Yani Amerika’yı tanımak için o kadar geniş ve kısa kitaplar okumalıdır ki bunun ne yaman bir yorgunluk olacağını düşününce hikâyemizden de onun fennî olan yönünden de her şeyden vazgeçerek, “Amerika’nın da Allah belasını versin, fennî olan hikâyesinin de!” diye elinizdeki kitabı kaldırıp bir tarafa atıverirsiniz.
Öyle ama Amerika’yı tanımadığınız hâlde bu hikâyenin letafetini bulmak nasıl mümkün olabilir? Dolayısıyla sizin canınızı sıkmaksızın ve hatta eğlendirilmenizde dahi kusur edilmeksizin size Amerika’yı kısaca ve kolayca tanıtmaya biz mecbur oluyoruz.
Amerika’nın genel ahvalini tasvir eden yazarlar arasında bazılarını gördük ki zikredilen kıtanın Birleşik Hükûmet denilen kısmını umumi bir tımarhane suretinde tasvir etmişlerdir. İlk anda bunların şu tasvirlerinin doğru olduğuna hemen insanın hiç şüphe edemeyeceği gelir. Zira Amerikalılarda ifrata da tefrite de kaçmak umumi bir hâl almıştır.
Mesela Avrupalıların güya namuslara sürülen lekeleri kan ile temizlemek için düello usulünü kabul etmiş oldukları zaten bir cinnet eseri olmak üzere hükmedilip durmakta iken, Amerikalılar bu işte bir kat daha ileriye giderek birbirini öldürecek olan iki adam kılıç, kurşun filan gibi adi ölümler ile ölmeyi kabul edemeyerek işi adilikten kurtaralım derken deli divanelik derecesine vardırmışlardır. Bir gazetede bunlardan ikisini görmüş idik ki birisi zehirli ve diğeri zehirsiz olmak üzere tarafsız şahitler tarafından hazırlanan şerbetleri içirmişler ve hangi adamın kısmetinde ölmek varsa şahitler onun cenazesini kaldırmışlardır. Fakat burada düşünecek bir şey vardır. O da şerbetlerden hangisi zehirli ve hangisi zehirsiz olduğunu, onu hazırlayanların bile fark edemeyecekleri surette aynı kadehlere konularak, kadehlerin yerleri de diğer bir tarafsız adam vasıtasıyla değiştirilmiş olması durumudur. Ölecek olan adamlardan birisi kendi taraftarı olup da ve şayet bir taraftar “Filanca kadehi alma, zehir ondadır. Filancayı al!” tarzında bir işaret ederse? Bu hâlde zehirli ve zehirsiz kadehlerin ikisini de içen adamların ikisi de zehirlenmiş olduklarına kanaat edeceklerdir. Zehrin ilk tesiri görülünceye kadar ölmekten gelen üzüntü ikisinde de görülecektir. Demek oluyor ki iki divaneden birisi hakikaten geberip gidecek ise de diğeri dahi “Aman, acaba zehirli kadeh bana mı denk geldi? Şuramda bir sancı peyda oldu!” gibi endişeler ile haylice kıvranıp yatacaktır.
Yine düelloya karar vermiş olan diğer bir çift divane de bir kura çekimiyle “ölüm” kelimesi kime isabet ederse o adamın kendi kendisini öldürmesine karar vermişler ve icabını icra dahi etmişler ki Çin’de idama mahkûm olanları asacak veya kesecek cellat bulunamadığından mahkûmların kendi kendilerini idama mecbur etmelerini Avrupalılar bir vahşet eseri veya cinnet işareti olmak üzere değerlendirerek hükmettikleri hâlde Amerikalıların hareketleri elbette Eflatunları bile gıptaya düşürecek derecelerde daha akıllıca hükmünde görülmelidir(!)…
Bunlar da ne ise ne! Düello edecek adamların birer tren lokomotiflerine binip yol üzerinde karşı karşıya çarpışma ile lokomotifleri de kendilerini de tuz buz ettikleri veyahut ikisi birden denize atlayarak hangisi hangisini boğar ise galip sayıldığı veyahut her ikisi birer balona binerek çaylaklar gibi gökyüzünde çarpışıp birbirlerini aşağıya attıkları gibi şeyler hep gazetelerde görülmüş ve kitaplarda da okunmuş birer mecnunca hareketlerdir.
İşte Amerika’nın düelloları böyle Avrupa’ya benzemez bir hâlde olduğu gibi hiçbir hâli dahi Avrupa’ya benzemediğinden şu düello meselesini Amerika’nın ahvalini kıyaslamak için bir mizan addedebiliriz.
