“Anne Karga neden hırsızlık yapıyorsun? Günah değil mi?”
“Çocuk olma canım benim, günah nedir? Hırsızlık yapmayayım günah diye, peki o zaman ben ve çocuklarım açlıktan ölürsek ne olacak? Asıl günah bu değil mi canım? Günah nedir? Karnımı doyuramamamdır! Sabunun ayaklar altına atılıp boşa gitmesi ve benim aç kalmamdır günah. Ben o kadar yıl yaşadım ki bu tür şeyleri bilirim hep. Sen de bu tür boş ve anlamsız nasihatlerle hırsızlığın önlenemeyeceğini bil. Herkes kendisi için çalıştığı müddetçe hırsızlık da hep olacaktır.”
Ulduz’un içinden, gidip Anne Karga için bir kalıp sabun alıp getirmek geçiyordu. Üvey annesi evdeki yiyecekleri dolaba koyuyor ve dolabı da kilitliyordu. Ama sabunu saklamıyordu. Anne Kargayı pencerenin önünde bırakıp, içeri gitti, dönerken elinde bir kalıp sabunla döndü.
Çocuklar, Allah daha beterinden saklasın! Ulduz, döndüğünde Anne Karga’nın gitmiş, üvey annesinin ise eve gelmekte olduğunu gördü pencereden. Koltuğunun altında hamam bohçasını tutuyordu. Suratı da pancar gibi kızarmıştı. Ulduz kötü yakalanmıştı. Kadın, pencereden içeriye doğru kafasını uzattığı gibi başladı bağırmaya:
“Ulduz, yine ne halt ettin, evin altını üstüne mi getiriyorsun? Yerinden hiç kıpırdamamanı söylememiş miydim ben sana?”
Ulduz bir şey demedi. Kadın, kapıyı açtı ve eve girdi. Ulduz elindeki sabunu çabucak gömleğinin altına sakladı ve bir köşeye geçip oturdu. Kadın odaya girdi,
“Hâlen ne işler çevirdiğini söylemedin!” diye kızdı.
Ulduz ise aniden,
“Anne dövme beni… oyuncak bebeğimi arıyordum” dedi.
Kadın, Ulduz’un oyuncak bebeğinden zaten nefret ediyordu. Ulduz’un kulağını tutup çekerken,
“Sana kaç defa dedim şu oyuncak bebeği kafandan çıkar at diye, anlamadın mı hâlâ?” diyerek kızdı bu sefer.
Üvey anne bunun ardından kendine çay demlemek için mutfağa gitti. Ulduz da tuvalete gitme bahanesiyle bahçeye çıktı. Sağına soluna bakındı, Anne Karga’yı damın kenarında oturmuş, endişeli gözlerle bakarken buldu. Getirdiği sabunu çiçeklerin dibine bıraktı, kargaya da göz kırptı gelip sabununu alsın diye. Anne Karga oldukça yavaş hareketlerle çiçeklerin yanına geldi ve demetlerin arasında kayboldu.
“Anne Karga, yavrularından birini getirsen de bana oyun arkadaşı olsa olur mu?”
“Öğle yemeğinden sonra beni bekle. Kocam da müsaade ederse getiririm.”
Anne Karga bunları söyledikten sonra, sabununu aldı ve uçup gitti.
Ulduz, gözlerini gökyüzüne dikti. Karga iyice uzaklaştıktan sonra, okadar sevinçliydi ki yerinde oynamaya başladı. Neşesine diyecek yoktu, sanki konuşan bebeğini bulmuş gibi şendi. Aniden üvey annenin sesi duyuldu:
“Kız, ne demeye oynayıp zıplıyorsun? İçeri gel. Güneş geçecek başına. Sonra sana bakıcılık etmeye hiç niyetim yok!”
Öğle yemeği vaktiydi. Ulduz gitti ve odada oturdu. Birkaç dakika sonra babası işten geldi. Suratı asıktı, Ulduz’un “Hoş Geldin.” demesine de karşılık vermedi. Ellerini yıkadı, sofraya oturup yemeğe başladı. Sanki iş yerinde müdürü yine ters bir şey söylemiş gibiydi.
Az sonra, Ulduz’u kendinden geçiren patates kızartmasının kokusu geldi. Babasının yemek yemesine bakıyor ve yutkunup duruyordu. Elini uzatıp da yiyemiyordu. Çünkü üvey annesi her zaman, çocukların kendi başlarına yemeğe başlamalarına hakkı olmadığını, büyüklerin bir tabağa yemek koyarak uzatmaları hâlinde yiyebileceklerini söylerdi.
