Diğer yolcular da Tom’un anlattıklarını doğruladı ve Kaptan Hull duyduklarından şüphe etmek için herhangi bir sebep görmedi. Ayrıca gerçekler kendileri adına konuşuyordu zaten.
Gemiden kurtulan diğer kazazedelerden biri eğer konuşma kabiliyeti ile lütuflandırılsaydı bu ifadeleri doğrulayabilirdi. Bu kazazede, Negoro’ya karşı izah edilemez bir hoşnutsuzluk gösteren köpekti.
Dingo isimli bu hayvan Avustralyalı bir bekçi köpeği cinsindendi. Ne var ki asıl memleketi burası değildi. Köpek, Batı Afrika’dan, Kongo Nehri ağzına yakın bir bölgeden gelmişti. Waldeck gemisinin kaptanı onu iki yıl kadar önce yarı aç bir hâlde gezinirken bulmuştu. Köpeğin tasmasına işlenmiş “S” ve “V” harfleri, hayvancağızın da kendine ait bir geçmişinin olduğunu işaret ediyorlardı. Waldeck gemisine bindikten sonra Dingo kaybettiği efendisinin özlemi ile içine kapanmıştı.
Pirene çoban köpeklerinden daha büyük olan Dingo, türünün mükemmel bir örneğiydi. Kafasını geriye atarak ayakta durduğunda boyu bir adamın boyuna erişiyordu. Bir panter kadar çevik ve güçlüydü. Bir ayıyla korkmadan mücadele edebilirdi. Sarıya kaçan kahverengi tüyleri vardı ve uzun kuyruğu bir aslanınki kadar sağlamdı. Olur da öfkelendirilirse zorlu bir düşmana dönüşebilirdi. Negoro’nun köpekle karşılaşmaktan memnun kalmamasına şaşmamalıydı.
Her ne kadar içine kapanık da olsa Dingo vahşi değildi. Yaşlı Tom’un dediğine göre köpek gemideki zencilere karşı da özel bir hoşnutsuzluk içerisindeydi. Her ne kadar zarar verme teşebbüsünde bulunmadıysa da onlardan mümkün olduğunca uzak duruyordu. Bu durum akla şu düşünceyi getiriyordu: Daha önce bulunduğu yerde, yerliler sık sık canını yakmıştı. Kazadan sonraki on gün boyunca Tom ve arkadaşlarından kararlılıkla uzakta durmuştu. Bu arada hayvanın neyle beslendiğini kimse bilmiyordu; fakat emin oldukları şey onun da kendileri gibi susuzluktan eziyet çektiğiydi.
Waldeck gemisinin kazazedelerinin başından geçenler işte bunlardı. Çok çetin şartlarla karşı karşıya kalmışlardı. Açlık azabıyla baş etmeyi başarsalar bile küçük bir fırtına veya önemsiz bir dalga, su almış gemiyi alabora edebilirdi. Eğer ki rüzgârlar ve akıntılar Pilgrim’in tam zamanında yetişmesini sağlamasaydı kaçınılmaz son onları avucuna alacaktı. Cesetleri muhakkak ki denizin dibini boylayacaktı.
Ne var ki Kaptan Hull’un insaniyeti burada bitmeyecekti; bu kazazedeleri evlerine ulaştırmak niyetindeydi. Bunu yapmaya söz vermişti. Valparaiso’da yükünü boşalttıktan sonra Pilgrim, Kaliforniya’ya doğru yol alacaktı. Bayan Weldon, kocasının büyük bir misafirperverlikle onları ağırlayacağı ve Pennsylvania’ya geri dönmeleri için lazım olan imkânları sağlayacağı sözünü vermişti.
Son üç yılda zahmetle kazandıkları bütün birikimlerini kaza yüzünden kaybetmiş adamlar, iyi yürekli bu insanlara derinden minnet duyuyorlardı. Her ne kadar fakir zenciler olsalar da kurtarıcılarına olan borçlarını gelecekte geri ödeyecekleri yönündeki umutlarını tamamıyla kaybetmemişlerdi.
5
AKILLI DİNGO
Bu arada Pilgrim yoluna doğu yönünden devam ediyordu. Waldeck’in enkazı daha akşam olmadan gözden kaybolmuştu.
Kaptan Hull rüzgârın hafif esmesinden dolayı endişelenmeye devam ediyordu. Yeni Zelanda’dan Valparaiso’ya olan yolculuğun bir veya iki hafta kadar uzamasını umursamıyordu fakat bu, misafiri Bayan Weldon için uygun değildi. Bayan Weldon’a gelince, kendisi bu duruma teslim olmuş görünüyordu ve hiçbir şekilde şikâyet etmiyordu.
