“Ondan kolay ne var? Kız kızlığını bilmeli, erkek erkekliğini. Size daima söylediğim bu değil midir?.. Teori başkadır, pratik başka.”
İnsan birçok kitap okur. Bu kitapları da insanlar yazmışlardır. İnsanların fikirlerindeki ihtilaf ve tezat onların kitaplarında toplanmıştır. Bu zıt ve farklı düşünceleri zihnimizde toplayıp muhakeme ederek biz de bir fikir ortaya koyarız. O bizim teorimizi, nazariyemizi oluşturur. Ama onu amel ve icra mevkisine koyabilir miyiz? Dünyada hiçbir adam bulamazsınız ki her fikrini icra mevkisine…
“Her zaman sayıkladığınız şeyi bir daha tekrar ile yorulmamanızı rica ederim.”
“Sizin dahi her zaman reddettiğim şeyi tekrar ile yorulmamanızı rica ederim. İnsan hatta bir kız bile birçok şey öğrenmeli. Fakat içinde yaşadığı mevkinin gereklerine davranışlarını uydurmaktan ayrılmamalı. Kız kızlığını bilmeli erkek de erkekliğini!”
“Pek güzel! Ben kızlığımı nasıl istersem öyle bilmekte hürüm. Fakat siz erkekliğinizi niçin bilmiyorsunuz? Neden serbest bir kız yanında miskin bir diğer kız gibi davranıyorsunuz? İşte artık büsbütün açıkça söylüyorum. Yıllardır sizinle münasebetteyiz. Çocukluğumuzdan çıkar çıkmaz arkadaşça bir münasebette bulunduk. Yeni medeniyet hakkındaki incelemeleriniz, araştırmalarınız insanoğlunun… yalnız insanoğlunun değil, hem de insan kızının medeni hukukunu size anlatmış olduğunu gösterdiniz. Ben de muallimeden bu yoldaki incelemelerin neticelerine ve okuduğum Avrupa eserlerinden o neticeleri çıkarmış olan öncüllere doğru zihnimi sevk etmiş bulunduğumdan sizi kafama denk buldum. Apaçık söylüyorum. Sevdim! Ne o? Bir kızın bu cüretini beğenmiyorsunuz ha?”
“Hayır! Buraya kadar beğenmeyecek bir şey yok. Gerçi bizim millî hissimize göre bir kız ‘sevdim’ demeyecek. Yalnız sevildiğini kabul istidadında bulunduğunu gösterecek. Bizim şairane hissimize göre bir kız, gönül yakan bir peridir ki erkek onun perestişkârıdır.8 O bir güzellik ve melahat putudur ki kürsüsü üzerinde fazilet ve vakar ile oturacak ve erkek tarafından onun kürsüsünün tozuna arz ve takdim olunan sevda hediyesini reddetmesiyle kabul etmiş olacak. Bununla beraber gerek kadında gerek erkekte görülen fikrî gelişme, şimdi bu hisleri saflık derecesine indirmeye yüz tutmuştur. Onun için ben de bunları değişmez saymaya lüzum görmüyorum. ‘Sevdim’ demenize ses çıkarmıyorum. Ama bir şart ile! Bu hududun dışına çıkmamak şartıyla.”
“Ha evet. Bundan sonrası beğenilmeyecek. Sevdim. İnsan birini severse eski zaman kızları gibi sevdasını kimselere söylemeye bile cesaret edemeyerek verem olup gitmez ya? Sevdasının zevkini sürmek ister. Hicran ve hasretten yanıp yakılmak miskinliği şu zaman için hayal edilebilecek şeylerden midir?”
“Bunu sormaya ne hacet? O şeylerden olmadığı maddeten sabit olmuş bulunalı âdeta eskidi bile. Şimdi kızların elleri kalem tutuyor. Yanmayı, yakılmayı bırakınız; gönülleri hangi delikanlıya ısınırsa onunla yazışıyorlar. Fotoğraf alış verişinden başlayarak cüretlerine, fırsatlarına göre görüşüyorlar da.”
“İşte biz dahi bu serbestlikten istifade ediyoruz. Bakınız görüşüp konuşuyoruz.”
“Kardeş gibi! Değil mi?”
“Öyle ya!..”
“Hayır, hiç de öyle değil! Birbirini seven bir kızla bir delikanlı, kardeş gibi sevişmek eblehçe gayretinde bulunurlarsa Âşık Kerem, Şah İsmail zamanlarındaki kızlara, oğlanlara bile benzememiş olurlar.”
“Önceleri diyordunuz ki: Kadın ve erkek medeni hikmet nazarında eşit olduklarından bir kadın ile erkeğin hiç olmazsa iki erkek gibi serbestçe dostluk münasebetinde bulunmaları neden yasak olsun.”
