Bu çirkin âdet kalktıktan sonra yerine bundan daha ehveni, daha güzeli geçti. Bugün için “yüz yazısı” namı baki kalmakla beraber yeni çıkan şeye “gelin başı bağlamak” namı verildi. Bu vazife hamam ustalarına bırakılıp ifa edene de “kutucu usta” denildi. Gelinin yüzünün bazı bölümleri yine yolundu. Yine düzgünlendi. Fakat teller pullar yerine “yapıştırma” denilen süslü paftalar yapıştırıldı. Kaşlarına rastık ve gözlerine sürme yine çekildi. Başına birçok elmastan başka sorguçlar dahi takıldı ki eski hükümdarların başlarına taktıkları hükümdarlık alametidir. Gelin elbisesi muhakkak sırmalı olmak lazım gelip düğünden sonra hiçbir işe yaramayacak olan bu pahalı elbiseyi kimse yaptırmayıp kira ile yağlıkçılardan kaldırmak âdeti baskın geldi. Bu hâlde gelinler evvelki gibi umacılıktan kurtuldular ise de yine medeni sayılmak liyakatine yaklaşamadılar. Şehirliliğe mahsus olan sadelik ve o sadelik içinde güzellik ve o sade güzelliğin içinde zenginlik noktainazarından en göz çeken gelinler zamanımızda görülmeye başladı. İşte beş altı hanımın el mahareti olarak geçen elbise bugün Ahdiye Hanım üzerinde icra olunacak giydirme işi bu olacaktır. İhtimal bir zaman gelir ki bugünkü gelinlerimiz dahi bize pek umacı görünerek daha sade bir gelin elbisesi aranır olur. Nasıl ki gelin giydirmek hususunda taklit ettiğimiz Avrupa’da bugünkü gelin kıyafetleri de göze batmaya başlamışlardır. Alfred Naquet gibi evlilik meselesini sadelendire sadelendire bütün merasim ve engellerden kurtarıp tamamen serbest bırakmak gayretinde bulunan yeni özgürlük fikirlerinin erbabı bugünkü gelin kıyafetini, yani diğer kadınlardan gösterişli bir kıyafetle gelin teşhirini âdeta utanmaya değer ayıplardan saymaktadırlar.
Ahdiye Hanım için en makbul bir kumaşın mavi, açık mavi renklisinden, yarım dekolteden biraz ziyadece üç çeyrek dekolte güzel bir gelin entarisi yaptırılmıştı. Giyim hususunda malumatı her hanımdan fazla, dolayısıyla görüşü hepsine üstün olan Fettan Hanım birçok tuvalet resimlerini inceleyerek vukuf ve malumatlarına kendisinin itimadı olan başka birkaç hanımın da tasdiklerini kazanarak kadın terziye edilen tarifler üzerine yaptırılmış bir entari ki bazı müsriflerin gösterişten başka bir emele dayanmayarak Paris’e ölçü gönderip yaptırdıkları elbiseye kat kat üstün enfes bir terzilik eseri olmuştu. Garnitürü yukarıdan aşağıya kadar limon çiçeklerinden ibaret olan bu entariyi Parisli, hem de kibardan bir geline giydirmiş olsalar en müşkülpesent Parisli madamlar dahi kötüleyecek ve eleştirecek yerini bulamazlardı. Fettan Hanım “Bu entari üzerine en uygun düşecek saç taranması Lavallier’in kuaförü olabilir.” dediği zaman şu danışma meclisinin üyesi olan diğer hanımlar bu sözü layıkıyla anlayamadılar. Fettan Hanım arkadaşlarından birinin saçlarını düzeltircesine tariflerle anlatmaya çalıştı ise de yine anlatamayınca “Larousse’un lügati yok mudur?” dedi.
Hâlbuki bu evde Osmanlıca lügat bile bulunmadığından bu suale hayret edildi. Fettan Hanım bilhassa saçların taranmasını keyfe tabi bırakmayarak her hâlde bir tarihî örnek tatbik etmek istediğinden yakın komşulardan Doktor İrfan Bey’in evine adam koşturdular. Giden adam istenen cildi kimseye bulduramayacağından hepsi bir hamal yükü eden Larousse koleksiyonunu tamamen getirmeye memur idi. Bereket versin ki Doktor İrfan Bey evinde bulunarak hangi cildin istendiğini bir pusula ile sormuş ve aldığı cevap üzerine “kuaför” kelimesini içeren cildi, dördüncü cildi göndermişti.
Fettan Hanımefendi bu ciltten “kuaför” yani baş taramak sözcüğünü buldu ki iki büyük sayfaya yetmiş kadar resim konularak erkek ve kadın başlarından o miktarının nasıl tarandıklarını gösteriyorlardı. Arkadaşları olan hanımlar bu resimlere hoşlanarak baktılar. Jacques de Lagrange, Ode de Zorsen ve Charles Sabi zamanı gibi saç taranışlarına bir hayli gülüştükten ve özellikle de kalyonlu hotoza sürekli kahkahalar salıverildikten sonra bir gelin başı için beğenecek birkaç resim buldular ise de Lavallier’in saçlarını hakikaten hepsine üstün buldular.