Kaptanı kaygılandıran başka bir şey ise Tom ve dört arkadaşı için uyuyacak yer bulma meselesiydi. Tayfanın kaldığı yerde onlara uygun hiçbir alan yoktu ve üst güvertede yatacak yer ayarlamak zorundaydılar. Zor bir hayata zaten alışkın zencilerin havalar güzel gittiği müddetçe bu durumdan rahatsız olmalarını gerektirecek hiçbir sebep yoktu.
Nihayet Pilgrim’de hayat olağan rutinine dönmeye başlamıştı. Rüzgâr devamlı aynı yönde estiği için yelkenlerin çok fazla değiştirilmesine gerek duyulmuyordu. Fakat ne zaman ihtiyaç olsa iyi yürekli zenciler yardım etmekten geri kalmıyorlardı. Yüz seksen beş santimetre boyunda güçlü Herkül yelkenleri ayarladı. O kadar kuvvetliydi ki kendi gibi ekstra sağlam halatlara ihtiyacı var gibiydi.
Herkül bir anda küçük Jack’in en sevdiği kişilerden biri oluvermişti. Dev adam ufaklığı oyuncak bebek gibi havaya kaldırdığında çocukcağız sevinçle çığlık atardı. “Daha yükseğe, çok yükseğe…” derdi Jack kimi zaman.
“Tabii ki Jack efendim.” derdi Herkül onu havaya kaldırırken.
“Ağır mıyım?”
“Bir tüy kadar.”
“O zaman beni daha da havaya kaldır. Kaldırabildiğin en yükseğe…”
Böylece Herkül çocuğun iki ayağını tutar ve güvertede yürümeye başlardı. İşte bu zamanlarda Jack, ona ne kadar ağır olduğunu hissettirmek gibi boş bir çabanın içine girerdi.
Dick Sands’in ve Herkül’ün dışında Jack’in üçüncü bir arkadaşı daha vardı. Bu arkadaş Dingo’ydu. Waldeck gemisindeyken içine kapanık olan köpek, şimdi sevdiği bir arkadaş çevresi edinmiş gibiydi. Çocukları seven o hayvanlardan olduğu için de Jack’in kendisine istediği her şeyi yapmasına izin veriyordu. Fakat çocuk hiçbir şekilde onu incitmeyi düşünmezdi. Bu ikisinden hangisinin oyun oynamaktan daha çok zevk aldığını kestirmek güçtü. Jack kendine canlı bir köpek bulmuştu ve bu, dört tekerlekli eski oyuncağından çok daha eğlenceliydi. En zevkli oyunlarından biri Dingo’nun sırtına binip onu bir yarış atıymış gibi sürmekti. Bu yakınlığın en bariz sonuçlarından biri şu oldu: Ambardaki şeker miktarı ciddi bir şekilde azaldı. Dingo, Negoro hariç gemideki herkesin neşe kaynağıydı ve bu adam kendisine bariz düşmanlık gösteren hayvandan ısrarla uzak duruyordu.
Jack’in bulduğu yeni arkadaşlar ona eski arkadaşı Dick Sands’i hiçbir şekilde unutturmadı.
Sands, boş vakitlerini her zamanki gibi ufaklığa ayırıyordu. Onların samimiyetinden memnun olan Bayan Weldon, Kaptan Hull’a da bu durumdan bahsetti.
“Haklısınız hanımefendi…” dedi kaptan içtenlikle. “Dick mükemmel bir genç ve kesinlikle birinci sınıf bir denizci olacak. İçgüdüleri neredeyse bir dâhininki kadar kuvvetli ve teorik konulardaki yetersizliklerini telafi etmeye yetiyor. Tecrübesinin ve eğitiminin ne kadar az olduğunu hesaba katacak olursak gemicilik konusundaki bilgilerinin harika olduğunu söyleyebiliriz.”
“Kesinlikle yaşına göre ilginç bir şekilde ileride.” diye onayladı Bayan Weldon. “Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki onda hiçbir kusur bulamadım. Sanırım kocamın niyeti, bu yolculuk bittikten sonra ona kaptan olabilmesi için gereken sistematik denizcilik eğitimini sağlamak.”
“Bu işi hakkıyla yerine getireceğinden hiç şüphem yok hanımefendi.” diye cevap verdi kaptan.
“Zavallı öksüz… Çok zor bir okulda okumuş.” dedi kadın.
“Bu okulda öğrendiği dersler kesinlikle boşa gitmemiş. Ona hayatta kendi yolunu kendisinin bulması gerektiği dersini vermişler.”
O sırada ikisinin de gözleri dümenin başında duran Dick Sands’e çarptı.
“Ona bir bakın hele…” dedi kaptan, “nasıl da dikkatli. Hiçbir şey onu görevini yerine getirmekten alıkoymuyor.