Ölmek meselesi böyle olduğu gibi bir de yaşamak meselesine nazarımızı çevirelim:
“Yaşamak” denildiği zaman hatıra gelen en hâkimane manası insanın evlenip ailece bir arada yaşaması değil midir? Bunun için de insan evliliğe karar verdiğinde kendi gönlünce güzel sayılan bir kadını ya nikâh ile veya Avrupa’da olduğu üzere belediye dairesinin nikâhıyla veyahut metres suretiyle alır ve zevkine bakar değil mi? Hah! İşte Amerika’da bu da yaşamanın en basiti sayılır. Özellikle çirkin karı arayan budalaları Amerika’da bulursunuz. Kendisi otuz yaşında olduğu hâlde seksen yaşında bir kadın ile evlenen mecnunları orada bulursunuz. Beyaz kadınları beğenmeyerek, zenciler ve vahşiyeler ile evlenenleri orada görürsünüz. Hristiyanlık bir kadından başkasına ruhsat veremez iken birçok kadın alanları orada görürsünüz. Hatta erkeklik gayretiyle dişisini kıskanmak köpeklerde bile görüldüğü hâlde dişisini kıskanmamakla iftihar eden ve bu iftiharıyla lezzet alan birçok adamı da orada bulursunuz.
Bunların herhangi birine akıllıca hareket diye hüküm verebilir misiniz?
Bugün Avrupa’da dinin hikmetlerine riayet edenler Hristiyanlığın günden güne farklı mezheplere bölündüğünü ve azaldığını ve ona bedel dinsizliğin arttığını büyük bir üzüntüyle görürler. Amerika bunda da Avrupa’ya benzemez. Dinsizlik onlarca sıradan bir hadisedir. Dolayısıyla Amerika’da yüz binlerce hatta milyonlarca adam yeni dinler çıkarmak cinnetine müptela olarak peygamberlik davasına kadar varırlar. Mormonlar gibi bunların birçoğu işi bayağı tesis dahi etmişlerdir. Diğer birçokları ise kendilerine göre bir ümmet bulamayarak peygamberlik inancını da terk etmişlerdir. Bu durumları ve inançları incelemeye girişmiş bir yazar gördük ki Amerikalıların henüz Allah’a inanç davasına kadar varamamalarını bir noksanlık görerek elbette terakki ede ede bu dereceye kadar dahi varacaklarının mümkün olduğunu yazmaktadır.
Böyle hakikaten cinnet derecelerine varan hâllere sebep medeni gelişmelerin kemal mertebesini de hemen hemen geçerek ifrat derecesine varmasından kaynaklanmaktadır. “Her kemalin bir zevali olur.” derler iken Amerika’da bunun hükmü de garip bir surette görülmüştür.
Saadet ve refah konusunda kemal mertebesine varmış olan bir adam için bu ifrat derecesindeki mesut olma hâli dahi bir can sıkıntısına sebep olur ve dolayısıyla herif kendisini meşgul edecek ve kalbine heyecan ve kanına dolaşım verdirecek şeyleri aramaya mecbur olur. Aslan avlamak gibi tehlikelere kendisini atmak suretiyle eğlence arayan budalalar işte böyle başka türlü eğlence bulamayanlar arasından çıkar. Hatta Amerika’da diğer bir budala da çıkarak milyonlara sahip olduğu hâlde böyle zengincesine yaşamaktan usanıp bütün varını birtakım hayırlı cemiyetlere hibe ettikten sonra kendisi alnının teriyle ekmek parasını kazanmaya mecbur olmuşmuş.
Ancak Amerika’nın ifrat ve tefritlerinin yalnız bu gibi mecnunca hareketlerle sınırlı olduğunu zannetmeyelim. Onun daha başka yönleri de vardır.
Bugün tren ile seyahat ederken güzel bir şehre varırsınız ki on bin hane ve yüz elli bin nüfusu barındıran birinci derecedeki şehirlerden birisidir. Altı ay sonra oradan geçtiğinizde zikredilen şehrin yerinde yeller estiğini görerek şaşarsınız. Bir de iki saat sonra tren sizi başka bir şehre götürür. Altı ay evvelki seyahatinizde bu şehri görmemiş olduğunuzdan incelemeye başlarsınız. Öğrenirsiniz ki işte evvelce yerinde iken şimdi o yerde yeller esen şehir buraya naklolunmuştur. Sebebi? Sebep sormak lazım mı ki ya? Terakkiperestlik!
Bir zaman Amerika mimarlarından birisi Birleşik Hükûmetin millî olan büyük meclisine bir dilekçe vermiş. Dilekçesinde demiş ki: “Şimdiye kadar malum olan evler, hanlar, tiyatrolar, filanlar bin beş yüz hanelik bir kasabayı dört yüz amele ile ancak iki ayda vücuda getirmeye kâfi olduğu hâlde benim yeni bulduğum bir usul ile bin beş yüz parça küçük