Bizim Doktor Gribling işte bu ikinci sınıf tabiplerdendir ki tüm fennî ilimlerde gayet şanlı bir surette kendisini ispatladıktan sonra tıp ilmine ve onlar dışında fizik ve kimya fenlerinde de ihtisasını arttırarak onların da ikisinden olmak üzere “Galvanoplasti” sanatına tümüyle takılmış kalmıştır.
Hayır, hayır! Galvanoplastiye “takılmış” amma “kalmamış”tır. Aksin bu sanatı kendi bulduğu dereceden pek çok ileriye götürmüştür.
Okuyucularımızdan hepsi galvanoplasti sanatını bilemezler ya! Zaten bu sanat bizim için en yeni ilimlerdendir. Gerçi Türk’ten, Rum’dan, Ermeni’den üç beş sanatkârımız bu sanatı icra ediyorlar. Fakat bizde pek çok sanatkâr vardır ki icra ettikleri sanatın ve fennin hangi esas üzerine kurulduğunu bilmezler. Ama bu adamları ayıplamayınız. Onlara karşılık bizde pek çok fen erbabı da vardır ki tahsil ettikleri fenlerin, sanayinin hangi şubelerine ne suretle yardım edebilecekleri konusundan habersizdirler. Hemen hiddetlenip kızmayalım. Biz bu konularda yeniyiz, yeni! Elbette bizde de öyle bir zaman gelir ki fenlerin sanayiye tatbiki ve sanayinin fenlerden istifadesi konuları düşünülerek ikisi arasındaki münasebet de araştırmalara konu olur.
Bizim Doktor Gribling’in hususi olarak yoğunlaştığı galvanoplasti sanatının neden ibaret olduğunu anlatmak için geniş fenni konulara da girişmeden okuyucularımıza şöyle sadece bir anlatıverelim:
Yaldız yok mu, yaldız? Malum ya! Gümüşten bir şey üzerine belli belirsiz altın sürerek yaldızlarlar. Eski tabirlere göre saman yaldızı bile varmış ki altından fark olunmazmış. Fakat biz maksadımızı güzelce anlatabilmek için okuyucularımıza altın yaldızını tasavvura almalarını tavsiye ederiz.
Gümüşten bir şey üzerine bir parça altın sürülür ise ona “altın yaldızı” diyeceğiz değil mi? Ya tombaktan bir şey üzerine bir parça gümüş sürülür ise ne diyeceğiz? Şüphe yok ki “gümüş yaldızı” diyeceğiz. Hatta Kristofil isminde bir sanatkârın çoğunlukla çatal bıçak gibi sofra takımları üzerine böyle bir parça gümüş sürmek yolunda kazandığı şöhret kendisine milyonlar kazandırmıştır.
Ya bir parça demir üzerine azıcık bakır sürecek olsak ona ne diyeceğiz? “Bakır yaldızı” değil mi? Bizce altın, gümüş, bakır en meşhur madenden olduğu için böyle altın yaldızı, gümüş yaldızı, bakır yaldızı deriz de herkes de bunların ne olduklarını anlar. Madencilik fen ve sanatının gelişiminden sonra daha birtakım yeni madenler de keşfedilmiştir. Kısacası “nikel” denilen bir beyaz maden daha keşfedilmiştir ki katılığı ve ağırlığı gümüşten aşağı olduğu hâlde beyazlığı, parlaklığı gümüşe üstün değilse de ondan pek de aşağı değildir ve bu maden de altın, gümüş, bakır gibi kendisinden aşağı olan şeyler üzerine yaldız olarak vurulmaktadır.
Yaldızcılığın öteden beri bildiğimiz adisine “yaldızcılık” derler. Hâlbuki madenlerden gümüş, nikel ve bakırın eritilmesinden ve elektrik ısısı da verildikten sonra bazı cisimlerin üzerinin kaplanmasına “galvanoplasti” derler. Bu sanat bir elektrik bataryasının tellerinin bir sandıktan ibaret havuza konulmasından ve elektrik pillerinin bu havuza verdikleri enerjinin bakır, nikel ve gümüş gibi madenlerin o havuz içine bırakılacak cisimler üzerine yapışmasından ibarettir.
Fizik, yani fen bilimin hiç vâkıf olmayanların ve hatta kadınların bile anlayabilecekleri veçhile galvanoplasti sanatını bir de şu surette tarif edelim ki önünüzde bir sandık vardır. İçi su dolu. Bu sandığa iki telin iki ucu uzatılmıştır. Bu suyun içine faraza bir ağaç kaşık bırakmış olsanız, bir zaman sonra o kaşığın bakır yahut nikel veyahut gümüşten yapılmışçasına mahiyetinin değişmiş olduğunu görürsünüz.
