Anne'in Hayaller Evi. Люси Мод Монтгомери. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Люси Мод Монтгомери
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6865-87-7
Скачать книгу
var.” diye iç çekti Anne.

      “İyi ki de var canım. Ezilme ihtimalini fazlasıyla düşürmüş olacaksın bu sayede, bana inan! Aman Tanrı’m! Senin ortancalar nasıl da çiçek açmış öyle! Zavallı Elizabeth çiçeklerine hep çok iyi bakardı.”

      “Bahçeyi çok seviyorum.” dedi Anne. “Eski usul çiçeklerle dopdolu olduğu için o kadar mutluyum ki! Bahçeden bahsetmişken… Köknarların ötesindeki küçük araziyi kazıp bizim için çilek ekecek birini arıyoruz. Gilbert o kadar yoğundu ki bir türlü fırsat bulamadı. Tanıdığınız biri var mı?”

      “Bir bakalım… Glen’deki Henry Hammond bu tür işler yapıyor. O ilgilenir belki. Ama kendisi alacağı ücreti işinden daha çok umursar. Tam da bir erkek gibi. Ayrıca kavrayışı çok yavaştır ve durduğunu anlaması için beş dakika hareketsiz kalması gerekir. Küçükken babası kafasına kütük fırlatmış.”

      “Ufacık, nazik bir darbe değil mi? Tam da bir erkek gibi. Tabii ki zavallı oğlan bir türlü atlatamadı. Ama tavsiye edebileceğim tek kişi o.Geçen baharda evimi boyamıştı. Çok güzel görünüyor, değil mi?”

      Anne saatin beşe vurmasıyla kurtuldu.

      “Aman Tanrı’m, o kadar geç oldu mu?” diye haykırdı Bayan Cornelia. “Keyifliyken zaman nasıl da akıp gidiyor öyle! Neyse ben evin yolunu tutayım.”

      “Hayır olmaz! Burada kalıp bizimle yemek yiyeceksiniz.” dedi Anne hevesle.

      “Bunu daveti yapman gerektiğini düşündüğün için mi soruyorsun yoksa gerçekten benimle yemek yemek istediğin için mi?” diye sordu Anne.

      “Gerçekten istediğim için.”

      “O zaman kalayım. Sen Joseph’i tanıyan ırka mensupsun.”

      “Arkadaş olacağımızı biliyorum.” dedi Anne, yüzünde sadece inananlarda görülecek türde bir gülümseme vardı.

      “Aynen öyle canım. Şükürler olsun ki arkadaşlarımızı seçebiliyoruz. Aynı seçenek akrabalarımız için mevcut değil maalesef. Eğer akrabalarından hapishane kuşu yoksa hâline şükret. Tabii benim en yakın akrabalarım ikinci dereceden kuzenlerim. Ben yalnız ruhlardan biriyim Bayan Blythe.”

      Bayan Cornelia’nın sesinde hafif bir hüzün vardı.

      “Bana Anne demenizi istiyorum.” diye haykırdı Anne istemsizce. “Bana kendimi evdeymişim gibi hissettirir. Kocam dışında Four Winds’deki herkes bana Bayan Blythe diyor. Bu da bana kendimi yabancıymışım gibi hissettiriyor. İsminiz çocukken taşımak için can attığım isme çok benziyor. ‘Anne’ isminden nefret ederdim ve hayallerimde kendime ‘Cordelia’ derdim.”

      “Anne ismini severim. Benim annemin ismiydi. Eski usul isimler en iyisi ve en tatlısı bana sorarsan. Eğer yemek hazırlamaya gideceksen genç doktoru benim yanıma yolla konuşması için. Buraya geldiğimden beri oradaki koltuğa uzanmış hâlde söylediklerime gülmemek için zor tutuyor kendini.”

      “Nereden biliyorsunuz?” diye haykırdı Anne. Bayan Cornelia’nın esrarengiz önsezisi karşısında kibarca inkâr etme yolunu seçemeyecek kadar şaşkındı.

      “Buraya doğru yürürken onun senin yanında oturduğunu gördüm ve ben erkeklerin hilelerini iyi bilirim.” diyerek cevap verdi Bayan Cornelia. “İşte oldu. Küçük elbiseyi bitirdim ve sekizinci bebek canı ne zaman isterse teşrif edebilir.”

      BÖLÜM 9

      FOUR WINDS FENERİNDE BİR AKŞAM

      Anne ve Gilbert, Four Winds’i ziyaret etme sözlerini nihayet tuttuklarında eylülün sonlarına gelmişlerdi. Yeni dostlarını ne zaman ziyaret etmeye niyetlenseler hep bir engel çıkıyordu. Bu süre boyunca Kaptan Jim sık sık “çat kapı” geliyordu ziyaretlerine.

