Bugün ailenin belli başlı azasını bir arada görünce, hayatında bu yeni hissettiği boşluğun dolduğunu anlıyor, bu neşe ile söylüyor, içiyor, gülüyordu.
Yemek yerlerken bütün bu toplanışın gayesini düşünen Calibe Hanım, genç kızın yanına oturttuğu oğluna çıkıştı:
“Aysel’in tabağını değiştirsene çocuk. Kadın yanında oturan erkekler, onların hizmetlerini görürler, öyle heykel gibi ne duruyorsun!”
Onun bu telaşına amca bey cevap verdi:
“Hakkın var kızım. Onları gören âdeta kırk yıllık karı koca zannedecek! Baksana; birbirlerine yabancı gibi.”
Amca bey pot kırmış gibi işi latifeye boğmak için çalışırken Calibe Hanım kaşlarını çattı:
“Niçin amca, karı koca olanlar birbirlerine yabancı mı olurlar? Ne tuhafsınız amca bey.” Ve bu fırsatı kaçırmamak için hemen ilave etti:
“Necati nasıl oğlumsa, Aysel de kızım sayılır. Onların şimdi, gülüp eğlenecek zamanları. Öyle değil mi ağabey?”
Nedim Bey, lakırdının aldığı bu cereyanı pek kavrayamamış gibi başını salladı:
“Öyle ya!” dedi. “Gençlik bulunur şey mi?”
Kemal Bey:
“Hele şimdiki gençlik!” diye ilave etti. “Akılları başlarından bir karış yukarı.”
Calibe Hanım itiraz etti:
“Bizimkiler öyle değil. Maşallah, ikisi de akılları başlarında gençler. Birbirlerine o kadar uygunlar ki!”
Amca bey, muhaverenin şeklinden Calibe Hanım’ın maksadına intikal etmişti. Deminki kırdığı potu tamir etmek için lakırdıya karıştı:
“Uygun da söz mü? Aysel de, Necati de tam birbirlerinin dengi.”
Calibe Hanım:
“Oh, söyle, söyle!” der gibi gözleriyle amca beyi teşvik ediyordu. Ömrünün sonbaharına kadar bekâr kalmış bir adamdan, böyle taze bir izdivaç için yardım beklemek tehlikeli bir şeydi. Nitekim Calibe Hanım’ın umduğu teşvik ve yardımı, amca bey, kendi felsefelerine göre bir tekerleme ile berbat etti:
“Zaten dünyada kadın erkek bir akılda, bir seviyede, bir yaşta oldular mı, mesele kalmamıştır.”
Calibe Hanım sevinçle tasdik etti:
“Öyle ya, öyle ya!”
Fakat amca bey, maksadını bir cümle ilavesiyle şöyle izah etti:
“Böyle insanlar, evlendiklerinin haftasında iki eski dost hâline geçerler.”
Bu hükümden bir şey anlamayan Calibe Hanım merakla dinliyordu. Amca bey eski şen, pervasız vaziyetini takınmış, gülerek devam etti :
“Birbirlerinin tam dengi oldukları için söyleyecek sözleri, tattıracak zevkleri kalmamıştır da ondan!”
Bu son cümle bütün planı altüst etti. Calibe Hanım o kadar kızdı ki; sert bir cevapla aile içtimaini perişan etmemek için dudaklarını sıktı. Yalnız Kemal Bey, temkinli bir ev sahibi gibi, iki kelime ile vaziyeti kurtarmaya çalıştı:
“Bu bir telakki meselesi… Siz Nedim Beyefendi, bir elma daha almaz mısınız?”
Bu, bahsin kapandığına işaretti. Sofraya nagihani çöken soğukluk, bilhassa Aysel ile Necati’yi, âdeta birbirine dargın iki mektep çocuğu hâline getirmişti.
