Davul Taşın Hikâyesi. Arslan Koyçiyev. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Arslan Koyçiyev
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6981-73-7
Скачать книгу
n Koyçiyev

      Davul Taş’ın Hikâyesi

      DAVUL TAŞ’IN HİKÂYESİ

      I

      Kan Donduran Kara Makale

      Kaygısız hayatı, geçen yaz ki sıcaklar gibi bir yaz gününde birdenbire mahvoldu. Zaman zaman uykusunu kaçıran, kâbus gibi rahatsız eden düşünceye daldığından beri alıştığı eski evinde kalıyordu. Gençlik çağlarında yayılmış halk düşmanlarının başındakileri kendi elleriyle tuzağa düşürecek kadar inat edip ideolojik kargaşanın lekelerini temizlemeye geldiğinde yedikleri yemeği bile bırakan ajanların en övgüye layık olanlarından biriydi. En uzak büfelerdeki gazeteleri bile gözden kaçırmayıp iki günde bir çıkanı iki günde, her gün çıkanı her gün üşenmeden aldırtmayı alışkanlık haline getiren KGB’den emekli albay iki kucak dolusu gazeteyi yavaşça yayıp ajanlar gibi her sayfayı dikkatle okurdu. KGB’den emekli M. K., iki günde bir çıkan altı sayfalık “A …”. gazetesinin son sayısını eline aldı. Of diye bağırıp, ellerini başına kaldırdı, beti benzi attı ve elleri de titremeye başladı. Burnundan soluyor ve çenesi titriyordu. İki üç satır okuyunca gazete okumaktan yorulmuş kıpkırmızı gözleri büyüdü. Daha da okumaya devam edince siniri tepesine çıktı ve şakaklarında damarlar belirgin hale geldi. Sinirleri bozuldu.

      İn…san… insan… insanın cesedi mi diyor? Bulundu mu diyor? Yine mi? Sonunda mı? Kafası, eli, ayağı… kalça kemikleri iyi, sırtı ve kaburgaları da iyi… çürümemiş… omurgaları kırılmış… kısacası insanın bütün vücudu duruyordu. Allah kahretsin. Bulundu mu diyor? Sonunda bulundu mu? Baksana haberi doğrulamak için resmini bile koymuşlar. Ölenlerin toplanmış kemiklerinin resmiyle, bu adamın tam karşıdan çekilen resmi de var. Topluca katledilip ve toplu mezara gömülenlerin dağ arasındaki kabirleri mi? Bu gazete saçma sapan şeyler yazmıştı. Topluca mezara gömülenlerin ve topluca ateş edilip öldürülenlerin belirsiz mezarlığı mı, bu doğru mu söylüyor? Yazdıkları gerçek mi?

      İnsan dediğin hayatın karşılaştırdığı zorluklardan, kaderinden, akıp giden günlerden umudunu kesmez. Emekli de böyle düşünmeye bir müddet ara vererek okumayı bıraktı. Dudaklarını ısırarak kaşlarını çattı ve elindeki gazeteyi önünden uzağa koydu. İkiye katladı ve başını kaldırarak göz ucuyla baktı. Satırlara göz ucuyla bakarken şüphelendi. Şüphelenmekten başka çaresi var mıydı? Eline kâğıt alıp, yazabilen herkes gazeteci oluyordu, bu haberciler başka neler yazarlar, hep saçma sapan haberler…

      Cidden mi? Kırgızca ve Rusça karıştırarak mırıldandı. Cidden mi bulmuşlar.

      Söğüt ağacının gölgesinde saat on buçuktan bu yana başını kaldırmadan, kendi elleriyle demlediği yeşil çayı içerek karşısında duran bir sürü gazeteye baktı. Bu mezarlar daha önceden mi bulunmuştu? Eksik ve kısa cümleler de yok. Bir sürü gazeteyi kucaklayarak alıp tek tek bakıyordu. Tek tek inceliyordu. Ama…

      Her hafta yayınlanan, halkı ‘Kama Sutra’yla’ tanıştıran gazete göze çarpacak bir şekilde yarım sayfa yer vermiş. İki paragraf var sadece iki paragraf olmasına rağmen her şey var. Aşk arzusuna kanmanın otuz birinci, otuz ikinci yöntemleri… hayır hayır yanılıyoruz, buna ‘otuz ikinci’, ‘otuz üçüncü yöntemleri’ deniliyor. Âdem Ata, Havva Ana’dan başlayarak dünyanın her yerine dağılmıştı. Çok eskiden iki bin yıl önceden öğrenilen yöntemlerden sadece biz eksik kalmışız. O, ayrıntılarına kadar yazdıklarına, kadın ve erkeklerin çırıl çıplak haldeki resimlerine, göz ucuyla bakarak “Zavallı insanlara, hayvan gibi yaptıkları muameleyi anlatmaya başladılar” deyip başını sallayarak üzüldü. Daha önce saçma sapan kemikler, cesetler hakkındaki haberleri gazeteden okumamıştı. “Gözümüz açık! Sovyetler Birliği zamanında yolumuzu kapatmışlar, Sovyet Birliği dağıldıktan sonra gözümüz açıldı!” nankör insanlar çoğaldı, zaman geçtikçe çoğalıyor. Bir daha başlarını kaldıramayacaklar diye düşünüyorduk ama daha bitmemişler. Kimler kaderinden memnun değil? Her şeyi yoluna koyacak şamanlar var. Evet tek değil birkaç şaman var. İsimleri, soyadları, adresleri sırasıyla biliniyor. Avcundaki çizgilerden geleceğini tahmin etmeye çalışan çingeneler ortada geziyor. İstiyor musunuz haber vermeye başlayalım. İsterseniz hemen kapısına gidip telefonu kulağına verin. Daha? Bu hafta hava durumu otuz sekiz, otuz dokuzdan aşağı inmedi, gibi arka arkaya haberler; dereler kurumuş, tarlalar yanmaya başlamış. Sonra çukurda bulunan kafatasları ve dağılan kemiklerle ilgili bir haber vardı. Sonra ‘A…’ gazetesinde kimler çalışıyor öyle ‘A…’ gazetesi bu haberleri nereden buluyor? Demek ki…

