– Güzelmiş! dedi gazeteci.
Birdenbire kurut aldılar ve biranın ekşi tadını tatmaya hazır hale geldiler.
– Ah, çocuklar! Öncelikle bu gazeteyi açın! Gazeteci dişlerini sıktı ve gazetelerden birini çıkarıp önlerine fırlattı. Repressiyaya kurban olan atalarımızın cesetlerini, kemiklerini bulduk.
– Evet, tekrar mı buldunuz? dedi genç.
–Geçen yıl bir kargaşa varmış gibi görünmüyor muydu? dedi en büyüğü gazeteyi alıp.
– Geçen yıldaki farklıydı. O, Koy Taşta’ydı. Bu sefer başka bir yerde bulundu, dedi gazeteci.
– Ağabeyciğim!
Eskiden kızıl parti kartını gösterince, “komünist” olanlara kolaylık sağlanırmış uzun zamandan beri böyleymiş diye söyledi. Bu dünyada, hükümetin sıradan halktan gizlediği, söylenmediği bilgiler varmış. Seni kızdıran ve huylandıran dedikodular var. Tüm bunların bir gazetenin içine basılması gerekiyordu, saklanarak iç sayfasına basılıyormuş. Söylentileri dinleyen en büyüğü gazeteyi alır almaz baş sayfasına bakmaya zahmet etmeden, genişçe açıp önüne yaydı. Yavaşça altına üstüne bakıp, kocaman açılan gözleriyle durup boynunu süzerek, küçük kafatasının resmini görünce şaşkına döndü.
–Tövbe! dedi.
Bir deri bir kemik kalıp kuruyan kafatasının tam karşısından çekilen resmi değil miydi? Hatırlıyor musun? Bunu gördü. Bir sinek gibi öldüğünde haykırıp, ağlarken sesi tamamen kısılmış ve ölürken çenesi tamamen açık kalmış. Karma karışık gömülenlerden birisinin ağzı açık kalmış, gözleri akmış kum ve toprakla dolmuştu. Çene kemiği hayli gerilmiş açık kalmıştı.
–Tövbe! dedi küçüğü gözlerini büyüterek.
Hepsi birlikte, sivrilen dişlerine baktı. Kapanmayan çene kemiği sallanmıyor, bugüne kadar sağlam kalmıştı.
– Stalin devrindeki “Davul Taş’taki kanlı günlerin izleri bulundu!” diye iddia etmişti. Sonunu okurken uzatan en büyükleri şaşırıp korkmuştu. Allah korusun! Yerle bir olan bilinmeyen bir mezar… Of dağların arasına toplu gömülenlerin kemikleri? Pazartesi günü yapılan kazılarda ikisinin kemikleri bulundu, perşembe günkü kazılarda beş ceset mi bulundu diyor?
– Kemikler hala bulunuyor! dedi gazeteci. Kazdığınızda çıkar.
– Ah, tövbe! Öyle mi? dedi genç.
– Sonra! Merhametin anlamını bilmeyen NKVD, insanı kuş yerine görmedi.
Karanlık görünmez gözlerden uzak bir yermiş, dört ayaklı hayvanlar gibi dar bir vadiye sürmüşler, toplayıp sıradan öldürmeye devam etmişler… Etrafa gömdüler, gömdüler… Anasını… Müdür yardımcısı yüzünden gazetede fazla yerim yoktu, sadece kenarına yazabildim… Keşke zaman kaybetmeden yazabilseydim. O zaman insanlar ayağa kalkardı.
Bunu anlatmaya başladığında, bu yarım sayfalık makaleye sığmadı. Gazetenin dışında bırakılanların sırrını duymaktan mahrum kalmış gibiydi. Hadi diye inanarak söylemeye başladı, keskin gözlerinizi yormaya zahmet etmeyin oturup kötü haberi dinlemek çok kolay geliyordu. Somurtkan dostumuz kolunun altındaki gazeteyi hemen eline alıp okumaya başladı, en başından beri dinlemeye heveslendik.
– Gazeteciler gün geçtikçe daha yetenekli ve cesur bir tavırla çalışıyorlar. Sizlerin haberi yoktu. Yerle bir olup gittilerse, haberini nereden duydunuz? diye düzeltti. Ya da bir işaret mi varmış?