Şimdi galvanoplastiyi anladınız ya! Eğer iyi anlamış iseniz Doktor Gribling’in bu sanata merak sardırmasındaki hikmeti dahi anlamış olursunuz. Yine anlamadınızsa biz anlatalım. Bu gariplik az bir gariplik midir ki galvanoplasti havuzuna her neyi koyarsanız o havuza vermiş olduğunuz karışım gereğince yerine göre bakır, nikel, gümüş ve hatta altın gibi madenlere dönüşsün. Mesela Beyoğlu’ndan gelirken Voltaire’in alçıdan dökülmüş bir heykelini otuz paraya satın aldınız. Artık otuz paralık bir alçı parçasını konsolunuzun üzerine koyamazsınız ya! Eğer galvanoplasti malzemeniz varsa veyahut sizde olmadığı hâlde dostlarınızın birisinde bulunuyorsa o heykeli o havuza atarsınız, bir zaman sonra ya bakırdan, ya nikelden, ya gümüşten veyahut da altından yapılmış olmak üzere çıkarırsınız.
İş bir yaldızdan ibaret değil mi? Kırk on paraya olur gider vesselam!
Hayır! Öyle “kırk on paraya olur gider” diye hükmedemeyiz. Zira “yaldız” deyince pek kuru bir yaldız anlaşılıyor, değil mi? Hâlbuki galvanoplasti hiç hükmünde olan bir incelikten, elinizde istediğiniz kadar kalınlığa varabilecek bir yaldızdır. İsterseniz bir kahve kaşığını yaldızlaya yaldızlaya büyülte büyülte bir yemek kaşığından ziyade büyültebilirseniz. Ancak yaldızın kalınlığı belli bir ölçü içinde artmayıp da sizin kahve kaşığı yemek kaşığına dönüşeceği yerde küskütük bir şey olursa biz ona da karışamayız.
Bizim Doktor Gribling galvanoplasti sanatını öyle bir derecede bulmuştu ki havuza atılan bir cisim, pek çok vakit havuzda kaldıktan sonra istenen madeni pek yavaş almaya başlardı. Hâlbuki Amerikalı bir doktorun bir anlık elektrik kuvvetinin kâinatı dolaşıp gittiğini gördükten sonra, şu galvanoplasti havuzuna atılan madenlerin yaldızlanma hızını arttırmak için epeyce bir zamana muhtaç olması derecesindeki nispetsizliği kabul edebilmesi mümkün müdür?
Doktor Gribling arzu ediyordu ki herhangi bir cismi galvanoplasti havuzuna sokar sokmaz istenen maden ile derhâl kalaylanmak! Affedersiniz. “Kalaylanmak” deniliyor amma vurulacak yaldız kalay olursa… Dolayısıyla sözümüzü değiştirelim:
Doktor Gribling arzu ediyordu ki herhangi bir cismi galvanoplasti havuzuna sokar sokmaz istenen maden ile derhâl yaldızlanması mümkün olsun. Hem de yalnız hayal gibi rüzgâr gibi… Bir yaldız değil; arzu olunduğu kadar sağlam bir yaldız mümkün olsun.
Doktor Gribling’in bu arzusunun derecesini okuyucularımıza hakkıyla pekiştirmek için diyeceğiz ki eski zaman usulünde bir mumcu yağ havuzuna fitili daldırıp çıkardığı anda nasıl ki fitil üzerinde yağ donup kalıyor idiyse, galvanoplasti havuzuna da bir cisim daldırılır daldırılmaz istenen maden onun üzerinde donsun kalsın. Hayıf ki eski zamanlar geçti! Şimdi hasta olanlar ilaç için mum yağı aradıkları zaman bakkal dükkânlarında pek güç buluyorlar. Biraz daha ilerleyecek olursak, yani ispermeçet2 mumları biraz daha ilerleyecek olursa mum yağını bakkal dükkânlarında değil, eczacılarda aramak lazım gelecek. Fakat zamanın terakkisine bakınız ki her şey, kendisinden daha büyük bir şeye dönüştüğü gibi ispermeçetler dahi kırmızı kö… Pardon! Varna vesaire mumlarını yok ettikleri gibi kendileri de Amerikan petrol gazlarına mağlup oluyorlar. Amma acele etmeyelim, dünya bu ya! Galibiyet Amerika petrollerinde de kalmayıp şimdi de Batum iskelesinden Rusların çıkardıkları Bakü petrolleri Amerika petrollerini mahvetme derecelerine getirdi.
Sadedin biraz dışına çıktık ama sözü uzatmadık, değil mi? Doktor Gribling’in galvanoplastiyi nasıl hızlandırmak istediğini mumcuların fitil bandırıp mum çıkarmasıyla anlatmak istediğimiz hâlde bunun da okuyucularımızdan ekserisinin bilemeyecekleri kadar eski bir şey hükmünde kaldığı için sözü asıl mevzudan biraz dışarıya çıkardık. Tam mevzumuz dâhilinde söz söylemiş