Bir gün, yaşı tam kırk iki olmuş idi ki garip bir teklif karşısında kaldı. Ona, Reis Paşa tarafından genç bir dul teklif ettiler. Paşa’nın azatlarından imiş de güya kocası yakında ölmüş!
O evlenecek adam değildi, hayatını kimseye açmak niyeti yoktu. Lakin paşanın teveccühünü kaybetmek de vardı; kabul etmekte çaresiz kaldı.
Paşa, kadına Çamlıca’da, koşu yolunda bir köşk vermiş; Ahmet Besim’in maaşı da birden dört yüz kuruş artırılmıştı. Meğer kadın paşanın gözdelerinden imiş ve bunu kendi oğlundan kıskanıp kaçırıyormuş!
Bu evlenme ötekini berikini güldürdü. Ahmet Besim pek ziyade hiddetleniyor ve kendisi ile kimlerin eğlendiğini pekâlâ biliyordu. Hatta bunlardan bir genç çocuğu haksızca lekeleyip birah-mane7 bir surette ezdi, daireden kovdurdu.
Kadın, Ahmet Besim Efendi’ye hasta olarak geldi. Yanında halayığı da vardı. Aşağıda bir odada bir minderin üstünde bu genç, güzel kadın inler, ağlar otururdu. Dokuz ay sonra bir kız doğurdu. Tam bir sene sonra da bir oğlan çocuğu düşürdü ve kadın, anlaşılmaz bir dert ve keder içinde öldü, gitti. Kızı, dadısı ve Ahmet Besim Efendi yalnız kaldılar. Kızının adı Besime idi.
Ahmet Besim Efendi ne karısını ne de kızını sevmiştir. Paşa reislikten düştükten sonra her gün kendisine târize ve gizli gizli eğlenmelere sebep olan bu genç kadın ile kızına âdeta husumet ederdi. Karısı öldükten biraz daha geçince, bir gün, Ahmet Besim Efendi bir açık meselesinden, birtakım hesaplardan az daha fena bir surette mesul oluyordu. Hayatının bu kadınla, sonbaharı gelmiş gibiydi. Her gün yeni bir uğursuzluk çıkıyordu.
Nihayet bir gün Serasker değişti. Hesaplara bakılacak, daireler değişecek dediler. Ahmet Besim Efendi bundan pek ziyade müteessir oldu. Birçok düşmanı vardı, kendi kendine kuruntu etti; artık vakti de dolmuş idi, çekilmeyi münasip gördü, tekaüt edildi.
O zamandan beri asla sevmediği, yüzünü pek az gördüğü kızı ve dadısı ile birlikte, karısından kalan beyaz köşkte yaşar. Bir bahçıvanı bir de uşağı vardır. Bahçesinde lahana ekmekten, patlıcan ve pırasa yetiştirmekten hoşlanır, onlarla uğraşır.
Her gün Tophanelioğlu’na, arabacıların oturdukları kahveye çıkar, orada, yatırın önünde arkasını su terazisine dayar, çenesini, elindeki dikenli elma ağacından yapılmış bastonuna iliştirir; kimse ile sohbet etmez, oturur. Evde bahçe üstüne bakan odasının penceresinden lahanalarını seyreder, ömrünün bu son günlerini geçirirdi. Kızıyla, onun dadısı ile pek az konuşur, evde en çok bahçıvanını severdi.
Ahmet Besim Efendi kızını, ta çocukluk mahallesinden tanıdığı, dairesinde mümeyyizi, sonra da reisi olan zâtın oğluna verdi ve kızı kocasından boşandıktan sonra da öldü.
O da babası gibi, beş on gün hasta yattı ve gece yarısı da öldü. Sabaha kadar ölüsü yatakta, ağzı, kolları açık kaldı. Ertesi gün ikindi vakti kaldırıp Karacaahmet’e gömdüler, bir taş diken olmadı. Biraz sonra yanına bir yük arabacısını gömdüler, bir sene sonra da Ayşe Hanım isminde bir kadını tam onun mezarına soktular. Bir tarafına da bir çocuk defnolundu. Yarı çürümüş etleri ile kemikleri onlara karıştı, vücudunun bir kısmı da başucundaki büyük selviye çıktı.
MURAT ALİ
Murat Ali kimdir?
Murat Ali, tanıdıkları arasında “Nüfusçu Ali Efendi” diye anılan bir adamın oğludur. Bu Ali Efendi Gümülcineliydi, İzmir’de tütün eksperliği ederdi.