      “Ben merasim sevmem Bayan Blythe.” demişti Anne’e. “Buraya gelmek benim için büyük zevk. Sizler henüz beni ziyaret etmediniz diye kendimi bu zevkten mahrum edecek değilim. Joseph’i tanıyan ırk arasında böyle şeylerin lafı bile olmaz. Ben müsait olduğumda geleceğim, siz de müsait olduğunuzda geleceksiniz. Keyifli sohbetimizi etmeye devam ettiğimiz sürece kimin çatısının altında olduğumuzun bir önemi yok.”

      Kaptan Jim, Gog ve Magog’u çok beğenmişti. O ikisi küçük evin şöminesinin yanında Patty’nin Yeri’nde oldukları gibi azametle ve gururla duruyorlardı dimdik.

      “Bu keratalar çok tatlılar, değil mi?” derdi keyifle. Ev sahiplerine yaptığı gibi her gelişinde onları selamlar, her ayrılışında ciddiyetle veda ederdi onlara. Kaptan Jim, evdeki ilahlara saygıda kusur etmekten kaçınıyordu.

      “Bu küçük evi mükemmel hâle getirmişsiniz.” dedi Anne’e. “Hiç bu kadar güzel olmamıştı bu ev. Bayan Selwyn de sizin gibi zevk sahibiydi ve mucizeler yarattı burada. Ama o zamanlarda sizdeki gibi küçük perdeler, resimler, ıvır zıvırlar yoktu. Elizabeth ise geçmişte yaşardı. Sizin bu eve gelecek getirdiğinizi düşünüyorum. Buraya geldiğimde hiç konuşmasak bile mutlu olurdum. Sadece oturup size, resimlerinize ve çiçeklerinize bakmak yeter de artardı bile. Çok güzel, çok…”

      Kaptan Jim, güzelliğe tutkuyla tapardı. Duyduğu ya da gördüğü tüm hoş şeyler onda derin, gizli ve içsel bir neşeye sebep olurdu, işte bu neşe yaşamını ışıl ışıl aydınlatırdı. Kendi dış görünüşünün yeterince iyi olmayışının fazlasıyla farkındaydı ve bu durum onu üzüyordu.

      “Herkes iyi biri olduğumu söylüyor.” demişti bir keresinde “Ama bazen Tanrı’nın bana diğer insanlara verdiği güzelliğin yarısını vermiş olmasını diliyorum. Ama sanırım Tanrı nasıl olması gerektiğini biliyor. Tıpkı iyi bir kaptan gibi… Bazılarımız çirkin olmalıydık ki Bayan Blythe gibi güzelliklerin kıymeti daha iyi bilinsin.”

      Anne ve Gilbert, bir akşam nihayet Four Winds deniz fenerine doğru yürümeye başladılar. Yürümeye başladıklarında gri bulutlar ve sis tarafından karşılansalar da daha sonra gelen altın kızıl görkem ufak yolculuklarını güzelleştirdi. Batı tepelerinin arkasında ve limanın ötelerinde gün batımının ateşi kehribar rengi derinlikler ve kristal sığlıklar meydana getirmişti. Kuzey gökyüzü ufak tefek kızılımsı bulutlarla pul pul olmuştu. Boğazdan âdeta süzülürcesine geçen beyaz yelkenliler kızıl gün batımı ışığıyla parlıyordu. Belki de bu gemi, palmiyelerle dolu bir güney limanının yolcusuydu. Aynı güneş geminin ötesindeki kumulların bembeyaz, çimensiz yüzlerini pembeye boyuyordu. Aydınlık güne vedasını etmeden önce küçük derenin yukarısındaki eski evi de selamlamayı ihmal etmemişti. Kızıl rengi alaca karanlık güneşi bu evin pencerelerine eski bir katedralin vitraylı pencerelerinden süzülen ışıktan daha nefis bir ışıkla aydınlatıyordu. Akşam güneşi bu evin sessizliğini ve griliğini, yavan bir çevreye hapsedilmiş bir ruhun capcanlı, kan kırmızı düşünceleriyle aydınlatıyordu sanki.

      “Derenin yukarısındaki eski ev hep çok yalnız görünüyor.” dedi Anne. “O evin hiçbir zaman ziyaretçisi olmuyor. Giriş yolunun yukarı caddeye açıldığını biliyorum. Ama pek bir gelen giden olduğunu sanmıyorum. Moorelarla henüz tanışmamış olmamız çok tuhaf. Sadece on beş dakikalık yürüme mesafesindeler hâlbuki. Onları kilisede görmüşümdür belki ama kim olduklarını bilmiyorum. En yakınımızdaki komşularımızın bu kadar içine kapanık olmaları üzücü.”

      “Belli ki Joseph’i tanıyan ırka mensup değiller.” dedi Gilbert kahkahalarla. “Çok güzel bulduğun o kızın kim olduğunu öğrenebildin mi?”

      “Hayır. Nedense onu sormayı hep unutuyorum. Ama onu hiçbir yerde görmedim bir daha. Sanırım buraların yabancısı. Bak işte güneş gitti. Ve deniz fenerine gelmiş bulunmaktayız.”

      Gece iyiden iyiye kendini