Lale Devri. M. Turhan Tan. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: M. Turhan Tan
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6862-51-7
Скачать книгу
sarayı ve padişahı muhafazaya memur olan binlerce müsellah insan, saray ve padişah aleyhine isyan ediyordu. Bu ayaklanmanın sebebi yine bahşiş meselesi idi. Lakin bostancılar, yeniçeri ve sipahilerle sair askerî zümreler gibi -ananeye uyarak teamüle dayanarak- cülus bahşişi istemiyorlardı. Padişahtan enikonu şükran cizyesi almak emelini güdüyorlardı.

      Onların ortaya attıkları dava şu idi; Gürcistan’a gönderilecek olan iki yüz cebeci, birikmiş aylıklarını istemek bahanesiyle ve Edirne’den gizlice gelen Cebecibaşı İbrahim’in teşvikiyle ayaklandıkları zaman Sadrazam Kaymakamı Abdullah Paşa, yeniçerilerden ve sipahilerden yardım göremeyerek bostancılar ocağına başvurmuştu, onların silahlanarak cebecileri dağıtmasını istemişti. Bostancılar onun dileğini yerine getirmediler, isyanın büyümesini kolaylaştırdılar ve bu suretle tahtta değişiklik vuku bulmasına sebep oldular.

      Davanın neticesi de şu oluyordu: “Biz veliahdın tahta çıkmasını istememiş olsaydık cebeciler ayaklanır ayaklanmaz silaha sarılırdık o iki yüz kişilik kalabalığı darmadağın ederdik, elebaşlarını öldürürdük, fitneyi daha başlangıçta bastırırdık. Lakin veliahdın cülusuna taraftar olduğumuz için isyana karşı kayıtsız kaldık. İki yüz kişinin seksen-doksan bin kişilik bir ordu olmasına göz yumduk. O hâlde yeni padişahımız, tahta çıkmalarını herkesten ve her şeyden önce bize borçludur. Bu borcu gönül rızasıyla ödemelidir yoksa yapacağımızı biz biliriz!”

      Ahlaksız muhitlerde fitne, salgın hastalığa benzer. Çarçabuk yayılır. Bostancıların ayaklanması da genişlemek istidadını gösteriyordu ve saraydaki başka ocakların onlara iltihak etmeleri kuvvetle muhtemel görünüyordu, öyle de olmasa harem ağalarının, has odalıların, kapıcıların bostancı takımına karşı koymaları ve onların hücumundan padişahı korumaları mümkün değildi. Çünkü bostancılar hem kalabalıktı hem silah kullanmakta mahirdi.

      Padişahın bu isyan önünde boyun eğmesi de çirkindi. Zira öyle bir hareket, istikbal için kötü ve çok kötü bir misal teşkil edecekti. Yeniçerilerin, sipahilerin sık sık yaptıkları tazyike, tahakküme sarayın içinde de nazire yaratılmış olacaktı.

      Bu sebeple Sultan Ahmed telaş ve endişe içinde idi, hareme kapanıp dövünüyordu, uykusuz geceler geçiriyordu.

      6

      İbrahim Efendi, basit bir hizmetkâr gibi zorbabaşıyı etekledi ve ağız açmak için ondan emir beklemeye koyuldu.

      Bostancılar ise zaman geçtikçe işi azıtıyorlardı, gemi azıya alıp küstahlığı arttırıyorlardı. Sarayda zevk şöyle dursun, emniyet kalmamıştı. Kadınlar, ağalar ve hiç kimse korkudan odalarını terk edemiyordu, bostancı palasıyla kesilmek endişesine kapılarak için için ağlaşıyorlardı.

      İşte bu durumda yine Yazıcı Efendi ileri atıldı, pusula yazarak ve adam üstüne adam yollayarak padişahın huzuruna çıkma imkânını aradı ve nihayet bu emeline ererek efendisine halas yolunu gösterdi.

      “Padişahım, sizi kaygılı görüyorum, iki-üç gündür mübarek didarınızı kölelerinizden nihan eylediniz, gündüzümü geceye çevirdiniz. Küstahlık dahi olsa mübarek hâkipayinize yüz sürüp sormak cüretinde bulunacağım; şevketli efendimi neşesiz kılan bostancıların gürültüsü mü?” dedi.

