Naum’un ikinci karısı tek bir çocuk doğurdu. O da bu Yakop’dur. Kadın, kırk yaşından sonra da ağır bir kanser ameliyatı olmuş, ölmüştür.
O yıllarda Naum gene böyle bir ev tutup, oda oda kiraya verirken, evi bıraktı, dükkânın üstündeki ufak odada tek başına yaşamaya kalktı. Birkaç ay sonra Şişhane Yokuşu’nda bir evde bir oda tuttu. Daha sonra da bu Freda ile evlenip bu şimdi tuttuğu evi kiralayıp odaları kiraya vermeye, burada yaşamaya başladı.
Freda; Hasköy’de oturan, İstanbul Balıkpazarı’nda bir ortağı ile balıkçılık eden Yeşua Fiş adında birinin kızıdır. Kurtuluş’ta bir kutu fabrikasında çalışıyordu. Naum Şalem’in torunu denilecek kadar gençtir. Boyu, bosu, rengi, gözleri, saçları ile sayılı güzellerdendir. Sabahtan akşama kadar mukavva kesip kutu yapıştırmak, ihtiyar bir kocaya karılık etmekten daha güç gelmiş olmalıdır ki büyükbabası denilecek yaştaki bir adama varmıştır. Naum’a gelince, bir hizmetçi de tutsa, ihtiyar değil, bulursa bir gencini tutacaktı. Kendisi de ilkin yaşlı bir kadın almayı düşünmüş idi. Sonradan bu düşüncesini değiştirdi. Hesabı şu idi: Evin kirası çıkıyor, üste kalan para ile geçiniyorlar. Bu işlere de bir yaşlı kadın yerine genç bir kadın bakıyor.
Murat Ali, tutacağı odayı görmeye gelince Freda hiç gizlemeyerek, gözlerini kaçırmayarak onu tepeden tırnağa kadar süzdü. Sonra odayı gösterdi. İkinci katta, merdivenin karşısında büyük, bir tek penceresi sokağa bakan sevimsiz bir oda…
Bu büyük pencere yerden yüksek, tavana yaklaşan geniş, uzun bir pencere. Odaya bir çukurluk veriyor.
Freda gözlerini Murat Ali’nin gözleri içine dikerek çok karışık bir Fransızca ile;
“Bu odayı tutunuz, rahat edersiniz, bana inanınız!” dedi.
Yakop, Murat Ali’nin bu karışık cümleyi anlamadığını sanarak Alamancaya çevirdi.
Pencerenin yanında iki eski bez parçası sarkıyordu. Belli ki bunlar yeni asılmış şeyler değil! Yıllardan beridir burada sarka sarka sanki pörsümüşler.
Tahtadan alçak bir karyola, karşısında genişçe eski bir kanepe var. Yere de toprak rengini almış bir halı parçası serilmiş! Kapının sol yanındaki köşede yüz yıkamak için ufacık bir masa konulmuş. Belli ki odaları boş kiralayan Freda, döşeli bir oda tutmak isteyen yeni müşterisi için, bütün bunları bir eskici mağazasından getirmiş, yahut kiralamış!
Duvarlar, kirli mavi rengi badana edilmiş. Karyolanın ayak ucunda yuvarlak, paslı bir soba duruyor.
Murat Ali, yahut onun gibi başka birisi, Freda olmasa bu odayı tutmazdı. Burası soğuk, ıslak yer altı odası, eski bir su sarnıcı gibi bir oda. Böyle olmakla beraber Murat Ali ucuz, elverişli buldu.
Yeni odasında ilk kaldığı gece Freda’nın ayak seslerini dinleyerek, başka odalardan gelen anlaşılmaz gürültülere kulak kabartarak, belki biraz de yerini yadırgayarak geceyi hemen hemen uykusuz geçirdi. Ertesi, daha ertesi geceler de evin, sokağın tanımadığı sesleri, uyku arasında bile Murat Ali’yi kuşkulandırıyor; kendisini dalgın uykuya veremiyor, her dakika yabancılık duyuyor, bu evde kalıp kalamayacağını kendisi de bilmiyordu.
Murat Ali’nin odasının yanında, sokak üstündeki büyükçe odada ana, baba, kızları, kızlarının kocası ile bir aile yaşıyor. Bunlardan baba ile kızı işe gidiyorlar. Güvey, evde çalışıp pantolon dikiyor; yalnız, biten işleri terzilere vermek, yeni işlerini getirmek için dışarı çıkıyor. Akşamları derinden mırıltılarla dua ettikleri duyuluyordu.
