Yazdığı mektubun tercüme edilmiş hâli şudur:
Aziz ve Muhterem Hanım,
Ziyafet gecesi gördüğüm ızdıraplı hâliniz, yüreğime o kadar tesir etti ki derdinizin dermanı kanım olacağını bilsem esirgememek mecburiyeti altına girdim. Sizin için şimdilik şu hâlde iki şık arz edebilmekteyim. Birisi sizin buradaki ayrı bir evde rahat rahat yaşamanızı sağlayacak olan parayı takdim etmek ve ikincisi, burada olursa gemimi ve başka yerlerde de kendime mahsus olacak evleri tek başınıza sizin istirahatinize teslim etmektir. Bu iki suretten hangisi tercih buyrulursa onu kabul etmekte veya hatırınıza başka bir çare geliyorsa onu da bildirmekte serbestsiniz. Bana yazacak mektubuz olursa Monsieur Fouillier’ya gönderebilirseniz benim elime de geçer.
Hasan bu mektubu yazıp üzerini mühürledikten sonra gemi memurlarından birisine verdi ve karada bir postacı bulup onunla vali konağına göndermesini tembihledi.
Mektup gittikten sonra Hasan bir müddet Madam İlia’nın iki suretten hangisini kabul edeceğini düşünüp kâh kendi memleketinden bir evde refahla yaşamayı ve kâh mutlaka kocasıyla kavuşmak nimetini tercih edeceği hususlarını hükmeder idiyse böyle ikisi birbirine ters düşen hükümlerden hiçbir netice çıkaramazdı.
Gündüzki memur dönerek emri üzere mektubu postacıya teslim ettiğini bildirdi. Hasan o gün akşama kadar cevap bekleyip bir cevap alamayınca gece dahi hem kendi derdini hem Madam İlia’nın hâlini mülahaza ile vakit geçirmeye başladı.
Madam İlia hakkında edeceği hizmet Hasan için yalnız iftiharı gerektirmeyip teselliyi de gerektirirdi. Zira bir bela girdabına düşüp de başkasının yardımına muhtaç olan insan, bir kimsenin yardımına kendisi yetiştiği zaman, kendisinin dahi yardımına bir kimsenin yetişebileceği hakkındaki ümidine kuvvet vererek pek ziyadesiyle teselli bulur ki işin bu ciheti, (Allah saadetlerini arttırsın.) âlemde felaketi görmeyenlere meçhul ise de (Allah felaketlerini defetsin.) felakete düşenlere pek malumdur.
Ertesi sabah dahi Madam İlia tarafından bir eser görülmedi. Hasan öğle vaktine kadar bekledi, yine eser yok. Artık canı sıkıldığı için “Bari şehri gezmeye gideyim.” diye bir sandala binerek sahile doğru avara ettirmişti.32 Yolda bir sandala rast geldi. Dikkat etti, baktı ki Madam İlia, yanında bir de uşak olduğu hâlde geliyor. Hasan derhâl alabanda etti ve bu manevrada kendi sandalı Madam İlia’nın binmiş olduğu sandala yaklaşarak ikisi birbirini görüp selamlaştıktan sonra beraberce gemiye vardılar.
Hava yaz olup ortalığı da sıcak basmış olduğundan kamaraya inmediler. Kıç üzerindeki kanepeler üzerine oturup hoştan beşten sonra söze başladılar.
Madam İlia: “Bugün epeyce bir sıkıntı oldu da efendim, biraz hava almaya lüzum gördüm. Nereye gideyim? Deniz hâli daha başkadır diye sizi rahatsız ettim.”
Hasan: “Estağfurullah efendim, memnun ettiniz.”
Madam: “Hatta görümceme de ‘Birlikte gidelim de gezelim.’ dedim ama böyle iki kadının bir gemiyi gezmeye gitmesini iffet kaidesine uygun görmedi!”
Hasan: (tebessümle) “Demek oluyor ki iffet hususunda taassubu biraz ziyadece imiş!”
Kadıncağız bu lakırtıları o kadar gönül rahatlığı ile söylüyordu ki Hasan kendi mektubu varamamış olması gibi bazı zanlara bile düştü. Meğer zavallı kadın derde artık alışmış olduğundan istediği zaman derin derdinden renk vermemek talimini dahi etmişmiş!