Yemekten sonra sohbet zemini, hep havai dedikodulara bağlı kaldı. Davetliler hep beraber gittiler. Calibe Hanım, bugün, amca beyin mütemadi falsolarıyla yarım kalan maksadı telafi için, Aysel’le annesi çıkarlarken yakında Erenköy’e gelip birkaç gece kalmak istediğini söyledi. İçkinin hepsine verdiği mayhoşlukla bol neşeler ve sürekli kahkahalar içinde ayrıldılar.
Necati’ye Galatasaray’daki tütüncünün önünde tesadüf eden amcası onu bir vermut içmek için Degüstasyon’a davet etti.
Hamdi Bey, onu her yakalayışta böyle içecek, konuşacak bir yere götürür, yeni eğlenti âlemleri hakkında tafsilat alırdı. Biri eski devrin eski usul çapkınlığından diploma almış bir mütekait, biri yeni hayatın eğlencelerinde nam salmış bir delikanlı olan bu iki akran, çapkın arkadaş gibi konuşur, çene çalar, dedikodu ederlerdi.
“Vermutun içine biraz da cin koyunuz. Sen de öyle içersin değil mi Necati?”
Genç adam gergin omuzlarını oynatarak güldü:
“Benimkinin cini fazla olsun. Hamdi amca diş gıcırtısına benzeyen bir çene oynatışı ile cevap verdi.”
“Ah gidi gençlik.”
Ve masaya dayanarak sordu:
“Eh, ne var ne yok bakalım? Annen seni daha evlendirmedi mi?”
“Bugün Erenköy’e gitti bakalım ne havadis getirecek.”
“Aysel, bu hazırlığın farkında mı?”
“Bilmem!”
“Olur iş değil, biri Fransız mektebinde, Biri Galatasaray’da okumuş iki genç evlendiriliyor da kendilerinin haberi yok. Kuzum Necati, doğru söyle, sen bu işe ne diyorsun?”
“Hiç, ben işin alayındayım canım. Ama birdenbire kestirip atınca annem kızacak, babama karşı beni müdafaa etmeyecek. İyisi mi suyuna giderim, olur biter.”
“Peki ama iki gözüm. İşin içinde yalnız sen olsan ne ise. Aysel, kafalı bir genç kızdır. Annen bu işi pişirir, hazırlarken tabii onun da haberi olacak, sonra sen işi sallar, alaya dökersen, genç kız bunu bir izzeti nefis meselesi yapmaz mı?”
“İç bakalım.”
Amca yeğen karşılıklı kadehleri boşalttılar. Necati cevap verdi:
“Bu işte Aysel de alay geçiyor galiba.”
“Nerden anladın?”
“Bana geçen hafta, Avrupa’ya gidip resme çalışacağını söyledi.”
“Kim bilir, belki. Sen ne dedin?”
“Fena fikir değil. Babam para verse ben de giderdim dedim.”
“Aranızda aşku alakaya ait hiçbir şey geçmedi mi?”
“Yoook!”
Amca Bey vermutları tazelerken gülümsüyordu.
“Olur adam değilsin Necati, insan Aysel gibi bir kızla akraba olur da sevişmez mi?”
Necati, dışarıdan geçen nefti şapkalı, kıvrak bir kadına selam verdikten sonra sırıttı:
“Sevişmek kolay amca, ama Aysel gibi bir kızla sevişince evlenmeli.”
“İyi ya!”
“Uslu oturmalı.”
“Tabii!”
“Barları, kadınları, sporu bırakmalı.”
“Oldukça!”
“Arkadaşları, kulübü, olimpiyat seyahatlerini unutmalı.”
“Az çok!”
Bu fedakârlıklar bir kadın için değer mi?”
“Kadına, adamına, kalbine, gönlüne göre!”
“Sen ne dersin amca?”
Hamdi amca arkaya doğru yaslandı, yeni yaktığı küçük yaprak sigarasını çeke çeke avurtlarını şişirdi. Mühim bir münakaşada, rey veren bir âyan reisi tavrıyla