      Sultan Ahmed, ağlar gibi bir sesle cevap verdi:

      “Ha şunu bileydin İbrahim. Elbet onlardır, o melunlardır, o nankörlerdir!”

      “Ya niçin bu nan ü nemek hakkın bilmeyen bîdin, bîiman güruhu tepeletmezsiniz?”

      “Kimi kime tepeleteyim? Bizim bayraşmaz5 Arapçıkları mı, sırma entari içinde yalnız salınmak bilen has odalıları mı yoksa seyisleri mi onların üzerine yollayayım? Hüküm onlarda, söz de onlarda!”

      “Çalık Ahmed ne güne durur padişahım?”

      Sultan Ahmed, ellerini havaya kaldıra kaldıra geri çekildi ve bağırdı:

      “Ne dedin ne dedin? Çalık Ahmed’i, bugüne dek yaptıkları yetişmiyormuş gibi şimdi kendi evimin işlerine de mi karıştırayım?”

      “Başka yol yok padişahım. Mademki o süpürgedir, bostancılar da şimdi kirli çaput hâline gelmiştir; ferman buyurun, süpürge vazifesini yapsın, kirli çaputları silip süpürsün!”

      Hünkâr, her vakit yaptığı gibi yine derin derin İbrahim Efendi’nin yüzüne baktı. Uzun uzun onu süzdü, sonra ellerini koynuna soktu.

      “Çalık Ahmed, bu işi kolay kolay başarır mı?”

      “Hiç şüphe yok, padişahım.”

      “Ya sonra şımarmaz mı?”

      “Belki şımarır fakat kanatlanmış karıncaya döner, çarçabuk söner!”

      Sultan Ahmed, sık sık yaptığı gibi yine zeki yazıcının yüzüne derin derin ve uzun uzun baktı, iradesiz bir uysallıkla boyun kırdı.

      “Peki, öyle olsun. O herif evimin düzenine de karışsın. Fakat ben tenezzül edip de ona el uzatmam. Maslahatı sen idare et.” dedi.

      İbrahim Efendi, yer öpüp çıktı. Padişahtan daha nüfuzlu görünmeye çalışan ve Ağakapısı’nı saraya çevirip tantana içinde bırakan Çalık Ahmed Paşa’nın yanına gitti; basit bir hizmetkâr durumuna bürünerek zorbabaşıyı etekledi, el pençe divan durdu. Ağız açmak için ondan emir beklemeye koyuldu.

      Çalık Ahmed’in yanında büyücek bir kalabalık vardı. Söz onda, hüküm onda ve kuvvet onda olduğu için en büyük hocalar, en ünlü ağalar, mansıp dilenen vezirler sürü sürü, küme küme kendini ziyarete geliyorlardı. Huzurunda kavuk sallıyorlardı. Bin türlü riyakârlıklarla herifi okşayıp meramlarını yürütmeye savaşıyorlardı.

      Koca zorba keyfinden fıkır fıkır gülüyordu, dalkavuklarını tuhaf tuhaf söyleterek boyuna kahkaha savuruyordu. Kızlar ağasının ayakta duran kâtibine yan gözle bile bakmıyordu. Onun bu kayıtsızlığı suni, sahte idi yanındakilere gösteriş içindi. Padişah ile de sıkı fıkı temasta bulunduğunu bildiği Yazıcı Efendi’yi mühimsemez görünmekle kendi kudretinin yüceliğini misafirlerine hissettirmek istiyordu.

      Neden sonra, biçare bir adamın el pençe divan durduğunu fark etmiş gibi davrandı.

      “Ha, lafa daldık da seni unuttuk. Hoş geldin yazıcı. Hele otur, nefes al.” dedi.

      Ve onun sekiz temenna savurarak süklüm püklüm bir duruma sarılarak bir köşeye büzülmesi üzerine şöyle bir toplandı.

      “Hayrola? Sen bizim dergâha kolay kolay gelmezsin. Böyle ansızın boy gösterişinden derdin olduğu anlaşılıyor. Dert veren Allah dermanını da verir. Sıkılma, hacetin neyse söyle.” dedi.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney,


<p>5</p>

Korkak