Cananı, Pavlos gibi babadan kalma bir düşmanın elinde bulunan Hasan Mellah gibi gayretli bir âşık için kendi cananını aramaktan vazgeçip de bu biçare kadının işine bakmayı göze aldırmanın ne büyük bir fedakârlık olduğu malumdur. Bu fedakârlığı göze aldırılmasını gerektiren üzüntünün, ne kadar büyük bir üzüntü olduğu da şu mülahaza ile daha açık bir şekilde meydana çıkar:
O gece ziyafette, yemekten sonra birkaç saat devam eden sohbet zamanının çoğunu Hasan, yenge hanımın durumu üzerinde düşünmesinin neticesi olan düşüncelerle geçirip oradakilerin yavan konuşmalarına kulak misafiri bile olmamıştı.
Nihayet gece yarısına bir saat kala, yani mevsim yaz olduğu için saat üç buçuk sıralarında cemiyet dağılıp Hasan da arkadaşı bulunan birinci kaptanla beraber gemisine gelmiş idiyse de Cuzella için meşgul bulunan zihni, bir de yenge biçaresi için meşgul kalmakla, ta sabaha kadar gözlerine uyku girmemiş olduğuna şüphe edilmemelidir.
Üçüncü Bölüm
Hasan Mellah, Ajaccio Limanı’nda o güne kadar geçirmiş olduğu zamanı, zincire vurulmuş bir aslanın tahammülsüzlüğü gibi bir tahammülsüzlükle geçirmiş idiyse de Ajaccio valisinin ailesi gibi saadetli hâlleri namusları pahasına kazanılmış olan bir aile içinde, tam bir iffet ve masumiyetiyle beraber, namusu uğrunda baba, anne ve bir kız kardeşini kurban etmiş olan kocasına duyduğu mukaddes sevgiyi dahi muhafazaya çalışmakta bulunan yengenin acıklı hâli yüreğine ziyadesiyle tesir ederek o güne kadar “Ah! Bir gün evvel şuradan demir alıp Cuzella’nın arkasına düşseydim!” demekte iken bir gün sonra “Cuzella şimdiye kadar varacağı yere varmıştır. Artık onu ustalıkla ve yavaş yavaş aramalıdır ve bu arama işinin içine yengenin kocasını dahi katmalıdır.” demeye başlamıştı.
Davet akşamının ertesi günü Hasan bir vesile bulup vali konağına giderek yenge hanımı bir daha görmeyi arzu etti. Ancak hiçbir vesile bulamadığı gibi vesilesiz gitmeyi de yakışık aldıramadığından kendi kumpanyasının acentelik işini gören Tüccar Fouillier ile bir küçük bono değişikliği meselesini bahane ederek kalktı, onun yanına gitti.
Hasan Mellah, Fouillier’nın ticarethanesine gitmişti. Kendini orada bulamayıp evinde olduğunu haber alınca daha ziyade memnun olup ticarethaneden yanına bir adam alarak evine gitti. Fouillier’nın, Hasan’ı büyük bir saygıyla karşılayacağı açıktır. Aldı, güzelce bir salona götürdü. Bir tacirin misafire ne kadar ikram edebilmesi mümkün ise etti. Hatta bu ikramında Fouillier telaş bile gösterip kâh büfeye kâh dışarıya gidip gelerek tatlı ve şerbet ikramlarına emir veriyordu. Nihayet Hasan, tam bono meselesini açacak iken salonun yan tarafında bulunan bir kapı açıldı, Madam Fouillier da içeriye girdi.
Madam Fouillier’nın gelişi, bu işini geciktirdiği cihetle Hasan’ı memnun etmemiştir zannedersiniz. Bilakis Hasan Fouillier ile görüşmekten ziyade Madam Fouillier ile görüşmek hevesindeydi. Kadını görünce ayağa kalkarak gayet terbiyelice saygılarda bulundu. Gerek Madam Fouillier ve gerek kocası tarafından “Bendehaneniz değerli ayak basışınızla müşerref olduğuna nasıl teşekkür edeceğimizi bilemeyiz.” mealinde söylenen sözlere pek mütevazıca mukabeleler gösterdi.
Giderek lafı dün akşamki ziyafete getirdiler. Hasan zaten öyle resmî yerlerde, tüccar bir adamın canının sıkılacağı gibi vali karısının pek serbestçe ve laubalice meşrebi, o yolda ömür sürmeye alışmamış olanlar için lezzetsiz olduğundan dem vurunca ilk önce kendisini Madam Fouillier tasdik etti.
