“Aşil, Aşil! Aman yenge kımıldama sakın!”
Ve bu sert kurt köpeğinin arkasından koştu. Aşil, gelenin yabancı olmadığını anlayınca yumuşadı. Kuyruğunu salladı. Bahçeye, ısırılmayacak bir dost gelmesinden memnun kalmamış gibi homurdanıyordu.
Aysel, bu ücra köyde yalnızlıktan o kadar sıkılıyordu ki, köşke gelen herhangi bir misafir, gurbetten gelmiş bir hasretli gibi onu sevindiriyordu.
Calibe Hanım’ı bir çılgın gibi kucakladı. Yüzünü, gözünü öptü. Bir dakikada bin bir kelimeyi birbirine katarak içeriye sürükledi.
Genç kız, bugün bir kuş gibi neşeli, bir çiçek kadar sevimli idi. Annesiyle yengesinin konuşmasına meydan vermeden söylüyor, gülüyor, bir bahisten bir bahse atlıyordu.
Calibe Hanım, müstakbel gelinini bu defa tam alıcı gözü ile tetkik ediyor, onu Necati’nin karısı olarak tahayyül ediyor, oğlunun, bu temiz ve zeki kızla mesut olacağına aklı yatıyordu.
Erenköy’de, bu çamlar içine gömülmüş sakin köşkte, Aysel nadide bir çiçek gibi yetişiyordu. Genç kız, bu tenha ve eğlencesiz köyde, kendisine hoş ve faydalı meşguliyetler bulmuştu. Yatak odasının yanındaki büyük daireyi kütüphane ve atölye hâline koymuştu. İç içe geçilir bu iki odanın biri, oldukça zengin bir kütüphane idi. Ötekini, iki pencere arasını açtırarak, divan camekânlı bir resim atölyesi yapmıştı.
Yazın bütün vaktini bahçede geçiren Aysel, kış gelince bu odadan çıkmazdı.
Calibe Hanım, gittikçe daha tedbirli, daha muntazam olmaya başlayan genç kızı, bu ziyaretinde biraz daha ilerlemiş buldu.
Necati’nin de bu yıl Galatasaray’ı bitirdiğinden, yakında çalışmaya başlayacağından bahsetti. Ve nihayet onları, Cuma günü Şişli’ye yemeğe davet etti.
“Babası Necati’nin çocukluktan çıkması şerefine bir şenlik yapmak istiyor. Siz de gelin ki, o da memnun olsun.” dedi.
Aysel ve annesi daveti teşekkürle kabul ettiler. Calibe Hanım, bu ziyafetten asıl gayenin ne olduğunu çıtlamak istedi. Yutkundu, dudaklarını ısırdı, fakat genç kızın yanında birdenbire açılmaya cesaret edemedi. Ağabeyi burada olsaydı evvela onunla anlaşabilirdi. Fakat Kâğıt ve Kalem İnhisarı Müdürü olan Nedim Bey, bir buçuk aydan beri Anadolu’da teftişte idi. Aysel’in üzerinde babasının tesiri, annesinden fazla idi. Artık ilk münasebeti ziyafet günü hazırlamak, sonra asıl kararı Nedim Bey’in dönüşüne bırakmaktan başka çare yoktu.
Aysel, yengesini istasyona kadar getirdi. Calibe Hanım yüreği sükûn ve sevinç içinde geri döndü.
O akşam sofrada, karı koca yine yalnız kalmışlardı. Necati görünürlerde yoktu. Kemal Bey söylenmeye başladı.
“Bak Hanım, oğlunu çek, çevir; böyle vakti, saati belirsiz adama kimse iş vermez. Şimdiye kadar mektebi vardı, şusu vardı, busu vardı, ses çıkarmıyorduk. Fakat artık adam olmak zamanı geldi, geçti bile. Tavuk kümesini, tilki yuvasını bilir. Gece yarılarına kadar sokaklarda işi ne… Gezmesi eğlentisi kâfi.. Şöyle aklı başında adam olacaksa ne âlâ, niyeti yoksa o başka…”
Ve hiddetli hiddetli lokmalarını kopararak sordu:
“Samatya’ya, kiracıya gitti mi acaba?”
