TÜRKÇÜLÜK ALLAH’IN EMRİDİR!
Türkçülük, Türk’ün, Türk boylarının birliğini, dirliğini, barış ve huzur içinde yaşamasını isteyen düşüncedir. Türkçülük, Türk olmayan toplumlarla düşman olmaya, onları yok etmeye değil Türk’ün yok olmasını önlemek için ortaya çıkmıştır. Türkçülüğün amacı Allah’ın buyruğuna uygun olarak Türk kavmini yüceltip bundan bütün dünya kavimlerinin faydalanmasını sağlamaktır. Başka kavimleri yok etmeyi amaçlamaz, onların da İla-yı Kelimetullah üzre olması için çaba sarf eder. Türkler yaratıldıklarından bu yana herhangi bir kavmi yok etmemiş, herhangi bir kültürü yeryüzünden kaldırıp yerine kendi kültürünü koymamıştır. Türkçülük ırkçılık değildir. Türkler tarihin hiçbir döneminde ırkçı olmamıştır. Türk kavmi nereden çıkmıştır? Bugün meseleye sadece dini inanç açısından bakalım:
Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır (Hucurât 13).
Demek ki İslam’a göre insanlar Allah tarafından boylara ve kabilelere ayrılmış. Hangi boydan, kabileden olacağı insanın seçimi ve iradesiyle olmuyormuş. İnsanın en kıymetli olanı da “O’na karşı gelmekten en çok sakınan”mış.
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihat ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir (Maide 54)
Müfessirler bu ayette kasdedilen kavmin kim veya kimler olduğu yolunda farklı fikirlere sahip olabilirler. Dilediğine verdiği bu geniş lütuftan son on asırda en çok Türklerin faydalandığı konusunda hiç kimsenin şüphesi olamaz. Türkler, İslam’la müşerref olduktan sonraki bütün asırlar boyunca başka hiçbir kavmin yapmadığı kadar “Allah yolunda cihat etmişler” bunu yaparken “hiç kimsenin kınamasından korkmamışlardır.” Türkler bu görevi o kadar hakkıyla yapmışlardır ki Batı’da son on asırda Müslümanlık ile Türklük birbirleriyle eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Son yedi asırda, Türkler yeryüzünde İslami-yetin neredeyse tek başına hizmetkârı olmuştur.
“Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takvâ iledir.”(Veda Hutbesi).
Peygamber efendimizin veda hutbesinde 120 bin kişiye evrensel hitabında dile getirdiği bu cümle, İslamın bütün insanlığı kapsayıcılığını çok açık bir şekilde göstermesi açısından önemlidir. Üstünlük “takva”da imiş. Buna sonra dönelim.
İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”(Hadis)
Bu hadis “sahih” kabul ediliyor ve peygamberimiz gelmiş geçmiş en büyük Türk liderlerden birini ve onun kahraman Türk ordusunu övüyor. Peygamberimize soruldu:
–Ey Allah’ın Resulü, bir kişinin kendi kavmini sevmesi ırkçılık mıdır?
–Hayır, ancak kişi kavminin zulmüne yardımcı olursa, ırkçılık olur.
Allah’ın kavim kavim yarattığı insanların, kendi kavmini sevmesinden tabii ne olabileceği bu konuşmada son derece açık bir şekilde anlatılıyor. Cevapta ikinci ve muhteşem bir hüküm daha var “kavminin zulmüne ortak olanlar ırkçıdır.” “Kavminin zulmüne ortak olanlar?” aklınıza hızlı bir dünya turu attırın bakalım. Bu tur Türklere uğramaz.
Ulu Türk Atamız Bilge Kağan 1300 yıl önce kendinin ve soyunun özelliklerini kendi dili ve kendi yazısıyla taşa kazımış. Kazıdığı zaman Türk atalarımız Ötüken’de yaşıyorlarmış ve henüz İslam ile müşerref olmamışlar imiş.
“(Ben) semavi Tanrı’dan olmuş Türk Bilge Kağanım. Bu zamana ben hükmediyorum. Sözümü sonuna kadar dinleyin… Tanrı buyurduğu için, benim talihim olduğu için kağan oldum. Kağan olup yok yoksul milleti hep derleyip topladım. Yoksul milleti zenginleştirdim, az milleti çoğalttım…
Yukarıda mavi gök, aşağıda kara yer yaratıldığında ikisi arasında insanoğlu yaratılmış. İnsanoğlunun üzerine atalarım Bumin Kağan, İstemi Kağan hükümdar olmuş. Hükümdar olarak Türk milletinin devletini, yasalarını kurmuşlar ve düzenlemişler… Bilge kağan imişler, alp kağan imişler. Yöneticileri de elbette bilge imiş, alp imiş. Beyleri de halkı da doğru (dürüst ve âdil) imiş. Bu sebeple devleti öylece kurmuşlar; devleti kurup yasaları düzenlemişler… (Ercilasun, Türk Kağanlığı ve Türk Bengü Taşları)
Henüz İslamiyet’le müşerref olmayan Semavi Tanrı’nın yarattığı kimmiş? Türk’müş, bilgeymiş, kağanmış. Tanrı buyurduğu için öyleymiş. Talihliymiş, yoksulu zengin, azı çok etmiş. Kağanları Bilge imiş, yiğitmiş, beyleri dürüst ve adilmiş. İslam değillermiş ama Gök Tanrının buyruğuyla İslam gibi yaşıyorlarmış.
Asırlar geçmiş, 11. asırda Kaşgarlı Mahmut adında bir Türk Bilgesi bütün Türk illerini gezmiş, bütün Türk illerinin dilini, âdetini, kültürünü öğrenmiş. Bu bilgilerden Araplar da faydalansın diye eserini Arapça yazmış. Türk bilgesi Mahmut, İslam ilimlerine de vakıf olmuş. Türkler hakkında bildiklerini, duyduklarını 1074 yılında eserine yazmış:
“Gördüm ki: Yüce Tanrı, Türk burçlarında doğurdu devlet güneşini; onların ülkeleri etrafında döndürdü göklerin çemberini; ve onlara ad verdi Türk diye; ülkelerin idaresini verdi mülk diye; zamanın hakanları yaptı onları;… onları görevlendirdi halk üzre; onları kuvvetlendirdi hak üzre; aziz kıldı onlara yanaşanları ve idareleri altında çalışanları; onlar (Türkler) sayesinde muratlarına erdiler ve ayak takımının şerrinden esen oldular. Aklı olan herkes onlara katılmalı ve onların oklarından korunmalı. En iyi yol konuşmaktır onların dillerini; duyurabilmek için onlara ve meylettirebilmek için gönüllerini. Takımından ayrılıp Türklere sığındığı zaman bir düşman, güven verilip ona kurtarıldığı zaman korkularından; başkaları da sığınır onunla beraber ve üzerlerinden kalkmış olur tüm zarar. Peygamberimiz (s.a.) “Türk dilini öğreniniz, çünkü onların çok uzun sürecek