Aylardan Eylül idi. Öğle yemeğini yedikten sonra, baba ile üvey annenin uykusu bastırdı, yatmaya gittiler. Ulduz da mecburen uyuyacaktı, yoksa babası azarlar ve çocukların öğle yemeğini yedikten sonra uyumaları gerektiğine dair sözlerle kızardı ona. Ama Ulduz, neden muhakkak uyuması gerektiğini bir türlü anlamazdı. Kendi kendine şöyle düşündü:
“Bugün uyumamalıyım, çünkü uyursam Anne Karga gelince beni göremez, yavrusunu tekrar geri götürmek zorunda kalır.”
Odanın ucunda yatağına uzandı, uyur gibi yattı. Babası ve üvey annesi uyuyunca, ayaklarının ucunda ağır ağır bahçeye çıktı. Dut ağacının gölgesinde oturdu. Üç sefer parmaklarını saymış oynuyordu ki karga geldi yanına. Önce damın kenarına konup, Ulduz’u gözledi. Ulduz, aşağı inebileceğini işaret etti kargaya. Anne Karga indi ve yanına oturdu. Yanında da minicik ve sevimli bir karga yavrusu getirmişti.
“Uyuyorsun diye korktum.”
“Her gün uyurum, ama bugün uyumadım. Babamla üvey annemi uyutup geldim.”
“Aferin sana, iyi ettin. Uyumak için çok zaman var. Ama gündüzleri uyuyorsan geceleri ne yapıyorsun?”
“Bunu üvey anneye sor… Minik kargayı benim için mi getirdin? Ne kadar sevimli!”
Anne Karga, yavrusunu Ulduz’un eline verdi. Çok sevimli görünüyordu. Ulduz birden derin bir ah çekti.
“Neden ah çektin öyle?”
“Oyuncak bebeğim geldi aklıma. Keşke yanımda olsaydı şimdi, üçümüz ne güzel oynardık.”
“Hiç üzülme sen. Torunlarımdan biri birkaç gün içinde yumurtlayıp yavrulayacak. Onlardan bir tanesini sana getiririm, böylece üç oyun arkadaşı olursunuz.”
“Yoksa senin başka yavrun yok mu?”
“Olmaz mı, elbette var. Üç tane daha yavrum var.”
“O zaman onlardan birini de getir.”
“Ama ben yalnız kalırım getirirsem. Yavruların bir de babası var. İzin vermez. Bunu senin için getirdim, ama dili bile açılmadı daha, uçmayı da bilmiyor, yürüyor sadece. Bir haftaya kadar dili açılır. İki hafta sonraya da uçmayı öğrenir. Dikkat et, hiç unutma, iki haftaya kadar uçabilmesi lazım. Uçamazsa bir daha hiç uçamaz.”
“Uçamazsa ne olur?”
“Ne olacağı belli; ölür. Yiyecek olarak ne vermen gerektiğini biliyor musun ona?”
“Hayır, bilmiyorum.”
“Her gün bir parça sabun, biraz da et falan, böyle şeyler işte. Olursa, ufak bir balık… Sizin havuzda epeyce balık var. Ufak böcek, solucan, peynir de yer.”
“Tamam, çok iyi.”
“Peki üvey anne izin verecek mi ona bakmana?”
“Yok. O hiç sevmez böyle şeyleri, görmeye bile tahammül edemez. Mecburen saklayacağım yavruyu.”
Minik karga, Ulduz’un eteğine sürtünüp, sıçrayıp duruyordu. Gagasını açıyor, ağır hareketlerle kızın ellerine değdiriyor, sonra bırakıyordu. Ufacık gözleri ışıl ışıl parlıyordu, ayakları çok inceydi. Hani neredeyse Ulduz’un küçük parmağı kadardı. Tüyleri ve kanatları kadife gibi yumuşacıktı, annesininki gibi iri ve kaba değildi. Doğrusu, annesinden daha güzeldi.
Anne Karga:
“Peki nerede saklamayı düşünüyorsun onu?”
Ulduz bu konuyu henüz düşünmemişti. Bir süre düşüncelere daldı. Nereye saklamalıydı? Hiçbir yer gelmedi aklına.
“Çiçeklerle çalıların arasına saklayabilirim. “
“Olmaz öyle. Üvey anne fark eder orada. Hem bir de, çiçekler sulandığı zaman yavrum