Bu amaçla Clayton, iki buçuk metrelik bir dikdörtgen oluşturan dört ağaç seçti ve diğer ağaçlardan kestiği uzun dallarla, bu dört ağacın etrafına yerden üç metre yükseklikte bir çerçeve yaptı. Bu dalların uçlarını, Kara Michael’ın Fuwalda’nın ambarından onlara temin ettiği halatlarla ağaçlara sıkıca bağlayıp sabitledi.
Bu çerçevenin üzerine daha küçük dalları birbirlerine yakın bir şekilde yerleştirdi. Ortaya çıkan platformu, çevrelerinde bolca bulunan fil kulağı bitkisinin koca yapraklarıyla döşeyip yaprakların üzerine de kalın olması için birkaç kez katladığı büyükçe bir yelkeni serdi.
Çatı vazifesi görmesi için iki metre yukarıya, benzer fakat daha hafif bir platform inşa etti. Bu platformun yanlarına da geriye kalan yelkenleri asıp aşağı sarkıtarak duvarları elde etti.
İşi bittiğinde, rahat sayılabilecek küçük bir yuva çıkmıştı ortaya. Battaniyelerini ve hafif olan bavullarından bazılarını bu yeni yuvalarına taşıdı, Clayton.
Artık akşamüstü olmuştu; gün ışığının kalan son saatleri, Leydi Alice’in yeni evine çıkmak için kullanacağı kabaca bir merdiven yapmaya ayrılmıştı.
Etraflarını çevreleyen orman; tüm gün boyunca parlak tüylü, heyecanlı kuşlar ve bu yeni gelen sakinlerin yuva kurmadaki muhteşem becerilerini son derece büyük bir ilgi ve hayranlıkla seyreden, dans eden, cıyaklayan küçük maymunlarla dolup taşmıştı.
Hem Clayton hem de karısı, tüm gün dikkatli bakışlarını etraftan ayırmamalarına rağmen daha büyük hayvanlara dair hiçbir belirti görmemişlerdi. Gerçi iki defasında, küçük maymun komşularının yakınlardaki tepeden bağıra bağıra, cıyaklaya cıyaklaya geldiklerine; gelirken de minik omuzları üzerinden arkalarına korku dolu bakışlar attıklarına şahit olmuşlardı ki bu hareketleriyle, orada pusuya yatmış korkunç bir şeyden kaçtıklarını âdeta konuşuyorlarmış gibi açıkça belli ediyorlardı.
Alacakaranlık çökmeden hemen önce Clayton, merdiveni bitirdi. İkili, yakındaki dereden koca bir leğen su doldurduktan sonra nispeten güvenli sayılabilecek havadar dairelerine çıktılar.
Hava oldukça sıcak olduğundan Clayton, yan perdeleri çatının üzerine atarak açık bırakmıştı. Battaniyelerinin üzerinde bağdaş kurmuş otururlarken Leydi Alice gözlerini kısmış, ormanın kararmakta olan kuytularına bakıyordu. Birden uzanıp Clayton’ın kollarını kavradı: “John!” diye fısıldadı. “Bak! Şuradaki ne, insan mı o?”
Clayton bakışlarını onun işaret ettiği yöne çevirdiğinde, tepenin üzerinde, arkada kararan gölgelerin önünde loş bir silüet gördü; ayakta dikilen kocaman bir adama benziyordu.
Bir süre sanki onları dinliyormuş gibi durdu; sonra yavaşça dönerek ormanın gölgelerine karışıp kayboldu.
“Neydi o, John?”
“Bilmiyorum, Alice.” diye cevap verdi ciddi bir ses tonuyla. “Bu karanlıkta o kadar uzağı seçmek imkânsız; belki de yükselen ayın yaptığı bir gölge oyunundan başka bir şey değildir.”
“Hayır, John! İnsan değilse bile insan taklidi yapan kocaman, korkunç bir yaratıktı. Of, korkuyorum!”
Clayton, karısını kollarının arasına alıp; kulağına cesaret ve sevgi kelimeleri fısıldadı.
Kısa bir süre sonra da perdeden duvarları indirip ağaçlara sıkıca bağladı. Böylece, kumsala bakan küçük açıklık dışında etrafları tamamen kapanmıştı.
Küçük yuvalarının içi artık kapkaranlık olmuştu; battaniyelerinin üstüne uzanıp uyumaya, uyku sayesinde kısa bir süreliğine her şeyi unutarak rahatlamaya çalıştılar.