Hasan: (yavaşça) Dün size bir mektup takdim etmiştim. Acaba ulaşmadı mı?”
Madam: “Geldi efendim. Cevabı olarak da ben kendim geldim.”
Hasan: “Ya sizin buraya geldiğinizi onlar biliyorlarmış!”
Madam: “Biliyorlarsa ne olur? Fransa bu kadar hürriyet davasında iken bir kadın istediği yere gezmeye gidemez miymiş?”
Hasan: “Öyleyse…”
Madam: “Evet, öyledir. Hatta aleyhine verilmiş hükümden dolayı buraya gelemeyen kocamın yanına kendim gitmekte de serbestim.”
Hasan: “Öyleyse refakatinizle müşerref olacağım demek.”
Madam: “Kocamı buluncaya kadar en küçük hizmetlerinizde bulunmayı bile kendime şeref addedeceğim.”
Hasan: “Estağfurullah efendim. Ben zaten bu dünyada kimsesiz bir adamım. Kimsesiz kalmışım. Felek sizi kimsesiz bıraktığı gibi, beni de bırakmış. Ben de sizin gibi kaybolan bir kaybı aramaktayım. Dertlerimiz bir dert olduğundan birbirimizin derdine ortak olarak dermanımızı dahi birlikte arayabiliriz.”
Hasan Mellah böyle bir girişle söze başlayıp kendisinin ne maksatla deniz üzerinde gezip durduğunu kısaca anlattıysa da yalnız cananını kimin kapmış olduğunu belirtmeyerek Pavlos’u “bir rakip’ diye yâd ederdi. Madam İlia ise Hasan’ın macerasına hem üzüldü hem de felaket yolunda böyle kuvvetli bir arkadaşa rast geldiği için memnun oldu. Hasan ise kadının derdinin, kendisinin derdi kadar güç bir şey olmadığını ve onun daha evvel ve daha kolay emeline kavuşacağını temin ediyordu.
Kısacası, Madam İlia kaçak suretinde değil, belki aleni olarak Hasan Mellah’a refakat etmeyi kararlaştırdı. Şu kadar var ki bu gidiş aleni olmakla beraber, kimseye ondan malumat vermek de hiçbir fayda getirmeyeceği için durumu ilan etmenin de lazım olmadığını zikrettiler. Hareket günü olarak ertesi sabahı kararlaştırıp Madam İlia’nın eşya filan almasının dahi gerekmeyeceği söylenmiş ve hâlbuki biçarenin tasarrufuna itimat edeceği hiçbir şeyi bulunmamış olduğundan ertesi sabah erkence iskele başında birleşmek üzere o gün birbirlerinden ayrıldılar.
Madam İlia döndükten sonra Hasan dahi karaya çıkıp Monsieur Fouillier’ya gönderdiği bir pusuladaki eşyayı ona satın aldırdığı sırada, kendisi de liman reisi bulunan miralay ile görüşmüş ve gemisi için (bin talerin daha hediyesi mukabilinde) bir Fransız pasaportu çıkarıp gemiye döndü. Geminin kumanyasının zaten limana girildiği günün ertesi günü düzülmesi kaideden olduğu için Hasan’ın “Hazır mıyız?” sualine kaptanlar “Hazırız!” cevabını verdiler.
O gece Monsieur Fouillier gemiye gelip gece yarısından sonraya kadar bazı hesaplar ve müzakereler ile Hasan’ı meşgul etti. Fouillier gittikten sonra, Hasan oturduğu kanepe üzerinde biraz uyku kestirmek için uzanıp kalmıştı. Ancak uyandırmak için kendisini birisi dürtüp de gözünü açtığı zaman, dürten adamın ikinci kaptan olduğunu ve Madam İlia’nın dahi kamara kapısında bulunduğunu görerek kalktı.
Artık sabah olmuş ve güneş bile çıkmıştı. Hasan’ın ilk lakırtısı “Levalankara!” oldu ki demir alınması kumandası demektir. Madam İlia büyük bir nezaketle “Sizi rahatsız ettiler, uyumalıydınız.” deyince ve Hasan dahi “Gemici kısmı daha ziyade uyumaz.” yollu mukabele edince yukarıda tayfaların yola çıkış hakkında tertip edilmiş bulunan gemici şarkısını çağırarak gıldır gıldır