istediğim için öldürmedim, ama birimiz ölmeliydik, ben ya da o.”
İhtiyar Kisık cevap vermedi, yalnız yüzünde bir acı ifadesi dolaştı.
“Ben de bir dışarı çıkıp bakayım” diyerek kadının peşinden gitti.
“Şeytan işi” Kudaybergen sırtını keregeye13 yasladı: “Bir şey anlamak ne mümkün… Şimdi ne yapacağım. Oturup her şeyi bitirecek bir mermiyi mi beklemeli yoksa böylesine aç, sefil ve de rezilce “katil” adını taşıyarak sürünmeli mi bozkırda?Ya eşim çocuklarım ne olacak? Ya da her şeyi bırakıp ailemle Çin’ê mi yönelsem?
Kudaybergen ayağa kalktı. Diz kapakları gıcırdadı ve öylece donup kaldı. Kisık eşikte durmuş, tedirginlik içinde ona bakıyordu. Boyları hemen hemen aynıydı, yalnız Kisık yıllar içinde azacık değişmişti; kolları kamçı gibi sallanıyordu, beli azacık bükülmüştü. Kudaybergen ise düzgün, uzun, geniş omuzluydu, göğsü tam bir pehlivan göğsüydü.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.