Fettan Hanımefendi seçimini bu şekilde tasdik ettirmiş olmasına memnuniyetle dedi ki:
“Şimdi şu iki tarafın büklümleri arasına şu incecik altın tellerden birer tek tel saldırır isek büklümler ne büyük güzellik kazanırlar! Bu resimde tepe açık gibi görünüyor ise de biz oraya taç koyacağız. Tacı bir şinyon üstüne koymakta o kadar büyük letafet bulamam. İşte şu sonlara doğru grand düşes saçları üzerine bir taç konulmuş ise de güzelliği olmadığına dikkat buyuruluyor ya? Hem bizim gelinin başına koyacağımız şey tam bir taç da değildir. Âdeta bir diyademdir. O diyademi şu açık görülen tepeye oturtur isek hakikaten güzel olur.”
Bu sözler Fettan Hanım’ın zaten hakkı olduğundan o hakkın tesliminde kimse tereddüt etmedi. Fakat saçları bu Lavallier usulünde kimin tarayacağı soruldu. Fettan epeyce mağrurane bir tavır ile “ben” diye ortaya atılıp gelini oturttular. Tarağı eline alıp mahir bir saççı kadın tavrıyla taramaya başladı. Bir tarayıp bir de resme bakıyordu. Bu bakıma göre, kitabı getirttikleri tam isabet olmuştu. Eğer kitap gözleri önünde açık bulunmasa idi Fettan Hanım belki Lavallier kuaförünü benzetmekte aciz kalırdı. Resim karşısında olarak taradığı baş ise tamamı tamamına bir Lavallier kuaförü oldu, hele gayet incesi seçilmiş bulunan altın tellerin uçları ta saçların köklerine kadar sokulup da saç telleriyle beraber büklümleri teşkil ederek sarktıkları zaman bu kuaför mensubu olan Matmazel Lavallier’in başında da bu kadar güzel olmamış bulunduğuna herkes hükmetti.
Fettan Hanım için işin en gücü saçların taranmasından ibaretti. Saçları tarandıktan sonra diyademi ve diğer elmasları yerleştirmek o kadar güç bir şey değildi. Açık mavi entari giydirildiği zaman limon çiçeklerinin o fidan gibi boyu sarması ve vücudun şurasına burasına kollar atması dahi giydirici hanımları epeyce düşündürdü. Epeyce yordu. Fakat bir saat kadar çalışma ve gayretten sonra gelin tamamıyla giydirilip iş bittiği zaman yapılan işi herkes beğendi. Şu yakınlarda görülen gelinler birer birer hatırlatılarak her birinin baş taranmasında, elbiselerinde ve elbiselerin giydirilmesinde görülmüş olan kusurlar birer birer sayılıp döküldü. Onlarda görülmüş olan kusurların hiçbirisinin Ahdiye’nin gelinlik hâlinde görülmediğine söz birliği ile karar verildi.
Evet! Onlarca bu böyle idi. Yaptıkları işin hiçbir kusuru yoktu. Fakat geliniz de bir de biraz sonra geline bakmaya gelen kadınlara sorunuz. Acaba hiçbirisi beğenecek miydi? Geline bakmaya giden kadınların da bir şeyi beğenebilmesi mümkün müdür ki Ahdiye’yi de beğenebilsinler?
Zavallı Ahdiye aynalı dolabın karşısında kendi kendisini beğeniyordu. Biz dahi görmüş olsak hiç şüpheniz olmasın ki biz de beğenecektik. Uzuna yakın bir boy! Etine dolgun bir vücut! Gür lepiska saçlar, yine bu renkte dolgun kaşlar, iri gök mavisi gözler, gayet düzgün bir burun, bir ağız, bir çene, hele yüzündeki hafif tebessüm çerçevesinin bu asli güzelliğini o kadar arttırır ki bakan gözlerin hayran kalmaması mümkün değildir.
Evet, Ahdiye kendisi dahi gelinlik tuvaletini pek beğendi. O beğenişten mütevellit güzel sevinç tebessümleriyle etrafta bulunan hanımefendilerin ellerinden öperek kendisine gösterilen bir koltuk üzerine oturdu.
Bir yandan gelin çeyizi sergisinin bir kat daha tanzimi ve diğer taraftan gelinin giydirilmesi ve süslenmesi işleri görüldüğü sırada bu hizmetlere iştiraki olmayan hanımlar ise kendi giyinmek işiyle iştigal etmişlerdir. Kadınların giyinmesi! Ne büyük iş! Ne uzun iş! Muradımız itirazdır zannolunmasın.
Kadın giyim ve süslenme için ne kadar ihtimam ederse yeri vardır. Vakıa Şair “Güzel yüzün süsleyiciye ihtiyacı yoktur.” demiş, vakıa erkek nazarında kadının