Madam Fouillier: “Onların içinde insanın utanmadan selam verebileceği yalnız bir Madam İlia vardır.”
Hasan: “Madam İlia kimdir efendim?”
Madam: “İşte o yenge hanım.”
Hasan: “Evet, bendeniz de öyle gördüm. Pek dertli bir kadına benziyor.”
Madam: “Biçare kadıncağız dertlilerin dertlisi…”
Mösyö: “Ya ne kadar da iffet ehli bir kadındır. Doğrusu ya, dün gece bile valinin ve başkâtibin madamları ne hâlde idiler, o ne hâlde idi. Sizin gibi ilk defa görüştükleri bir misafir yanında nasıl davranmaları lazım geleceğini kıyas edebilirsiniz.”
Hasan: “İşte ben de onun için sıkıldım. Hele Madam İlia’ya yüreğim de acıdı. Zannıma kalırsa kadıncağızın konak içinde o kadar itibarı da olmamalı.”
Madam: “Ne gezer? Bir besleme daha itibarlıdır. Evet, daha itibarlıdır. Zira beslemeleri de kendileriyle kafa dengidir. Biz oraya gitmezdik ya… Fakat zatınız davetli olduğu için münasebet düştü de gittik.”
Hasan: “Öyleyse zavallı kadıncağız, bari bir tarafa çekilse de kendi âleminde yaşasa…”
Mösyö: “Ne ile yaşasa?”
Hasan: “Nasıl ne ile?”
Mösyö: “Öyle ya… Elinde avucunda ne var ki? Bu aile, zaten servetini kaybetmiş fakir bir aile idi. Günahı söyleyenlerin boynuna kalsın, nasılsa insanın yüzü kızaracağı bir fedakârlık mukabilinde bu rütbeye nail oldular. Yalnız Monsieur İlia maddi saadeti, namus gibi bir manevi saadete tercih edemedikten başka nihayet katil olarak bir de idam hükmünü giydi, gitti.”
Hasan: “Evet, dün gece Madam İlia işin bu gizli cihetini biraz çıtlatmıştı.”
Madam: “Ben de anlamıştım. Valinin zevcesi bırakmadı ki kadıncağız bütün derdini döksün. Çünkü Madam İlia her kim olursa olsun derdini dökmekle biraz ferah bulur. Hele sizin gibi derde derman olmaya kudreti bulunan bir zat olursa…”
Hasan: “Estağfurullah efendim. Benim elimden gelebilecek şey, gezdiğim, yürüdüğüm yerlerde şayet kocasına rast gelirsem karısının hâlini tavsiye ederek ikisini birleştirmeye çalışmaktan ibarettir.”
Madam: “Bundan daha büyük hizmet olur mu?”
Mösyö: “Vallahi efendim, bu kadın merhamete değerdir. Bunun hakkında ne iyilik etmiş olsanız karşılığını görürsünüz. Bakınız, ben size bunun hâlini daha bir başka suretle anlatayım. Madam İlia, şimdi Korsika valisinin yengesi değildir. Eğer ben kendisini burada beslemeliğe davet edecek olsam, gelir bana besleme olur.”
Hasan: “Acayip! Bu kadar kederlidir ha?”
Madam: “Daha ziyade bile kederlidir. Ay efendim, bir kere mülahaza buyurunuz ki siz bir gece evlerinde misafir olmakla rahat edemediniz. Eğer serbest-meşrep bir adam olsanız pek rahat ederdiniz. Sizi rahatsız eden şey iffetli hâliniz idi. Ya iffetli bir kadın, ya fakir bir kadın orada nasıl sığınabilir?”
Hasan: “Hakkınız var efendim, hakkınız var. Lakin dünyada bu kadar bedbaht insan bulunacağını ümit etmezdim de…”
Madam: “İşte şimdi ümit etmek değil, emin olabilirsiniz…”
Hasan: “Vah vah vah!..”
Dertli Hasan Mellah, şu ah vahları o kadar üzüntülü olarak çekmişti ki Monsieur Fouillier’nın zevcesine ettiği bir işaret üzerine kadın sözü değiştirmeye lüzum görerek derhâl Korsika Adası’nın letafetinden filanından bahis açmıştı. Hasan, kadının o yoldaki bahislerini dahi lezzetle dinledi. Zira yukarıda bir yerde dahi denildiği üzere, Madam Fouillier hem pek güzel hem de pek ağırbaşlı, vakur bir kadın olduğundan bu kısım