“Haydi yemeğe!” dedi. “Saat ikiye geliyor.”
Necati annesini belinden tutunca havaya kaldırdı.
“Hopla!. Bir, iki, üç!”
Ve üç adımda kadıncağızı yemek salonuna götürdü. Sandalyesine oturttu:
Aşçı, hizmetçi, onun bu hâllerine alışmışlardı. O neşeli oldu mu, ağır olmak şartıyla, eline ne geçerse yakalar, birkaç defa döndürür, kaldırır, sonra:
“Hopla!” diye yerine bırakır. Bu kaldırılıp konan şeyler içinde annesi, markiz koltuklar, orta masası, hizmetçi kalyopi, yatak odasındaki gece dolabı, aşçıbaşı Abdurrahman, amca Hamdi Bey ve eve gelip giden irili ufaklı, kadınlı, erkekli teklifsiz misafirler hep vardılar.
Bu muameleden kendini kurtarabilen, yalnız babası idi. Kemal Bey sert, mutaassıp, eski terbiyede kalmış bir adam değildi. Oğlu ile şakalaşmayı hoş görür, onun kuvvetinden, cevvaliyetinden iftihar duyardı. Fakat Necati’nin bütün hevesini spora vermesine kızardı; o hiddetle delikanlı böyle azgınlaştığı zaman tersler:
“Haydi efendim, haydi, pehlivan olacak değilsin ya. Birazda kafanın içine idman yaptır bakalım. (Roma lejyonları) gibi sade kol bacak kuvvetiyle yaşanmaz.” diye oğlunu süklüm püklüm ortadan çekilmeye mecbur ederdi.
“Yemekten sonra Samatya’daki kiracıya gidip para isteyeceksin Necati. Baban artık mektep yok, iş yok, bari bunlarla uğraşsın dedi.”
El içi kadar bir bifteği, vahşi bir kartal gibi parçalayıp yemekle meşgul olan delikanlı homurdandı:
“Öğleden sonra Beykoz’a kayık yarışlarına gideceğim. Bizim arkadaşlar davet ettiler. Samatya’ya mamatyaya, gidemem. Hem beni öyle yerlere yollamayın. Herif parayı vermedi mi, suratına bir kudirek çekerim, başım belaya girer.”
Calibe Hanım hiddetlendi:
“Öyle şey olmaz. Sporcu demek, külhanbey demek değil ya… Hem kendine pek güvenme… Ummadığın taş baş yarar. Babanın hakkı var. Mektepten çıktın. Tatil de geçip gidiyor. Artık biraz aklını başına toplayıp iş adamı olmaya çalışmalısın. Bak büyük amcanın oğlu Felemenk Bankasına girdi. Geçen gün Fener yolunda bir kızla da nişanlamışlar. Ekimin haftasında düğününe davetliyiz.”
Necati bardak dolusu buzlu suyu sonuna kadar içti.
Bir iki kere göğüs geçirdi, dudaklarını büktü:
“Sezai hımbılın biridir zaten.” dedi. “Ömründe sahaya çıkıp da topa bir tekme vurmamış adamdan hayır gelir mi?”
“Ama mektepten ikinci çıktı.”
“Hafız da ondan!”
“Ne demek?”
“Kafası kitaptan kalkmayan ezbercilere hafız derler. Okurlar, okurlar, mankafa olurlar.”
“Ya sizin gibiler… Spor diye can veriyor, sonra küçük bir hesap işine akıl erdiremiyorsunuz… Erkek dediğin biraz kafalı olmalı. Kayış gibi bacaklara iş başında yer vermiyorlar. Bak, Sezai bankanın müsabakasını nasıl kazandı.”
“Babası iltimas etti de öyle kazandı. Bizim kulüp reisi söyleyecek, beni Güç Bankasına aldıracak. Hem sade beni değil, bütün bizim takımı alacaklar. Yaşasın spor!”
Necati, sofradaki bir okkaya yakın şeftaliyi yalnız başına yedi, gerindi, esnedi, ana oğul karşılıklı birer sigara tellendirdiler. Sonra delikanlı giyindi, Beykoz’a kayık yarışlarına gitti.
Calibe Hanım, bu ele avuca sığmaz delikanlıyı yumuşatmak için yalnız tavsiyenin, nasihatin fayda etmeyeceğini zannediyordu. Bu cıva gibi oynak, lastik gibi gergin, kayış kadar sert genci, çekip toparlamak kolay değildi. Babasının bugünkü terbiye telakkilerine göre modası geçen, hazmı güçleşen nasihatlerine, bu koca çocuk dudaklarını büküyor, kulaklarının arkasını gösteriyordu; başka usul, başka plan lazımdı. Ve Calibe Hanım hatırından geçen birkaç tertibin başında, Necati’yi her fırsattan istifade ederek evlendirmek fikrini, en muvafık olarak buluyordu.