      Yanılıyor olmasınlar? Yanılıyor dediğim eski bir haber olmasın. Sakin olun sayın albay. Sayın emekli albay iyice baktınız mı? Belki geçen seneki gazete, belki geçen seneki haberdir. Belki… Belki sokakta çekirdek satan kilolu kadın, eski gazetelerle kutu yaparak iki üç soma satıyordur. Ona, eski ya da yeni olması fark etmez ki. Sanki onları satarak para kazanan kadının gazetesiydi. Belki geçen seneden beri ‘Koy-Taş’ diye ağzından düşürmeyen az eğitimli kâtipleri Koy-Taş’ın yerine ‘Davul Taş’ diye yanlışlıkla yazmıştır. Bu düşünce daha mantıklı geldi. Böyle olsa ne güzel olur. Keşke öyle olsa…

      Gazetenin arka tarafına baktığı an şaşa kaldı. Çünkü elindeki gazete bu seneki gazeteydi. “Bu sene yazılmış, 1992 yılı yazıyor. Hatta bugünün gazetesi, 15 Temmuz yazıyor yanlış okumuyorsam. Allah kahretsin, şimdi gördüm.” Aralarında “Stalin’in öldürttükleri insanların cesetleri bulundu” yazısını gördü. Hepsi kalın harfler ile yazılmıştı, tüm satırlara baktı. Beş basamaklı sayının sıfırlarını saydı. Ne fazla ne eksik otuz bin diye yazılıyor.

      Hmm… çok ilginç! Nasıl? Nasıl buldular? Nasıl belli oldu? Kim buldu bunu, Allah kahretsin. Ne oluyor? Ortalık karışmaya başladı. Nereden çıktılar? Emekli olup herkes tarafından saygı duyulan albay olduğu an, olanlara bak.

      Son üç satırı tekrar okuyunca toplu insan cesetlerinin Davul Taş’ta bulunduğuna inanmaktan başka çaresi kalmadı. Evet, Davul Taş’ı siyah harflerle yazmış hatta son üç cümleyi tekrarlıyordu sürekli.

      Ama… ama nasıl buldular? Aklı almıyordu. Birileri yardım etmiş olabilir mi? İmkânsız öyle bir şey, yanılmadan bulup kim gösterecek ki orayı şaşırıyordu. KGB neye bakıyordu, bizi düşünmeden. Bu sıcakta habercilerle beraber o tepeyi kazmaya mı yardım ediyorlardı.

      Nefesi daraldı, damağı kurudu. Terlediğinden dolayı şapkasını yere attı. Biraz önce yeşil çayını eline alarak söğüt ağacının gölgesinde oturduğu haline bak. Orta-Say’ın kenarındaki altı yüz metrelik avluda hava sıcakmış gibi bunaldı. On yıllık söğüt ağacının gölgesi bile yetmiyordu. Hava bir anda Afrika gibi oldu sanki.

      Yarım bardak soğuk su içesi geldi. Eve doğru kafasını çevirdi. Ağzından çıkanı hemen yerine getiren yardımcısına alışan albay her zamanki gibi su ver dedi. Uzun zamandır alışkanlık haline getirip her zaman bu vakitlerde çayını alıp söğüt ağacının gölgesinde oturarak gazete okurdu. Ruh hali çok çabuk değişiyor, bir anda kızıyor Kırgızca ve Rusça karışık küfürler ediyordu. Böyle kızınca bir bardak su getiren karısı şuan bırak bir bardak suyu, hastalıktan dışarı çıkamıyordu. Durumu kötüydü, eski kanepeden zor kalkıyordu.

      Su verecek biri var mı? derdi sinirli bir şekilde. Her zaman yeşil çay isteyen eşinin sesini duyunca su mu dedin, derdi içeriden. Evet su, başka ne demiş olabilirim. Emekli Albay’ın yürürken ayakları ağrıyordu, karısı yavaşça yürüyerek bir elinde su bir elinde fincanla çıkardı.

      Su getir demeye hali yoktu, son üç gündür böyleydi.

      Felaket! Büyük KGB’nin gücüne sığınarak kimseye duyurmamak için gayret ettiysek de Davul Taş’ın sırrı duyulmaya başlamıştı. Üstüne taş, toprak döküp ot büyümesini sağlamıştık hatta her yıl üstünden hayvanlar otladığı için hiç belli olma gibi bir ihtimal yoktu. Sonunda sırrı çözülmüş. Şimdilik resimdeki herhangi birisinin cesediymiş gibi duruyordu. Sanki dirilip resimden çıkıp hesap soracakmış gibi bir hali vardı. Büyük dişleri hala çürümemiş, ağzı bir karış açılmış, canı çıkarken avazı çıktığı kadar bağırış halindeki çenesinin şekli bozulmamıştı. Üçünün kemikleri tam bulunmamış, belki kuşlar ya da köpekler yemiştir belli değil ayakları bulunamamış. Şimdi ise arşivler araştırılacak…

      Haberin, burasına kadar okudu ve resimlere göz ucuyla bakarak sinirlenip gazeteyi