Tevelioğlu’nun hiç kimsesi kalmamıştı. Karısı Cavide’nin anası, babası yok ise de çok yaşlı bir teyzesi ile babası gününden kalmış emektar adamları vardı. Bunları da alıp gelince apartmanın dokuz odasına ancak sığabildiler. Daha girdikleri gün darlık yüzünden söylenmeye başladılar. Fazla oda olmadığı için bir erkek aşçı tutamadılar. Yalnız Cavide Hanım, perşembe günleri tanıdıklarına salonunu açtı.
Bir perşembe günü, Nazif, apartmanın kapısı önünü arabalarla dolmuş görünce, sevindi. Büyük bir ev bulup taşınmayı kararlaştırdı. Nişantaşı’nda, arka sokaklardan birinde bir bahçe içindeki bu eski ahşap konağı alıp tamir ettirdi, boyattı. Buraya taşındılar.
İşte Nazif’in Murat Ali’yi çağırdığı ev burasıdır.
Yemekte Nazif Bey, Murat Ali’yi karısı ile tanıştırdı. Murat Ali’nin “doktor” diye anılmak istemesi hakkıdır. Eğer kocası onun için “doktor” dememiş olsaydı, Cavide onun yüzüne, giyinişine bakarak daha kayıtsız davranacaktı.
Sofrada bir kadınla iki erkek daha vardı. Tanıştırırken adlarını da söylediler ise de Murat Ali’nin hatırında kalmadı. Yalnız sonradan anladı ki bu adamlardan biri, bir yerde sefir imiş. Geri getirmişler, bir daha da iş vermemişler. Kadın da onun karısı imiş. Öteki adam hiç ağzını açmadığı, kimse de ona bir söz söylemediği için, kim olduğu anlaşılamadı. Belli ki bu evin alışkanı bir adamdı.
Yemek boyunca sözün çoğunu bu sefir adam söyledi. Başı ağrıyor, yahut canı sıkılıyormuş gibi duran ev sahibi hanım, doktoru da konuşturmak istedi ise de elçi söze karıştı, doktora da başkalarına da, kendi karısına bile söz sırası bırakmadı. Her şeyi bildi, her güçlüğe bir kolaylık buldu; her derdin reçetesi koynunda, yalnız bizim işlerimizi değil, bütün devletlerin, milletlerin işlerini düzeltecek!
Karısı, kocasını susturmak istemiyor, yoksa bir kumaş lakırdısı açabilirdi. O elçiyi susturmak istemediği için ev sahibi hanım da başka söz açmaktan çekindi. Bir-iki kez doktora Alamanya’yı soracak oldu, elçi karşıladı.
Yemekten sonra da misafirler çok kalmadılar. Hiç ağzı açılmayan üçüncü adam da ortadan silindi. Cavide Hanım da doktor ile kocasını yalnız bıraktı. Nazif de Tokatlıyan’da birine söz vermiş, oraya inecekmiş, yayan yürümek istedi. İki arkadaş yolda konuştular. Nazif, işlerin bozulduğunu, alacaklarını alamadığını, hükümette alacağı kaldığını anlattı.
Doktor, ilkin aldırmazken söz ilerledikçe, arkadaşının ağır bir duruma düşmüş olduğunu anladı. Ayrılırken de Nazif, hanımın her perşembe çayı olduğunu, isterse bugün de gelebileceğini söyledi.
Doktor o gün gitmedi ise de ondan sonra gelen perşembeleri de kaçırmadı.
Yirmi yaşını geçmiş, iki de çocuk anası olmuş ise de Cavide’yi görenler, on sekiz yaşında bir kız sanırlar. Arkadaşlarından çoğu daha koca bekliyorlar.
Kara kaşlı, kara gözlü, sevimli yüzlü, genç kocaya vardığı, ev sahibi olduğu için biraz şımarık, açık yürekli, düşündüğünü çekinmeyerek söyler bir kadın. Genç kızken gönüllüsü, gözdesi yoktu, bugün de yoktur. Bundan böyle de olacak değildir. Bu yaradılışta kadınların sevişmeye akılları ermez.
Cavide, Hafız Paşa’nın torunu ise de anasını, babasını öldürdükleri için Cavide’yi büyükbabası büyütmüş olduğundan, herkes onu paşanın kızı diye bilir.