Calibe Hanım ne cevap vereceğini şaşırmıştı. Fakat Kemal Bey’in, oğullarının münasebetsizliğine ait bütün kabahati kendisine yükletişi: “Oğlunu çek çevir!” diye kestirip atışı, onu kızdırmıştı. Onun için kocasının sualini işitmemiş gibi:
“Necati benim oğlumsa, senin komşun değil ya!” dedi. “Babası değil misin? Lazımsa sende çalış… Cahil, tecrübesiz çocuk, o yaşta delikanlı kuru nasihatla yola gelir mi? Biz onu o kadar serbest büyüttük ki. Şimdi birdenbire avucumuzun içine almamıza imkân yoktur. Fakat her yaşta, herkesin zayıf bir tarafı vardır. Onu da ıslah etmek için en iyi çare evlendirmektir.”
Ve birdenbire yüzü gülerek, bir müjde verir gibi ilave etti.
“Ben bugün Erenköy’e gittim.”
Bahsin ortasında, birdenbire karışan bu haber Kemal Bey’e asıl meseleyi bir hamlede izah etti. O da gülümsedi:
“Ya!” dedi. “Ne haber?”
“Daha bir şey yok tabii… Onları cuma günü yemeğe çağırdım; evvela şöyle bir zemini hazırlayalım. Ağabeyim teftişten gelince işe başlarız.”
“Bakalım Aysel bizim serseriyi beğeniyor mu? Kendi kendimize gelin güvey olmayalım.”
Bu nokta Calibe Hanım’ın annelik gururuna dokunmuştu. Hiddetle:
“Neden beğenmeyecekmiş!” dedi. “Necati’nin ne kusuru var? Böyle zamanda öylesine, çöpsüz üzüm derler. Bir evin bir oğlu. Hem de tam şimdiki kızların istediği gibi delikanlı.”
Kemal Bey ağır ağır başını salladı.
“Daha ilave edecek sıfatlar da var. Haylaz, tembel, küstah.”
“Onların hepsi gençlik, tecrübesizlik. Bir işe girsin, bir evlensin bak, Necati ne ciddi adam olacak.”
“İnşallah!”
Karı koca, birbirlerini teselli ederek neşeli yemeklerini bitirdiler. O akşam Necati gece yarısına doğru eve geldiği zaman, babası çoktan yatmıştı.
Calibe Hanım, merak ve hiddetle ona kapıyı açtı. Delikanlı adam akıllı çakır keyifti. Kafesten kurtulmuş azılı bir kaplan gibi, antrenin duvarlarına düşüp sendeleyerek odasına girdi. Calibe Hanım arkasından gitmek, babasını uyandırmaması için yavaş olmasını söylemek istedi, o, ıslıkla bir dans havasına başlarken, açık duran kanada bir tekme indirdi. Kapı, apartmanı sarsan bir sademe ile kapandı.
Oğlunun bu huylarını bildiği için ona salonun yanındaki küçük odayı ayırmıştı.
Aradaki uzun koridor, arka yatak odalarına ses gitmesine mâni oluyordu. Calibe Hanım dönüp odasına geldiği zaman, ıslık sesi hâlâ geliyordu.
“Yarın yemekte Aysel'le annesi var. Hamdi amca da gelecek. Sakın bir yere gideyim deme. Bu ziyafeti, ben senin mektepten çıkman şerefine yapıyorum. Beni kepaze etme ha!”
Calibe Hanım oğlunun ne dik başlı olduğunu biliyordu. Bu daveti, daha bir hafta evvelden söylese, onu zapt etmek, yarın sofrada bulundurmak imkânı olmayacaktı. Zaten bugünden haber vermesi bile, onu aksilendirmeye kâfi geldi. Necati, avuta kaçırmış bir topa bakar gibi annesine dik dik baktıktan sonra dudaklarını büktü:
“İş sanki, ziyafet çekecek de âlemi başına toplayacak. Şu ziyafet parasını bana versen de ben Maksim’de kendi kendime ziyafet çeksem olmaz mı?”
“Saçmalama da dinle! Dayın teftişte idi. Eğer gelmişse yarın o da bulunacaktır.”
“Âlâ, yarın burası ukala dolacak demek… Hamdi amca gelirse fena değil, yemekten sonra onunla kirişi kırarız.”
Calibe Hanım fena hâlde sıkılıyordu:
“Hamdi amca ile gideceğine, kendi akranınla, Aysel’le git bari… Kızcağız Erenköy’de sıkılıp duruyor. İstanbul’a gelmişken biraz gezsin, gözü gönlü açılsın.
“Onunla gezilmez ki, sağa bakar, sola bakar, adamın sinirini oynatır.”
Calibe Hanım artık dayanamadı:
“Elin sürtük karıları ile barlara, bahçelere gidersin de yanında pırlanta gibi kızla gidince mi sıkılırsın? Aysel gibi hem