L. Hanım: “Karı elli yaşına geldi, yüzünden pudrası, kaşından boyası, gözünden sürmesi eksilmedi.”
M. Hanım: “A, elbette; kendinden yirmi yaş küçük bir delikanlıya vardı. Her gün telli bebek gibi geziyor.”
N. Hanım: “A, duymadınız mı? Şimdi daha bir gencini, güzelini bulmuş. Bundan boşanıp ona varacakmış.”
L. Hanım: “Gençler bu kadının nesine bayılıyorlar?”
M. Hanım: “Beyoğlu’ndaki apartımanına!.. Benim de öyle kırk odalı bir gelirim olsa bana da bayılırlar…”
N. Hanım: “Aman, onlar utanması, namusu kıt bir aile. Duymadınız mı? Geçen sene dul kız kardeşi çocuk düşürdü.”
Bir kaynana, yanındaki kadına, kaynana zırıltısı şeklinde hiç susmayarak:
“Aman hanım, bu gelinim… Uğursuz karı, evimize geldiği günden beri altüst olduk. Ah, ne söyleyeyim? Ne desem benim adım kaynana, onunki gelin. Büyüyle yalnız oğlumun değil, kaynatasının da ağzını, dilini bağladı. Evin içinde hep onun dediği olur. Meğersem ne soysuz karıymış hanım? Kör olasıca şeytan beni yanılttı, bilemedim aldım. Evlerde kalmış koca ağızlı, kart, kokmuş karıyı gelin diye getirdim, köşeye oturttum. Allah, oğlumun gönlü ne kadar da arsızmış? Hanımcığım, bir görüşte hemen canıgönülden vuruldu. Şimdi gittikçe daha ziyade çıldırıyor. Vaktiyle biz de karı koca olduk. Ben böyle şey görmedim. Bir soğukluk büyüsü bilsem yapacağım. Beceremiyorum ki… Fena hayvanın yağını sür, kocasına domuz gibi görünür dediler. Ta Galata’daki kasaplara kadar gittim, aradım… Rabb’imin bildiğini kuldan ne saklayayım? Ceketine, terliğine sürdüm. Hiç tesir etmedi. Eder mi ya? Çünkü karının kendi domuz. Her akşam oğlum, bütün cepleri yemişlerle tıklım tıklım dolu gelir. Odalarının kapısını sürmeledikten sonra bademleri, üzümleri, fındıkları ince bir ahenkle türkü söyleyerek tıkınırlar… Bir iki tanecik de beni çağırıp veriniz, ne olursunuz? Sanki ben o hayırsız oğlanın anası değilmişim… Doğur, doku, büyüt… İşte sonu böyle!.. Eşime dostuma benden nasihatler olsun. Kimse oğluna çokbilmiş karı almasın… Allah’ın günü gusülhanenin semaveri ısınır. Oğlumun avurdu avurduna çöktü. Yüzü verem rengi bağladı. Geberecek… Hangi birini anlatayım hanımcığım?”
Öbür kadın: “Şeriatımız öyle buyurmuş. Yıkanmasınlar mı?”
Başka bir kadın: “Burası camii şerif, hiç burada fena hayvan sözü olur mu?”
Üç kadın arasında çekiştirme böyle sürüp giderken öte taraftan dördüncü bir kadın pek çatkın bir azarlama, bir lanetleme tavrıyla söze atılarak: “Hanımlar, kürsüde Şeyh Efendi insan çekiştirmenin günahından bahsediyor, siz burada bilmem hangi kadının ayağına ip takmış, sürüyüp duruyorsunuz!”
L. Hanım: “Şeyh Efendi çekiştirme aleyhinde vaaz veriyorsa en önce kendi dilini tutsun. Çünkü o hepimizden ziyade çekiştiriyor. Benim kocam namaz kılmazmış. Gelinim Kalpakçılarbaşı’nda fink atarmış. Kızım komşunun oğluna name yazarmış… Bilmem hizmetçim manavın çırağını severmiş… Ne vazifesi onun? Kürsüde söylenecek sözler mi bunlar?”
Şimdi dört kadın birbirine söz yetiştirmeye kalkarlar. Lakırtı büyür. Kürsüden vaazcı efendi:
“Kadınlar, nedir o gürültü orada?”
