Gece yeryüzünü örttüğünde, Clayton ve Leydi Alice hâlâ geminin küpeştesinde dikiliyor; sessiz ve düşünceli bir şekilde müstakbel ikametgâhlarını seyrediyorlardı. Müthiş ormanın kuytu karanlığından vahşi hayvanların çığlıkları yükseliyor; bir aslanın boğuk, derinden kükremesi ve arada sırada bir panterin kulak tırmalayan cıyaklaması yankılanıyordu.
Kadın; bu vahşi ve ıssız kıyıda, tek başlarına kalacakları gecelerin dehşet verici karanlığında, pusuya yatmış hâlde onları bekleyen tehlikeleri düşündüğünde, korkuya kapılarak adama iyice sokuldu.
Akşamın ilerleyen saatlerinde Kara Michael, kısa bir süreliğine onlara katılarak yarın kıyıya inmek üzere hazırlıklarını yapmalarını söyledi. Onları medeniyete yakın, daha emniyetli bir kıyıya götürmesi için adamı ikna etmeye çalıştılar zira o vakit, en azından dostane insanlara rastlama ümitleri olacaktı. Ancak ne yalvarma ne tehdit ne de ödül vaatleri adamın fikrini değiştirebildi.
“Ben bu gemide, eline bir fırsat geçse sizi öldürmeyecek tek kişiyim. Kendi kellemizi kurtarmamız için en mantıklısının sizden kurtulmak olduğunu bilsem de ben Kara Michael, kendine yapılan iyiliği unutacak bir adam değilim. Sen benim hayatımı kurtardın, ben de karşılığında sizin canınızı bağışlıyorum; elimden gelen bu kadar.”
“Adamlar beni daha fazla dinlemez. Sizi hemen gemiden indirmezsek size bu kadar hoşgörü gösterme konusunda fikirlerini değiştirebilirler. Sizinle birlikte tüm eşyalarınızı da kıyıya indireceğim; birkaç kap kacak, çadır niyetine eski yelken, bir de siz meyve ve av bulana kadar size yetecek azık da bırakırım.”
“Kendinizi koruyacak silahlarınız da olduğuna göre, yardım gelene kadar burada rahat rahat hayatta kalabilmeniz lazım. Önce kendimi bir sağ salim kurtarıp saklanayım da İngiliz devletine haber gönderip bulunduğunuz civarı bildiririm. Tam yerinizi söylemem mümkün değil zira, ben de bilmiyorum. Ama bulurlar, merak etmeyin.”
Kara Michael yanlarından ayrıldıktan sonra, sessizce aşağı indiler; ikisinin içinde de kasvetli bir his vardı.
Clayton, Kara Michael’ın yerlerini İngiliz devletine bildirme gibi bir niyeti olduğuna inanmıyordu. Ertesi gün onlara eşyalarıyla birlikte karaya kadar eşlik edecek olan denizcilerin bir hainlik planlayıp planlamadıklarını da kesin olarak bilemezdi.
Kıyıdayken adamlarından biri, Kara Michael’ın görmediği bir yerde onlara saldırabilir; haberi olmadığından Kara Michael’ın vicdanı yine rahat olurdu.
Böyle bir sondan kurtulsalar dahi, onları bekleyen tehlikeler daha vahim değil miydi? Tek başına olsa yıllarca hayatta kalabilmeyi umabilirdi; ne de olsa güçlü, atletik bir adamdı.
Peki ya Alice? Peki ya kısa bir süre sonra bu ilkel dünyanın amansız zorlukları ve vahim tehlikeleri arasında doğacak olan ufaklık?
İçinde bulundukları vaziyetin korkunç tehlikeli hâlini, dehşet verici çaresizliğini düşünürken adam ürperdi. Fakat o kasvetli ormanın habis derinliklerinde onları bekleyen hakikatin uğursuzluğunu idrak etmesine mâni olan şey, takdiriilahinin merhametiydi.
Ertesi sabahın erken saatlerinde, bir sürü sandık ve kutu güverteye çıkarılıp kıyıya nakil için bekleyen filikalara indirildi.
Claytonlar yeni evlerinde beş ila sekiz yıl ikamet etmeyi beklediklerinden, eşyaları da çok sayıda ve çeşit çeşitti. Bir sürü temel levazımın yanı sıra bir o kadar lüks eşya da getirmişlerdi.
Kara Michael; onlara merhametinden mi, yoksa kendi menfaatini düşündüğünden mi bilinmez; Claytonlara ait hiçbir şeyin gemide bırakılmaması konusunda kararlıydı.