Attan düştü, öldü. Karısı da Gümülcineliymiş. Murat Ali iki yaşında iken, ölmüş.
Babası ölünce Murat Ali üvey anası ile Manisa’ya gitti. On yaşına kadar da orada kaldı. On yaşında iken üvey anası da öldüğünden, kimsesiz sokakta kalacak diye hayır sahipleri bunu, Darüşşafaka’ya yazdırdılar.
Orada okudu, bitirdi. Sonra hocalarından biri Murat Ali’ye İttihat Cemiyeti yardımı sağladı. Hukuka girdi. Daha sonra da Alamanya’ya yolladılar. Orada dört buçuk yıl kalıp okudu.
1918 yıllarında iktisat doktoru oldu. Ancak okumayı bitirip işe başlamak günleri gelince, çoklarında olduğu gibi Murat Ali de kendini boş buldu. Bilgisi derlenip toplanmamış, kararları verilmiş değildi. Dört buçuk yıl çabuk geçtiğinden kendini dört yıl önce ne ise gene öyle buluyordu. Biraz da çalışabilmek için, bir yıl daha Alamanya’da kalmak istiyordu. Bunun bir yolunu ararken Alamanlar silahlarını bıraktılar. Her iş, her hesap karıştı. Birtakımları sosyalist, yahut komünist partilerine girdiler. Murat Ali girmedi. Yalnız sosyalist gibi konuşuyordu.
1919 yılında, ne yapacağını, nasıl bir iş tutacağını bilmeyerek İstanbul’a döndü.
O günlerde İstanbul’da hükümet yoktu denilse yanlış olmaz. Murat Ali’den önce gelmiş birkaç genç, birer iş bulmak için boşuna çalıştılar. “Daha müfettiş raporunu alamadık.” gibi sözlerle karşılaştılar. Murat Ali de boşuna kendini denedi. Devlet durumu düzelmedikçe söz anlatamayacağı anlaşıldıktan sonra, boş oturup bekleyecek paraları da olmadığı için gençler dışarda iş aradılar. Bu arada Murat Ali de hukuktan tanıdığı Tevelioğlu Nazif adında hem avukat olup hem de ticaret eden bir arkadaşının yardımı ile Felemenk Bankası’nda kendisine ufak bir iş bulup girdi.
Bu bankada çalışan Yakop adında genç bir çocuğun bulduğu bir odaya taşınıp otelin masrafından da kurtuldu.
O yıllarda Murat Ali yirmi beş yaşını bitirmişti. Orta boylu, geniş omuzlu, gür, kara saçlı idi. Tıraştan sonra da bıyık, sakal yerleri belli olurdu. Bunu çirkin bulanlar olduğu gibi, güzel bulanlar da vardır. Yüzü, hemen her görene uysal, iyi yürekli bir adam duygusu vermiştir. Dinleyen bulunursa, kendini övüp anlatmaktan, kendi düşüncelerini, bilgilerini dökmekten hoşlanır.
Yeni tanıştığı adamlar karşısında ilk üzüntüsü, kendi iktisat doktorluğunu anlatabilmek için bir fırsat bulmaktır. İster ki onu görenler, “İşte, genç bir iktisat doktoru.” diye düşünsünler. Aynada kendine bakarken bu yüzü arar. Bir aralık, kalın kara çerçeveli bir gözlü takmayı denemesi de yüzüne istediği ağırlığı vermek içindi. Yazık ki gözlük taşımaya alışamadı.
Bir yıldan beri kendine göre sosyalisttir. Hiç ihtilalci değildir.
Edebiyatla, resimle, musiki ile uğraşmış değildir. Gürültülü eğlence yerlerinden, danslardan hoşlanmaz. Alamanya’da bulunduğu dört yıl içinde çok kızların, kadınların sevgilerini çekmiş ise de oturduğu evde yaşayan yaşlı bir belediye memurunun karısı ile anlaşabilmiş, onunla da kalmıştır.
İstanbul’da evinde bir oda tuttuğu Naum Şalem’in karısı ile anlaştı.
Naum Şalem, Murat Ali’ye bu evi bulan Yakop’un öz babası, Freda da Yakop’un üvey anasıdır.
Yakop, oda bulduğu için hem Murat Ali’den, hem de üvey anasından tellallık hakkını almıştır. Ufak dükkânında kırk yıldır kitapçılık eden bu adam, Yakop’un öz babası kitapçı Naum, kısa boylu, ufak tefek, az söyler bir ihtiyardır. Üç kere evlenmiştir. İlk karısından olan büyük oğlu Sör Abraham Makam, İngiltere’de