Cavide kocaya vardığı yıllarda, Hafız Paşa’nın hanımı sağ idi. Cavide’yi o gelin etmiş, birkaç ay sonra da ölmüştü. Büyükanası ölünce Cavide’nin yalnız bir teyzesi kaldı ki başka kimsesi olmadığı için Cavide’nin yanında oturur. Bir deniz albayının haremi imiş. Yalnız bir kızı olmuş, o da ölmüş. Kocası da Ertuğrul’da, Japon denizlerinde batmış. Teyze Afife Hanım çok yaşlıdır. Yerinden kalkamaz ama evin içinde geçen bütün dedikodular, onun odasında gözden geçirilip ballandırılır. Cavide Hanım’ın dadısı Dilbeste Kalfa da teyzenin başyardımcısıdır.
Bu ikisinin başlıca çekemedikleri de Münire Hanım adında bir kadındır ki uzaktan Hafız Paşaların hısmı da olur. Yaşlıca bir hanımdır. Kızları, oğulları, gelinleri vardır. Çırçır’da, konak yavrusu bir evi de vardır. Cavide kocaya varıp da apartmana çıkınca, Cavide’nin tutumuna, kocasının kazancına bakarak, kendisi gibi birinin bu eve gerekli olduğunu görüp buraya kapılanmıştır. Daha önce de eski maliye muhasebecilerinden Hüseyin Hamdi Efendi’nin yalısında, karısı Mahbube Hanımefendi’ye nedime, evde kâhya kadın gibi yıllarca kalmıştı.
Cavide’nin yanında da gece yatısına gelmiş bir misafir gibi gelip kaldığı iki gecede Cavide’yi hizmetçilerin, aşçının dedikodularından kurtarması ile kendini isteterek yerleşmiş, kilerin anahtarlarını beline takmış, evin idaresini eline almıştı. Hizmetçileri o değiştiriyor, çocukların, matmazellerin densizliklerini o dinliyor, her şeyin yerini o biliyor, odanın ortasına büyük bakır çamaşır leğenini koydurup teyze Afife Hanım’ın başını o yıkatıyor; bakkalın, çakkalın hesabını o biliyor, Nazif Bey, çekmesinin anahtarlarını kaybetse;
“Sorun bakalım, Münire Hanım görmüş mü?” diyorlardı.
Cavide’nin gelip gideni çoğalıp da kapısının önünde arabaların sayıları arttıkça, dışarı salonda da bu Münire Hanım gibi bir kadın daha peyda oldu. Bu da eski vezirlerden birinin kızı, asker paşalardan birinin karısı olan Seniye Hanımefendi’dir.
Gençliğinde Cavide’nin anasını tanırdı. Uzaktan bir tanışmış! Cavide’nin adı duyulmaya başlayınca onunla tanışmaya bir yol aradı. Rahmetli anası ile pek yakından tanışmış, sevişmiş oldukları sözleri kulağına geldi.
Bu Hanımefendi Cihangir’de bir eski konakta oğlu Fazlı Bey’in yanında oturuyor, yazları da Feneryolu’nda kızı Calibe Hanımefendi’nin köşküne gidiyor.
Bu Hanımefendi’nin kocası öldükten sonra babadan, kocadan her ne kalmış ise satıp savup yiyerek evini bozmamış, çocuklarını yetiştirmişti. Şimdi parası kalmadığından para kızlarının, gelinlerinin elinde bulunuyor; Seniye Hanımefendi işi idare edip dışardan kendisine saygı bulamazsa, evde Mahinur Kalfa’dan farksız olacağını görüyordu.
O günlerde Cavide gibi salon açmış kadınlar seyrek olduğu için göze çarpıyordu.
Seniye Hanımefendi Cavide ile tanışınca, onu, anasına pek benzetti. Temkinlice bir-iki damla da ağladı. Hiçbir şey söylemedi ise de bu kızın analığını üstüne almış oldu. Bundan sonra Cavide’nin salonu, Seniye Hanımefendi’nin kanadı altında idi.
Doğrusu da bu, Hanımefendi aklı ile, idaresi ile, bu takım insanlar arasında iyi tanınmış olması ile, eski hotozlu kibar giyinişi, parmağındaki zümrüt yüzüğü ile bu salonda herkesin saygı gösterdiği bir varlıktı. Buraya uğrayan nazırlar elini öpüyorlardı. Alaman subayları onu görmeye geliyorlardı. Kimseye değerinden fazla yüz göstermiyor, konuşmayı biliyordu…
Her perşembe günü Cavide arabasını yollayıp onu aldırıyor, yavaş yavaş yürüyerek, ayakları ağrıdığı için elinde taşıdığı abanoz oyma bastonuna dayanarak gelip, salonda kendi koltuğuna oturuyordu.
Seniye Hanımefendi gençliğinde orta boylu, sevimli bir hanımmış. Yaşlanmış, biraz da etlenmiş olduğundan boyu kısaca görünüyor.