Dünyanın neresine giderse gitsin, böyle şüphe uyandıran bir gemide kayıp bir İngiliz subayına ait eşyaların bulunması; yanaşacağı her medeni limanda açıklaması güç bir durum oluşturacaktı.
Niyetini uygulama konusunda öyle gayretliydi ki Clayton’ın tabancalarına el koyan denizcilerin, tabancaları sahibine iade etmeleri için de ısrar etmişti.
Tuz, et, bisküvi ile birlikte az bir miktar patates ve fasulyenin yanı sıra; kibrit, kap kacak, bir alet kutusu ve Kara Michael’ın söz verdiği gibi eski yelkenler de yüklenmişti küçük filikalara.
Kara Michael’ın kendisi de Clayton’ın şüphelendiği şeyden korkmuş olacaktı ki bizzat kıyıya kadar onlara eşlik etti. Küçük filikalar boşaltılıp fıçı fıçı tatlı suyla doldurulduktan sonra, beklemekte olan Fuwalda’ya doğru gerisin geri itilene kadar da yanlarında kalıp en son kendisi ayrıldı.
Filikalar, koyun çarşaf gibi sularında yavaşça ilerlerken Clayton ve karısı sessizce durup onların ayrılışını seyrettiler. İkisinin de içinde bir his vardı: yaklaşmakta olan bir felaket ve mutlak bir çaresizlik.
Onlar filikaları izlerken arkalarında, alçak tepelerin sırtında, başka gözler de onları izliyordu; hırpani kaşların altında parıldayan, birbirine yakın, şeytani gözler…
Fuwalda koyun dar girişinden geçip çıkıntılı bir burnun ardında gözden kaybolduğunda, Leydi Alice kollarını Clayton’ın boynuna doladı ve gözyaşlarına hâkim olamayıp hıçkırıklara boğuldu.
Cesurca göğüslemişti isyanın tehlikelerini, kahramanca bir metanetle bakmıştı onları bekleyen korkunç geleceğe fakat şimdi, mutlak yalnızlığın dehşetiyle baş başa kaldıklarında, laçkalaşan sinirleri pes etmiş ve böyle bir tepki patlak vermişti.
Karısının gözyaşlarını dindirmeye çalışmadı Clayton; bunca zamandır bastırdığı duygularını bu şekilde serbest bırakması insanın tabiatıydı. Çocukluktan daha yeni çıkmış bir genç kızdı nihayetinde; anca uzun dakikalardan sonra toparlayabildi kendini.
“Ah, John!” dedi en sonunda, ağlamaklı bir sesle. “Korkuyorum. Ne yapacağız? Ne yapacağız?”
“Yapılacak tek bir şey var, Alice.” dedi, kendi evlerinin rahat ve sıcak oturma odasında konuşuyorlarmışçasına sakin bir ses tonuyla. “O da çalışmak. Çalışmak bizim sığınağımız olmalı. Kendimize düşünecek vakit bırakmamalıyız zira düşünürsek aklımızı kaçırırız.”
“Çalışmalı ve beklemeliyiz. Yardımın geleceğinden eminim, hem de çabucak. Kara Michael bize verdiği sözü tutmasa dahi, Fuwalda’nın kaybolduğu anlaşılır anlaşılmaz yola koyulurlar.”
“Ama John, sadece sen ve ben olsak dayanabiliriz, biliyorum.” dedi hıçkırıkların arasında, “Ama…”
“Evet, canım.” dedi nazikçe. “Ben de bu hususu düşünüyordum ama dayanmalıyız, karşımıza ne çıkarsa göğüs germeliyiz; cesurca ve başımıza gelebilecek her vaziyetin altından kalkabileceğimize dair mutlak bir inançla.”
“Yüzbinlerce yıl önce, karanlık ve uzak geçmişteki atalarımız da bizim başımıza gelenlere benzer dertlerle savaştılar; hatta belki de tam burada, bu ilkel ormanda oldu hepsi. Bizim bugün burada olmamız, onların bu savaştan galip çıktığının delilidir.”
“Bizim yapamayacağımız neyi yapmış olabilirler ki? Hatta bizim vaziyetimiz daha iyi zira biz, onların cehaletinin aksine yüzyılların birikimi olan üstün bir bilgiyle, bilimin bize sunduğu korunma, savunma ve idame imkânlarıyla donanmış değil miyiz? Onların kemik ve taştan yapılma araç-gereçler ve silahlarla başardığını, biz de elbette başarabiliriz, Alice.”
“Ah, John! Keşke ben de bir erkek olup senin fikriyatına sahip olsaydım ama kadınım ben, aklımdan ziyade kalbimle görüyorum etrafımı. Gördüklerim ise kelimelerle ifade edilemeyecek kadar korkunç amansız.”
“Ümit