Bu odanın karşısına gelen karanlık aralıkta, ışıksız oturulamayan bir odada, Pigmalyon adında biri oturuyor, gece giyimlerine, şapkalara takılan çiçekler yapıyordu. Örneklerini, renklerini gün ışığında görmek isterse, Freda’nın odasına geçip pencereye sokuluyordu. Tanıştıktan sonra Murat Ali’nin odasına da gelmeye başladı.
Bu kadın, çiçeklerini odasında satıyor, pazarlığı da Freda yapıyor, birtakımları da ona örnek getirip çiçek ısmarlıyorlardı.
Arasıra giyinip Freda ile sokağa çıkar, hemen her çıkışlarında da sinemaya giderlerdi.
Bu kadınların sokakta giydikleri paltoları, güzel şapkaları, giyimlerini görseniz şaşarsınız. Bunları bu pis odaların neresinden çıkarırlar, anlayamazsınız.
Giyinince Freda daha güzel, ancak daha adi; Pigmalyon daha kibar, daha yakışıklı olur.
Pigmalyon’un odasına Kuzma adında orta yaşlı bir adam gelir gider, arasıra Freda’nın odasında oturup piket oynarlardı. Sonraları Murat Ali bunlara karıştı. Bu adam, Pigmalyon’un sevgilisi midir, hısmı mıdır, bilinmez.
Karanlık aralıkta, en sondaki büyük odada Freda ile ihtiyar kocası Naum Şalem yaşarlar. Bu odanın üç büyük penceresi, arkadaki iki apartman ile bu evler arasında kalmış şekilsiz, dar bir aralığa açılır. Freda’nın pencerelerinden hava, bir kuyu içinden görünür gibi görülebilir.
Bu aralığın dibinde apartman kapıcılarından biri, bir beyaz ada tavşanı ile bir horoz besler. Freda’ya gelip giden Agafi adındaki bir kız, bu horoz ile tavşana merak sarmıştır. Her gelişinde pencereyi sürüp bunlara bakar, her bakışında da bunların kendisinden daha bahtsız olduklarını söylerdi.
Freda’nın odası ile Pigmalyon’un odası arasında dar, uzun, gün ışığı hiç almayan bir yerde Freda yemek pişirir, ara sıra burada öteberi yıkadıkları da olurdu.
Naum Şalem odasına gece olduktan sonra gelir. İlk işi karısından o günün hesabını alır, sonra yemeğini yiyip yatar. Odada Freda’nın misafirleri olsa da aldırmaz. Peylediği bir berber vardır, oraya gidip tıraş olur. Buna meraklıdır.
Dükkâna gidip çayını içer.
Freda da çok erken kalkıp Murat Ali’nin odasına bir fincan çay getirir. Sonra saatlerce de onun odasında kalmaktan çekinmez. Murat Ali tıraş olur, giyinir, işine gider. Freda gene onun odasında kalır, ortalığı toplar, yatağı düzeltir, çantaları bavulları karıştırır, resimlere bakar.
Birkaç hafta geçince Pigmalyon da Murat Ali’ye alıştı. Geceleri onun odasına geliyor, saatlerce oturup konuşuyor, dertleşiyordu.
Pigmalyon, Freda gibi değil. Gülüyor, kızarıyor, utanıyor. Sevilmek, okşanmak istiyor, kadınlık gösteriyor. Freda böyle değil. Murat Ali’nin parasını çekiyor, ondan da kendi hesabına faydalanıyor. Ne var ki Freda çok gençtir, kadınlığının çok elverişli çağındadır. Murat Ali, bu kadının çekinmez bakışlarından, utanmamasından hoşlanıyordu.
Şimdi her akşamüstü, Freda’nın odasında piket oynuyorlardı.
Freda’nın odasına aşağı kat, yukarı kat kiracılarından da gelenler oluyordu. Murat Ali yavaş yavaş evin bütün oturanlarını tanımaya başlıyor, bu evin ağır kokularına alışıyor, bu evde konuşulan Rumcaya, İspanyolcaya, bozuk Fransızcaya, Hebru dualarına da kulak dolgunluğu gün geçtikçe artıyordu.
Murat Ali’nin Freda ile Pigmalyon arasına yeni düştüğü günlerde eski arkadaşı Nazif, onu, bir perşembe günü Nişantaşı’ndaki konağına, öğle yemeğine götürdü.
Bu Nazif ya Rodoslu yahut Kıbrıslı bir adamın oğludur. İzmir’e yerleşmişlerdi. Babası ağır ceza hâkimlerinden ağırbaşlı, temiz bir adam olduğu için Nazif’e böyle konak açacak bir para bırakamazdı.
Nazif, hukuğu bitirince avukatlığa başladı. Armanak Agopyan adında biri ile Galata’da, Hızırbey Hanı’nın birinci katında odaları vardı. Ticaret işlerine bakıyorlardı.
1915