“Evet, hiç olmazsa! Bu ‘hiç olmazsa’ kadarını bazı pek nadirlerimiz güçlükle hasıl etmiş oldukları gibi biz de hasıl edebildik. Buna teşekkür ederim. Fakat düşünmeli ki ikimiz aynı cinsten değiliz. Erkek cinsinin aşırı muhabbeti ile kadın cinsinin aşırı muhabbeti kardeşlikten başka bir şeydir. Bu tabiidir. Tabii olan bir şey inkâr edilebilir mi, reddolunabilir mi?”
“…”
“Sükût ha! Siz her zaman böyle yaparsınız. Teorilerinize hiç diyeceğim yoktur. Fakat iş pratik cihetine geldi mi ve bir de delil ve kanıtınız tükenince böyle mağlupça sükûta sığınırsınız.”
“Mağlupça sükût değil! Fikirlerinizi ret için söylenecek sözler içinde sizi incitecek gibileri bulunur da incinirsiniz diye! Her milletin dinî ve dünyevi kanunlarından oluşan bir medeniyet usulü vardır. Sizin ve emsalinizin o nazariyeleri medeni usul ile uyuşmaz ise size uyarak o usul ve kanunları ayaklar altına mı alalım?”
“Hangi medeniyetin kanunları? Kaynağı Hindistan’a kadar varan ve yedi sekiz bin senelik Brahmanizm medeniyetinin kanunları mı? Gözlerinizi yalnız Doğu’ya dikip oradan ayıramayacağınıza biraz da Batı’ya çevirseniz ya? Avrupa ve Amerika’nın yeni medeniyeti ‘medeniyet’ değil midir? Her tarafta kadınların hakları davasıyla ayaklanılmıyor mu? ‘Kadın’ deyince kızlar dâhil değil midirler? Acayip! Bu ne kadar haksızlık? Bir beyefendi evlenecek. Görücüler gelir. Cariye alacaklarmış gibi kızı uzun uzadıya incelerler. Beğenip beğenmemek aşağılayıcı hakkı bunlarda. İlk incelemede beğenirler ise ikinci incelemede nefesini koklarlar. Gece horlayıp horlamadığını araştırırlar. Bilmem ne, bilmem ne? Sonra da utanmadan çeyizini sorarlar. Babasının servetini sorarlar. Bunlar ne? O biçare kız, varacağı herifi rüyasında bile görmez. ‘Pek alafranga’ diye bazı daha çürük akıllıların ayıplamalarına rağmen damat beyin bir fotoğrafı gösterilirse o!.. Yeni moda, alafranga bir iş olur. Her ciheti kız için bir güne hakaretten ibaret olan düğün yapılır. Sonra kızcağızın dirliği düzenliği kocasının ağzından çıkacak iki kelimeye bağlı kalır: ‘Boş ol!’ Nuri Bey, hâlâ bu fikirde misiniz? Hâlâ bunu medeniyet diye kabul ve tasdik edecek fikirlerde misiniz?”
“Aman Ceylan Hanım beni korkutuyorsunuz. Çocukça bir heyecanla ‘Avrupa ve Amerika’nın yeni medeniyeti’ diye bir meseleden çıkarımlarda bulunmaya kadar varıyorsunuz ki o yeni medeniyetin mensubu olanlar Avrupa ve Amerika’da bile hâlâ nadirdir. Kadından, erkekten on binde birisi bile o yeni medeniyeti kabul etmiyor. İstanbul’da sizin nazariyelerinize katılanlar nasıl ki nadir iseler Avrupa ve Amerika’da dahi öyledir. Hem onların usul ve görgüleri bize asla kıyas olunamaz iken, hatta birçok derecelere kadar kadınların özgürlüğü onlar için zaruri bir ihtiyaç demek iken bile o tayfanın o derece çoğunluğu teşkil edebilmesine en azından bir asır zaman ister. Bu yüzden siz çocukçasına taşkınlığınızla hakikaten beni korkutuyorsunuz.”
“Tamam! İşte gönlünüz bu teorilerde benimle beraber olduğu hâlde pratik cihetine gelince böyle yakanızı korkuya kaptırıverdiğiniz için dedim ki: Adam adam içinde bir adamsınız. Bir muammasınız.”
Şu konuşmanın kimler arasında geçtiğini anladınız mı? Birisi biçare Dilşinas’ın damadı ve zavallı Ahdiye’nin nikâhlısı Nurullah Bey ile “Ceylan” isminde olduğu yine kendi sözlerinden anlaşılan bir hanım kız; gayet Frenk meşrepli bir şey olduğundan “Abdullah” ve “Seyfettin” gibi terkip edilmiş isimleri sevmediği cihetle yalnız “Nuri”
demekle yetinir. Hatta bir kere Nurullah ile bunun için bir tartışmaya girişmişti.
Nurullah: “Canım Frenklerde dahi ‘Dieau donne’ ve ‘Dieau la foi’ gibi terkip edilmiş isimler yok mu?”
“Var ama şimdi bu isimler Frenkler nezdinde de şık sayılmıyorlar.” diye mukabelede bulunmuştu. Bu kesim kızlar ve kadınlar hatta erkekler nezdinde en büyük kanun “şıklık” değil mi ya? Şık olan her şey makbul,