– Hey, okuyucular için ilginç bir soru, “Çok eskiden kalan bir işaret mi?” Gazeteci kaşlarını çattı ve aniden sinirlendi, eskisi gibi sinirlendi. Kim böyle bir iz bırakacak ve onu kim geride bırakacak? Ahmaklık, gönüllü olarak itiraf eden birini hiç gördünüz mü? Kimi gördün? Bu şekilde kendi kendini ele verip, kendi kendini ortaya çıkarmak için KGB yada parti bir iz bırakır mı? Eğer böyle bir iz varsa, Allah’ın bizim gibi vatanseverlere nasıl bir nimetiydi? Binlerce insanı üzen, hala nerede olduğu bilinmeyen insanların cesetlerine “burada” deniyordu, nerede olduğu bilinmeyen bir hediye!
– Onu söylüyorum ya!
Garip bir şekilde sadece hava değil, aynı zamanda ruh hali de aniden değişti ve gazeteci bir kupa bira alıp içti. Derin bir nefes aldı ve kana kana içti ve bardan aşağıya bira kupası düştü. İçki içmek için mücadele eden ikisi de “şıp” diye bir anda susmuştu. Nefeslerini tutup, gazetecinin ağzına baktılar. Gözleri parlıyor, gerçekten, hey! Kendilerini ispat ederler miydi? Ancak mezarı kazmadan önce dağlarda dolaşıp mezarı aramanız gerekiyor. Bu arada onu rahatsız eden tek şey yüzündeki bakış, yaşadığı sıkıntı, endişelendiği şey neydi? Sessizdiler, sessiz kalırsak, gazetecimiz böylesine şok edici bir hikâyenin sağlıklı bir insan tarafından hayal edilemeyeceğini duyduklarında, insanlara yeni bir siyasi okuryazarlık türü yayma görevini gönüllü olarak kabul etti. İki tavsiye verdi:
–Akıcı bir şekilde konuşup, iyi bir şekilde yazabilir misiniz dostlarım? Bir Gazetecinin de iyisi olur. Hey… Yetmiş yıldır, kurnaz komünistler başınızı elma gibi çevirdi. Gerçek gazeteciliğin ne olduğunu kurnazca gizleyip, beynini yalanlarla kapladı. “Trans” ne biliyor musun?
İç çektiler ve “Biliyoruz” dediler, Birbirlerine başlarını salladılar. Gazeteci şöyle devam etti:
– Komünist Partinizin hipnozu, deyim yerindeyse kara büyüsü, toplumumuzu böyle bir “trans” durumuna sürükledi! Beni uyuttu ve uykuda bıraktı! Gazetecilik, toplumu transtan uyandıran güçtür! Gazetecilik, gerçek gazetecilik daha yeni başladı ve gün daha yeni başladı. Senden önceki makalede söylediğim şeyin kanıtı!
Çocukluğumdan buyana gazetecilerinde çeşitleri olduğunu yeni görüyorum. Kalemin ve kâğıdın gerçek sahipleri, bilinmeyenin gerçek yetenekleri artık iş başındalar. Bir gazeteciye ikinci kez yaklaştıklarında, ansızın uygunsuz sorular soruyor gibiydiler. En büyüğünün acelesi vardı:
– Senin gibi asil insanlar olduğu için! deyip başını eğdi.
– Öyleyse alalım! dedi en genci hazırlanarak.
Gözleri hemen açıldı ve gazetecinin kupasına baktı. Yarım bardak birayı içebildi. İki büyük adamın, şişkin yanaklı, kızarık gözlü iki adamın el becerisine hayran kaldı. “Çok heyecanlıydı, inşallah kötü gazetemizi okunacak hale getirdim. Hükümet yanlısı gazetelere gösteriyorum, uğraştırıyorum” diye düşündü.
–Ha! dedi ani bir kahkaha patlamasıyla. Haydi kardeşler, transtan çıkartınız!
Kupalar yükseldi ve kupalar tokuşturuldu. Gazeteci bu kez yarım bardak birayı dibine kadar içti. Eşit yarış tersine çevrildi ve bitinceye kadar içti.
Başı görünen gazetecimiz koca kafasını eğdi. Günümüz dünyasının güzelliklerinden bahsetti ve güneş doğmadan sarı fıçıdaki bira tükenmiş ve musluk kapanmış diyerek barın önüne oturdu. Garip yanaklı adam sağ kalçasının üzerine eğildi, elini pantolonunun sol cebine sokup mavi desteden para çıkarttı ve uzattı.
–Üç bardak daha yeni biradan doldur.
III
Altı Sayfalık Bir Dilekçe Yazan Emekli, O Sırada Parça Parça Geçmişi Hatırladı
KGB’nin yeni nesil yöneticilerine yönelik şikâyetler o kadar yoğundu ki, üzülüyorlardı. Yaşlı haline bakmadan inatçı emekli, parmaklarını ovalayarak en az altı kâğıdı karaladı, işaret parmağının ucu uyuşana kadar incecik yazdı. Başını kaldırdı saat