Clayton, elinde tüfek ve bir çift tabancayla birlikte, yüzünü öndeki açıklığa dönerek uzanmıştı.
Gözlerini henüz kapamıştı ki; arkalarındaki ormandan bir panterin dehşet verici kükremesi yükseldi. Koca hayvanın sesi yaklaştı, yaklaştı ve nihayetinde tam altlarından gelmeye başladı. Hayvanın bir iki saat kadar etrafı kokladığını ve platformu taşıyan ağaçları tırmaladığını işittiler fakat nihayet bırakıp kumsala doğru uzaklaştı. Clayton, kumsalda dolanan hayvanı parlak ay ışığının altında rahatlıkla görebiliyordu; büyük, güzel bir hayvandı; hayatı boyunca gördüklerinin en irisiydi.
Uzun, karanlık saatler boyunca bir uyuyup bir uyandılar zira, sayısız hayvanla dolup taşan muazzam ormanın geceye ait sesleri, zaten yıpranmış olan sinirlerine rahat vermiyordu. Öyle ki kâh kulakları delen çığlıklarla, kâh altlarında sinsi sinsi gezinen koca cüsselerin hareketleriyle, yüzlerce kez korkuyla uyandılar rahatsız uykularından.
3. BÖLÜM
YAŞAM VE ÖLÜM
Uyandıklarında, neredeyse hiç dinlenememiş olsalar da günün ağardığını görebilmiş olmanın verdiği yoğun bir rahatlık içindeydiler.
Tuzlu pastırma, kahve ve bisküviden oluşan yetersiz kahvaltılarını yapar yapmaz Clayton, evlerini inşa etmek üzere çalışmaya başladı zira, fark etmişti ki dört adet sağlam duvar, kendileri ile ormanın arasına etkili bir bariyer çekmedikçe geceleri ne emniyetleri ne de bir parça huzurları olacaktı.
Zahmetli bir işti; bir tek göz oda inşa etmesine rağmen, ayın yarısından fazlasını bu işe ayırması gerekmişti. Öncelikle, çapı on beş santimetrelik kütüklerden küçük bir kulübe inşa etti; sonra yüzeydeki toprağın birkaç metre altında bulduğu kil ile kütüklerin aralarını doldurdu.
Odanın bir ucuna, kumsaldan topladığı küçük taşlarla bir şömine yaptı. Bunların aralarını da kil ile doldurup sağlamlaştırdı. Evin tamamını bitirdiğinde, tüm dış cephesini on santimetre kalınlığında kil ile kaplayıp sıvadı.
Pencere açıklığına, iki santimetre çapındaki küçük dalları bir yatay bir dikey olarak yerleştirdi; birbirine geçmiş dalların oluşturduğu bu parmaklık, kuvvetli bir hayvanın gücüne dayanabilecek kadar sağlamdı. Bu şekilde, kulübelerinin emniyetinden ödün vermeden düzgün bir havalandırma elde etmiş oldular.
A şeklindeki çatıyı, dip dibe dizilmiş küçük dallarla kaplayıp bunların üzerine de uzun otlarla palmiye yapraklarını serdikten sonra son katman olarak hepsinin üzerini kil ile kapladı.
Daha önce eşyalarını koydukları sandıkların parçalarını, bitişik katmanların damarları enine uzanacak şekilde birbirleri üzerine çivileyerek yedi buçuk santimetre kalınlığında tek bir parça elde etti ve bu parçadan evin kapısını yaptı. Kapı o kadar sağlam olmuştu ki ona bakarken ikisi de kendini gülmekten alamadı.
En büyük zorlukla işte tam bu noktada karşılaştı Clayton zira, yaptığı bu koca kapıyı yerine takmak için kullanabileceği hiçbir şey yoktu. Yine de iki günlük çalışmanın ardından, sert ağaca şekil vererek iki koca menteşe yapmayı başardı ve kapıyı kolayca açılıp kapanacak şekilde yerine taktı.
İç sıva ve son dokunuşları eve yerleştikten sonra yapmak üzere bıraktılar; ki zaten çatı yerine konar konmaz evin içine taşınmışlardı. Geceleri sandıkları kapının arkasına yığıyor, böylece nispeten emniyetli ve rahat bir yaşam alanı elde ediyorlardı.
Yatak, sandalye, masa ve rafları yapmak nispeten daha kolay bir iş olmuştu; böylece ikinci ayın sonuna geldiklerinde iyice yerleşmişlerdi. Sürekli bir vahşi