“Öyle mi? Orada işiniz mi var?”
“Kendi işim değil. Kaptan Leclére’ye ait bir iş. Tabii anlıyorsunuz. Gizli bir iş fakat merak etmeyin hemen döneceğim.”
Danglars, “Anlıyorum.” dedi.
Sonra düşündü: Herhâlde mareşalin verdiği mektubu sahibine götürecek… Tanrı’m… Bu mektup bana bir fikir veriyor, mükemmel bir fikir. Ah Dantés, aziz dostum, sen daha kaptan olarak Firavun’un kaydına girmedin.
Dantés’nin yürümeye başladığını görünce arkasından seslendi: “Hayırlı yolculuklar!”
Dantés dönerek onu başıyla dostça selamladı.
“Teşekkür ederim.”
İki âşık, göğe yükselen iki ruhun saadeti içinde oradan uzaklaştılar…
4
Ertesi gün hava çok güzeldi. Güneş, dalgaların köpüklü göğüslerini kırmızıya çalan bir morlukla hafifçe boyayarak pırıl pırıl yükseldi. Düğün sofrası, çardağını daha önce gördüğümüz La Reserve Meyhanesinin ikinci katındaki büyük bir odada hazırlanmıştı. Ziyafet öğle vakti başlayacaktı fakat daha saat on birde meyhane sabırsız misafirlerle dolmuştu. Bunlar Firavun’un gemicileri ile Dantés’nin arkadaşları olan askerlerdi.
Ziyafete Mösyö Morrel’in de geleceği söyleniyordu. Bu Dantés için öyle büyük bir şerefti ki… Fakat kimse onun geleceğine ihtimal veremiyordu. Gemi sahibi hakikaten gelince bütün gemicilerin yüreklen kopan alkışları ile karşılandı. Onun gelişiyle, Dantés’ninkaptanları olacağı hakkındaki söylentinin bir hakikat olduğuna inandılar ve Dantés mürettebat tarafından çok sevildiği için, gemi sahibinin kararı ile kendi isteklerinin ilk defa olarak bağdaşmasından ötürü büyük bir memnunluk duydular.
Mösyö Morrel’in geldiğini Dantés’ye haber vermeleri ve acele etmesini söylemeleri için Danglars ile Caderousse gönderildi fakat onlar daha yüz adım gitmemişlerdi ki küçük düğün alayının gelmekte olduğunu gördüler. Edmond ile Mercédés’in yanlarında dört genç kız ile Edmond’nun babası vardı.
Peşlerinden, yüzünde hain bir gülümseme ile Fernand yürüyordu fakat Edmond ile Mercédés bunu fark etmediler. O kadar mutluydular ki kendilerinden ve onları kutlayan mavi gökten başka bir şey görmüyorlardı.
La Reserve’den görünecek kadar yaklaştıkları zaman Mösyö Morrel alt kata indi ve onları karşılamak üzere dışarı çıktı. Öbür davetliler de kendisini takip ettiler. Sonra hep beraber, basamakları çatırdatarak tekrar üst kata çıktılar. Sofraya oturdular.
Mercédés’in önüne konmuş olan bir bardak sarı şarabın kokusunu ciğerlerine çeken Edmond’nun babası, “Bu ne kadar sessiz bir toplantı böyle dedi. Kimse burada bir evlenmeyi kutlayan neşeli otuz kişi olduğunu söyleyemez.” dedi.
Caderousse da “Damatlar her zaman neşeli olmazlar.” dedi.
Dantés cevap verdi: “Şu anda neşeli olamayacak kadar mesudum. Eğer damatların bu hâlini kastediyorsanız haklısınız. Sevincin bazen garip bir tesiri olur. Bizi âdeta bir üzüntü gibi sıkar.”
Danglars, “Bir şeye canınız sıkılmıyor ya?” dedi. “Her şey pekâlâ yolunda.”
“İşte beni üzen de bu. İnsanın bu kadar kolay mesut olabileceğini sanmıyordum. Saadet, kapılarını ejderlerin beklediği masallardaki saraylara benzer. Bu sarayları ele geçirmek için mücadele etmek lazımdır. Mercédés’e eş olabilmek talihini hak etmek için ne yaptım bilmiyorum.”
Caderousse gülerek “Dur bakalım hele kaptan!” dedi. “Daha koca olmadın. Hele koca gibi bir davran bakalım ne olacak.”
Mercédés kızardı. Fernand sandalyesinde dönerek bir fırtınanın ilk yağmur taneleri gibi alnında biriken iri iri ter damlacıklarını sildi.