Bu yaştaki gençler, artık ana, baba tesirlerinden silkinip atılmak hevesindedirler. Daima yürüyen hayat onların telakkilerini değiştirmiştir.
Babaların her hareketi, her sözü, tarihî bir vaka, bayat bir makale mevzu gibi alakasızlıkla karşılanır. Hiçbir baba, bu daima değişen hayat sahneleri içinde, yetiştirdiği çocuğu ile beraber değişsin, onun gözü ile görsün, onun dimağıyla düşünsün… Buna imkân yoktur. Yetişenlerin oturmaları, kalkmaları, yemeleri, içmeleri şapka giymeleri, yürümeleri, konuşmaları, her şeyleri başkadır.
Hayat daima değişir. Âdet değişir, zihniyet değişir, maişet usulü değişir. Ve gençler bu değişikliklere çabucak uyarlar. Fakat genç görünmek, zamana karışmak için istedikleri bütün gayretlere rağmen yaşlılar, yürüyen hayata kolaylıkla ayak uyduramazlar.
Baba oğul arasında bir kaynayış olmayacağını hisseden Calibe Hanım, evinin yirmi yıllık ahengini bozmamak için yegâne çareyi, Necati’yi süratle evlendirmekte buluyordu. Bu haşarı ve atılgan genci zapt etmek için karşısına yine kendi yaşında, kendi kafasında bir eş çıkarmalıydı. Zeki ve hayata hazırlanmış bir genç kız, bu başıboş, kalbi boş delikanlıya gem vurabilirdi.
Calibe Hanım apartmanın denize, Çamlıca tepelerine bakan terası önünde hem sigarasını içiyor, hem bunları düşünüyordu. O, Kemal Bey’in artık koflaşan, çürük bir mantar gibi hafifleşen nasihatleri ile Necati’nin eve ve işe bağlanmayacağını çok iyi biliyordu. Onun azgın başına, zahirde ipek kadar yumuşak, fakat hakikatte çelik gibi sert bir ağ örmek lazımdı. Ve bunu ancak hassas ve zeki bir genç kızın eli yapabilecekti.
Bu erbap çehreler arasında Calibe Hanım’ın gözleri önüne ilk defa Aysel geliyordu.
Yakın akraba olmalarına rağmen sık görüşemezlerdi. Onlar Erenköy’de otururlardı. Aysel biraz liseye, daha fazla sörlere devam etmiş, resme ve elbiseye meraklı, çevik, şen, lakırdıcı bir kızdı. Belki çok güzel değil, fakat şirin ve sevimli, her şeyden evvel iyi konuşmasını, sevdirmesini bilen bir kız… Koyu kestane gözlerinde istihza ile karışık örtülü bir zekâ var.. Resme meraklı olduğu için süslenmekte mahir. En büyük kusuru ev işi bilmeyişi… Bir gün aşçıları gitse, ana kız yemek için lokantaya haber gönderirler, hizmetçileri kaçsa bir hafta süpürmeden, silmeden otururlar, evde ne kadar bardak, fincan varsa hepsini kullanırlar, kirlileri yıkamak zahmetini kabul etmezler. Aysel’in en büyük zevki, sabah kahvaltısını yatağında yapmak, öğleye kadar pijama ile piyano çalmak ve resim yapmaktı.
Necati ile ne zaman buluşsalar, bir akran iki gencin tabii duygularla kaynaşması beklenirken, onların iki yaramaz ve geçimsiz mektep arkadaşı gibi sert münakaşalarla kavga ettikleri ve her tesadüften dargın olarak ayrıldıkları görülürdü. Mamafi kadın ve erkek temayüllerini pek iyi bilen Calibe Hanım, bu neticeyi daha tabii görüyordu. Aynı histe, aynı fikirde olanlar birbirlerine tattıracak değişik zevk ve değişik arzudan mahrumdurlar. Ve kız erkek iki genç arasında kavga ile devam eden münakaşalar, daha heyecanlı sulh ve muhabbet arzularıyla nihayet bulur.
Ve şimdi Necati mektebini bitirmiş, serbest bir gençti. Yalnız bu vaziyeti idare edebilmek için Aysel’i de hazırlamak lazımdı.
Calibe Hanım buna karar verdiği zaman, yetişmiş oğlunu tam erkeklik çağına erişmiş görmekten gelen bir sevinçle göğüs geçirdi. Ve hemen işe başlamış olmak için hazırlandı. İki kırk vapuru ile Haydarpaşa’ya geçti. Erenköy’e gitti.
Caddebostan sahilinde geniş bir bahçe içindeki köşke gittiği