Azarlayan hanım:
“Ne olacak Şeyh Efendiciğim? Üç kadın burada baş başa vermişler, insan çekiştiriyorlar Siz orada istediğiniz kadar sarığınızı sallayarak çene yorunuz. Hep boşuna…”
L. Hanım: “Hay kemiklerin çekişsin inşallah! Sana ne? Seni bu camiye, cemaatin üzerine kalfa mı koydular kadın?”
Vaazcı Efendi: “Ya Rabbi sen sabırlar ver! Allah cümlemizi düzeltsin…”
Kadınlar hep bir ağızdan:
“Âmin… Âmin… Âmin…”
LAKIRTI ARAMIZDA
Tekrar ediyorum… Lakırtı aramızda… Andelip Hanım, yaşını kırk beşten otuz beşe resmen indirmeye bir çare bulması için gizlice imama başvurmuştu. Kadın, gizli olduğu kadar önemli saydığı bu maksadını ezile büzüle imam efendinin kulağına söyledikten sonra cevap bekledi.
İmam bu işte ustaydı. O, ilk defa olarak böyle bir teklifle karşılaşmıyordu. Bir eliyle başından sarığını arkaya devirdi. Öbür elinin ayasıyla çenesinin altından kır sakalını tersine tersine sıvayarak derin bir düşünceye dalmış gibi göründü.
Andelip Hanım, ümitsizlikten doğan hafif bir çarpıntıyla: “İmam efendi, neye durdunuz?”
“Eeeeyyy, hanım! Bana, Allah’a ve kullarına karşı bir yalan suçu işlemeyi teklif ediyorsunuz ki bu, dünya ve ahretçe gayet günah ve hem de duyulursak Allah esirgesin, cezalı bir iştir.”
“Sana hiçbir vakitte yalan suçu teklif etmiyorum. Ben kırk beşinde var mıyım?”
“Varsınız, yoksunuz, orasını bilmem. Ben Osmanlı nüfus tezkerenizdeki kayda bakarım.”
“O kaydı melekler yapmadı ya? İnsanlar yazdı. İnsan elinden çıkan şeyler yanlış olamaz mı? Bütün resmî kayıtların dosdoğru olduğuna dair kitaba el basıp da yemin edebilir misin bakayım? Haydi, uzun düşünme… Nazlanma! İki şahit bul. Ellerine ikişer çeyrek sıkıştıralım. Benim otuz beşimde olduğuma hâkim huzurunda Allah için şahitlik etsinler. Olsun bitsin…”
“Bu iş şeyhülislam kapısında olsa o dediğin kolay. Ama bu nüfus dairesinde görülecek bir iş. Zor dava, hanım… Pek zor.”
“İmam, beni öfkelendirme! Antikacıların Vesile Hanım ellisinden otuzuna nasıl indi? Kadın ninem yerindeki kınalı saçlı karıyı böyle bebecik yaptırtan sen değil misin? Şimdi bana gelince dünyayı, ahreti, günahı, cezayı, Allah’ı ve kullarını ne karıştırıyorsun? Siz, imamla muhtarlar ağız birliği ettikten sonra ihtiyarı genç değil, vallahi kadını erkek, erkeği kadın, ölüyü diri, diriyi ölü yaparsınız! Ah imam efendi, senin ne dubaralarını bilirim! Söyletme beni! Kapı karşı komşum zavallı inmeli Ayşe Hanım öldüğü vakit ölümünü saklayıp cenazeyi iki gün kaldırmadın. Ayşe’nin mallarını kolcu Ali Ağa’nın üzerine etmek için bu hileye sapmadın mı?”
İmam Efendi biraz suratı asarak: “Şimdi merhum Ayşe Hanım’ı, kolcu Ali Ağa’yı söze katmakta mana var mı? Sen işine bak…”
“Sen de sözüme doğru cevap ver… Karşımda ne sakız çiğneyip duruyorsun? Vesile Hanım ellisinden otuza inmedi mi? Bu gerçeği inkâr edebilir misin?”
“Evet, indi doğru…”
“Kim indirdi?”
İmam efendi eliyle para işareti yaparak: “Kim indirecek? Sarı sarı liracıklar. Bu, sözde gençleşme o kadına kaça mal oldu biliyor musun?”
“Hah, şöyle söyle!.. Bu işi yaparım ama parayı çokça alırım de… Ona göre konuşalım…”
“Paranın hepsini ben alacak değilim.”
“Çabucak söyle, bu işi kaça yapacaksın?”
İmam Efendi, liraların kıvamını getirmek için samimi bir davranışla: “Andelip Hanım, yabancı değilsin. Doğruyu saklamam. Bu yaş düzeltmesi işinin gerektirdiği masrafları ben bir bir hesapladım. Her yaşın