Tam o sırada merdivenden karmakarışık birtakım sesler geldi. Ağır adımlar, gürültülü konuşmalar, kılıç şakırtıları meyhanedeki neşeli gürültüyü bastırdı. Herkes sustu. Kapıya kuvvetle üç defa vuruldu. Kalın bir ses “Kanun namına açın!” diye bağırdı.
Kimse kımıldamadı. Peşinde bir onbaşı idaresinde silahlı dört asker olan bir polis komiseri içeri girdi.
Komiseri tanıyan Mösyö Morrel kalkarak gelenleri karşıladı.
“Bir yanlışlık oldu galiba…”
Komiser cevap verdi: “Bir yanlışlık varsa çabucak düzelir Mösyö Morrel. Elimde bir tutuklama emri var. Vazifemi yapmam lazım. Edmond Dantés adlı kişi kimdir?”
Bütün gözler, son derece heyecanlanmış olmakla beraber vakarından bir şey kaybetmeyerek kalkıp komisere doğru giden ve “Edmond Dantés benim efendim, bir emriniz mi var?” diyen genç adama çevrildi.
“Edmond Dantés seni tutukluyorum.”
Dantés sarardı.
“Tutukluyor musunuz? Niçin ama?”
“Bilmiyorum. Gideceğiniz yerde niçin olduğunu söylerler tabii.”
Mösyö Morrel münakaşanın lüzumsuzluğunu anlamıştı. Elinde tutuklama emri olan bir komiser artık bir insan değil; soğuk, sağır ve dilsiz bir kanun heykeliydi fakat Dantés’nin babası komisere doğru koştu. Bir baba yahut ana kalbinin anlayamayacağı şeyler vardır. Yalvardı yakardı. Gözyaşı ve yalvarmanın bir faydası olmadı fakat yaşlı adamın kederi o kadar büyüktü ki komiser de müteessir oldu.
“Lütfen sakin olun.” dedi. “Oğlunuz belki bazı gümrük formalitelerini tamamlamamıştır. İstenilen malumatı verince bırakırlar kendisini herhâlde.”
Dantés arkadaşlarının ellerini sıkarak “Merak etmeyin.” dedi. “Belki ben daha yoldayken yanlışlık düzeltilir.”
İki tarafında askerler, peşinde komiser olduğu hâlde aşağı indi. Kapıda bir araba duruyordu. Ona bindiler. Arabanın kapısı kapandı. Marsilya’ya doğru yola çıktılar.
5
Aynı gün ve aynı saatte Rue du Grand Cours’daki gösterişli binalardan birinde başka bir düğün ziyafeti vardı fakat fakir gemici ve askerlerin yerine buradaki misafirler Marsilya sosyetesini en yüksek tabakası idi. Bunlar, zorba imparatorun saltanatı zamanında vazifelerinden ayrılmış eski yüksek memurlar; Condé’nin ordusuna katılmak için mevkilerini bırakmış eski subaylar ve aileleri tarafından imparatora karşı en koyu nefretle yetiştirilmiş genç adamlardı. Yüz yirmi milyon tebanın çeşitli dillerde “Napolyon çok yaşa!” diye bağırmalarını duyduktan sonra Elba Adası’nda beş altı bin kişinin kralı olarak yaşayan Napolyon, bu adamlar tarafından artık tekrar eski mevkisine gelmesine imkân olmayan birisi olarak telakki ediliyordu. Bu neşeli ve muzaffer kralcılar için sanki hayat yeni başlıyor, korkunç bir kâbustan yeni uyanıyorlardı.
Saint Louis nişanını taşıyan yaşlı Saint Méran markisi kalkarak Kral XVIII. Louis şerefine kadeh kaldırmalarını teklif etti. Bu teklifin gördüğü karşılık son derece hararetli oldu. Hemen bütün kadehler kalktı. Kadınlar masayı, elbiselerindeki çiçeklerle doldurdular.
Elli yaşına rağmen güzel ve asil yüzlü, ince dudaklı, mütehakkim bakışlı bir kadın olan Saint Méran markizi, “Terör zamanında bize eziyet eden ihtilalciler şimdi burada olsalardı, bir inanca en hakiki şekilde bağlı kalışın bizimki olduğunu kabule mecbur kalırlardı çünkü onlar yükselmekte olan bir güneşe tutunmuş, servet yapmakla meşgulken biz parçalanan bir krallığa